"Değirmen deresi bölük bölüktür
İçerde cigerim delik deliktir
Dünya dedikleri bir gölgeliktir"
1951'de Sultanahmet Cezaevi avlusunda: Aziz Nesin, Cenap Karakaya, Necdet Eker, Enver Aytekin ve Fethi Naci...
Askerliğimi epey geç yaptım. Daha önce de yazmıştım: İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği'nin bütün kurucularını ve yönetim kurulu üyelerini yeni iktidar Demokrat Parti 1951 baharında tutuklatmıştı.
Altmışı aşkın öğrenciyi ve öğrenimini tamamlayarak çalışmaya başlayanları tutuklamışlardı. İstanbul'da bulduklarını İstanbul'da, Anadolu'ya dağılmış olanları Anadolu'nun değişik şehirlerinde yakalayıp Sultanahmet Cezaevi'ne yolluyorlardı.
Yeni iktidarın ilk amacı, 141. ve 142. maddeleri ağırlaştırmak, düşünce özgürlüğünü neredeyse ortadan kaldırmaktı.
İşlenmiş tek suç yoktu. Nitekim çok ilginç bir olay yaşandı: Tutuklananlar arasında bulunan Moris Gabay, 500 lira kefalet vererek tahliye edilmişti.
Bildiğim kadarıyla nakdî kefalet ödeyerek tahliye edilen ilk "komünist" Moris'ti. (Doğrusu bu tahliyeye en çok ben sevinmiştim: Moris tahliye edilince, rahmetli Vahdettin Barut Moris'in yatağının hapishaneden çıkarılmasını önlemiş, ben de "ot yatak"tan "lüks yatağa"geçmiştim. Annemin Giresun'dan yolladığı yatak hapishanede "yok", daha doğrusu "iç" edilmişti.)
Tutuklanan arkadaşların hepsi bir buçuk - iki ay içinde tahliye edilmişti. Ben de bir buçuk ay yattıktan sonra tahliye edildim.
İktisat Fakültesi'ni Sümerbank'ın verdiği bursla okumuştum. Ankara'ya gittim. İlgililerle konuştum.
Kimse bir şey söylemiyordu. Giresun'dan başka gidecek yer yoktu. Ama geceleyin yürürken, evine giden bir çocuğun babasına "Baba, komünist ne demek?" diye sorduğunu, ya da Suhip dayımın manifatura mağazasında çalışan Ethem âbinin "Yüzeceksen tenha yerlerde yüzme!" uyarısını duydukça bir an önce kapağı İstanbul'a atmak istiyordum.
Giresun'da dört ay kalmıştım ve sınıf arkadaşım (ortaokuldan) Orhan Çulfaz'dan başka kimse benimle konuşmaya yanaşmıyordu.
O günlerde ilkokuldan bir arkadaşım bana küçük bir muhasebe işi verdi, bir ay kadar çalışıp yol parasını ve biraz da cep harçlığını denkleştirir denkleştirmez soluğu İstanbul'da aldım.
Askerliğimi yapmak için "Dernek Davası"nın sona ermesini bekliyordum.
Ortalıkta suç muç yoktu ama dava sona ermeden askere gitmek tehlikeliydi; arkadan gönderilen dosyalar yedek subay olmayı olanaksız kılabilirdi.
Ayvansaray'da, bir çeltik ve bulgur fabrikasında, muhasebeci olarak çalışmaya başladım. (İşletme hocamız Prof. Ahmet Âli Özeker bize muhasebeyi çok iyi öğretmişti.) Hapishanede pek çok arkadaş tanımıştım.
O günlerde arkadaşlar Yeryüzü dergisini çıkarmaya başlamışlardı. Sultanahmet Hapisanesi'ndeki bazı arkadaşlar edebiyatla uğraştığımı biliyorlardı.
Bana, "Sen de yaz!" dediler. Ben de "Oktay Deniz" takma adıyla yazmaya başladım.
"Dernek Davası" sürdüğü için kendi adımı kullanmak istemiyordum. Yeryüzü, polis baskısıyla kapatıldı.
Ardından Beraber'i çıkardık, o da polis baskısıyla kapatıldı. (O yıllarda polisin yöntemi pek basitti: Dergiyi basan matbaaya giderler, matbaa sahiplerine şöyle bir görünürlerdi. Bundan sonra matbaacıların o dergiyi basmaları düşünülemezdi!)
Yeryüzü ve Beraber'de edebiyat yazılarından çok siyasal yazılar yazıyordum.
Edebiyat yazıları yazabileceğim dergi pek yoktu.
Elimde hazır bir yazı vardı, Beraber için yazmıştım: "Yazarın gerçeğe bakışı". O yıllarda daha çok gençlerin yazılarını yayımlayan bir dergi çıkıyordu Ankara'da: Kaynak.
Yazıyı Kaynak'a gönderdim. Yayımlanan ilk Kaynak'ta yazımı görmek beni yazma konusunda yüreklendirdi. Ardından Ataç'tan bir yazı gelmez mi!
"...Yepyeni bir ad benim için. Bu yazısına gelince, ilgiyle okudum, beğenerek okudum. Bay Fethi Naci bir konu üzerinde şöyle yüzeyden düşünmekle, öteden beri ağızlarda dolaşanları söylemekle yetinmiyor, bir araştırma seziliyor onda, derine gitme özeni seziliyor..." (Yeni Ulus, 31 Aralık 1953)
Ataç'ın yazısının bana yazma şevki verdiğini söylemem gerek. Eleştiriler birbirini izledi. Yazdıklarımı derleyerek İnsan Tükenmez, adıyla yayımladım.
Yıl, 1956. Ve sonra o yıllar için doğal bir sonuç: 142. maddeden mahkemeye veriliş... İstenen ceza 7.5 yıl!
Üç ceza hukuku hocası (Sulhi Dönmezer, Nurullah Kunter, Naci Şensoy) iki defa rapor verdi: Kitapta komünizm propagandası var! Neyse, sonunda edebiyatla da ilgilenen bilirkişilerin katılımıyla beraat ettim.
Böylece hukukî pürüzleri hallettikten sonra 1958'in yaz döneminde yedek subay okulunun yolunu tuttum...(FN/EZÖ)
* Fethi Naci'nin YKY'den çıkan "Dünya Bir Gölgeliktir" anlatı kitabından alıntılandı.