Yasalar ve hukuki düzenlemeler, Kürt halkının meşruiyetini, Kürt siyasal hareketinin ve onun yasal temsilcilerinin varlığını kabul edecek şekilde yeniden düzenlenmeli. Yoksa ne DTP kapanan son parti olur ne de karşılıklı anlaşamazlık son bulur...
I.
Modern Türkiye tarihinde, Kürtler tarafından siyasi bir cemiyet kurulması 100 yıl önceye kadar gitmektedir. 1909 yılında, dönemin siyasal ve kültürel havası içerisinde gayet Osmanlıcı olan ve aynı zamanda Kürtlerin etnik ve kültürel hakları ve bilinçlerinin gelişimine de önem veren "Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti" kurulmuştu.
Ve bugün 100 yıl sonra, Kürt siyasal hareketinin Türk kamusal alanında görülen en önemli temsilcisi olan, hem Kürt kültürel ve siyasi haklarını savunan hem de Türkiyeci olan Demokratik Toplum Partisi (DTP) kapatılmış durumda.
PKK, DTP ve Kürt halkı iç içe...
Şu bir gerçektir ki, PKK, DTP ve Kürt halkı iç içe geçmiş unsurlar. Modern Kürt siyasal ve kültürel kimliği PKK'nin siyasal tarihi ve pratikleriyle geniş ölçüde örtüşmektedir. Bunun farkına varmamak gerçekten birçok şeyin anlaşılmasının da önüne ciddi bir tespit sorunu çıkaracaktır.
Muhakkak ki PKK'li olmayan bir DTP'li kesim mevcut. Aynı zamanda DTP'li olmayan bir kesim Kürtler de yok değil. Yine de PKK'li olmayan DTP ile DTP olmayan Kürtlere yönelik siyasal iyileştirmeler istemek ve bu yönde adımlar atmak, daha ilk baştan başarısızlığa doğru gidecektir. Çünkü burada, devlet söyleminin çıkmazı haline gelen bir tanımlama sorunu karşımıza çıkmaktadır.
Nitekim, Türkiye tarihini biraz ucundan bilen herkes, Kürt meselesinin özünde, Kürdün tanımlanma ve tanınma biçimleri yatmakta olduğunu hatırlayacaktır.
II.
DTP, 1965 genel seçimlerinden sonra ve özellikle de TİP'in kapatılması ve akabinde gelen 12 Mart 1971'deki askeri müdahaleyle Kürt aktivistlerin ekseriyetinin legal siyasetten beklentilerinin sıfıra indirildiği süreçten 1987 genel seçimlerinde SHP ile yapılan koalisyona kadar Kürt kimlik siyasetinin kendisine başka mecralarda yer aradığı bir siyasal oluşumun son yasal temsilcisiydi.
Bu oluşumlar, HEP (Halkın Emek Partisi-1990-1991), ÖZEP (Özgürlük ve Eşitlik Partisi-1992), ÖZDEP (Özgürlük ve Demokrasi Partisi-1992-1993), DEP (Demokrasi Partisi-1991-1994), HADEP (Halkın Demokrasi Partisi-1994-2003) DEHAP (Demokratik Halk Partisi-1997-2005) son olarak DTP (Demokratik Toplum Partisi-2005-2009).
Tarihsel olarak, 1908'den sonra Türkiye'nin gerçek anlamda çok partili seçim sistemiyle tekrar tanıştığı 1960'lı yıllardan başlayarak bölgedeki seçimlerde seçmenin tercihlerini değiştirme konusunda belirleyici olan bir siyasal süreçten bahsetmekteyiz.
1977 yerel seçimleri bir milat olarak kabul edilmelidir. O zaman Diyarbakır'da, Ağrı, Batman ve Cizre gibi yerlerde açık bir şekilde Kürt kimliği vurgusu yapan Kürtlerin kazanması bir kırılma noktasıdır.
Sandıklara yansıyan durum, Kürt siyasetinin başarısını veya başarısızlığını ölçecek bir kriter değildir. Yine de, DTP en son, 2009 yerel seçimlerinde 8 ilde (Batman, Diyarbakır, Hakkari, Iğdır, Siirt, Şırnak, Tunceli ve Van) birinci parti olmuş, Türkiye genelinde % 5.7 ile en fazla oyu alan dördüncü siyasal parti olmuştur.
Bunun yanı sıra, Muş'ta %37, Mardin'de %36, Bitlis'te %34, Bingöl'de %34, Ağrı'da %32, Mersin'de % 17, Kars'ta %15, Ardahan'da %13, Şanlıurfa'da %10, Adana'da %9 oranlarında oy almıştır. Ayrıca, 1 büyükşehir, 9 il, 51 ilçe belediyesi kazanmıştır. Mecliste ise 2007 seçimlerinden sonra 20 tane milletvekiliyle temsil edilmiştir.
DTP'nin meşruiyeti sadece sandıkla sınırlı değil
Bunlar DTP'nin meşruiyetinin sadece sandıklara yansıyan kısmı. Bugün karşı karşıya olduğumuz sonuç bu seçmen kitlesinin siyasal rüştünün tanınmaması ve yasadışı ilan edilmesidir.
Kürtler ve siyasal parti denilince neredeyse akla bile gelmeyen başka pro-Kürt oluşumlar da yok değildir. DDP-DBP (Demokrasi ve Değişim Partisi-1995-1996-Demokrasi ve Barış Partisi-1996), DKP (Demokratik Kitle Partisi-1997-1999), KADEP (Katılımcı Demokrasi Partisi-2006--), Hak-Par (Hak ve Özgürlükler Partisi-2002--) gibi siyasal partiler neredeyse yoklarmış gibi bir yaklaşım varsa da ismi belirtilmesi gerekir.
Bu siyasal partiler, tabii ki DTP ve onun tabanının, tabiri caizse Kürt seçmenler nezdindeki siyasal meşruiyetine sahip değiller ve yakın gelecekte de sahip olmaları imkansız görünmektedir.
III.
Türkiye'de modern Kürt siyasal hareketi, Türkiye İşçi Partisi (1961-1971) vasıtasıyla Türk siyasi alanına, mevcut yasalar ve söylemlerle dâhil olma fikrini1965 genel seçimlerinden sonra 1990'ların başına kadar hiçbir şekilde ciddi olarak düşünmemiş ve buna yanaşmamıştır.
Bunun temel nedenlerinden ilki, gerek mahkemeler ve tutuklamalar yoluyla gerekse gündelik siyasi dilde kullanılan dışlayıcı, tanımayan ve kendi tanımladığının aksine hiçbir tanımlamayı kabul etmeyen Türk siyasal söylemidir.
Kürt siyasi hareketi kendi meşruiyetini hiçbir zaman Türk siyasal sisteminde yer alarak sağlamak ihtiyacı duymamıştır. Tam aksine, kendisini, her ne kadar ondan beslense de, bu siyasal sistemin dışında tuttukça tamamlayacağını düşünmekteydi.
Krizi Türk siyaseti ve hukuku yaşıyor
Bu vesileyle şunu söylersek çok da abartmış olmayız; Kürt siyasi hareketi kendisine kamusal alanda yer bulmadığında ve yasal ve hukuksal olarak meşruiyeti tanınmadığında taraftarları nezdinde kesinlikle bir meşruiyet krizi yaşamamakta aksine bunu pekiştirmektedir.
Unutulmamalıdır ki Türkiye Cumhuriyetinin resmi söyleminin büyük bir kısmı "gadre uğramışlık" üzerine kuruludur. Aynı şekilde, Kürt siyasi hareketi de bu "gadre uğramışlık" söylemi üzerinden kendisini ve söylemini inşa etmekte, bu vesileyle kapatılan her bir siyasal parti ve yasaklanan her bir yayın sonunda da, "parti ismi ezberlemekten gına gelmiş olan Kürtlere" de çok daha sağlam bir retorikle ulaşabilmektedir.
Başka bir ifadeyle, bu kapatma eylemiyle meşruiyet krizi yaşayan kesinlikle Türk siyaseti ve hukuku olmuştur. Bu benim kişisel bir görüşüm olmaktan ziyade, bölge siyasetini ve halkını bilen herhangi birisinin çok rahat ulaşabileceği bir sonuçtur.
IV.
Alparslan Türkeş'in 1970'lerde: "gençlerimizin elinde silahlar olabilir. Biz silahları seven bir milletiz. Hangi birimizin silahı yok ki? Eğer ülkücü, gerekli olduğunu düşünürse 'ulusal silahını' kullanabilir" söylemine benzer bir şekilde Başbakan Recep Tayip Erdoğan da pompalı tüfekle oraya buraya saldıranları: "Vatandaşıma sabır diliyorum, ama bunun da bir sınırı var. Eğer zaten halkın camları kırılıyorsa, vatandaşların da sabrı bitecek, onun da endişesi içindeyim. Halk kendini koruyacak; ne yapabiliriz ki?" diye savunduğunu da biliyoruz.
Erdoğan'ın daha bir iki ay önce DTP için: "Malum parti" dediğini, ayrıca, daha bu ay içinde İzmir'de olan olayları, Ankara'daki DTP binalarına yapılan silahlı saldırıları sanırım çoğumuz hatırlayacaktır. Bunlar bir anda ortaya çıkmış olaylar da değildir. ve yakın zamanda da benzerleri sıkça tekrarlanacak gibi görünmektedir.
DTP kapatılan son parti olmaz, anlaşmazlık sürer
Bugünkü mesele iktidar partisinin tutumlarıyla, ya da siyasal partilerle kesinlikle sınırlı değildir ve bunun da sorumluları olarak sadece onları göstermek muhakkak ki yanlış olacaktır.
Yine de, ülke siyasetini fiili olarak yönetenlerin meseleye yaklaşımları, devlet iktidarı kadar belirleyici olabiliyor. Başka bir ifadeyle, genel olarak iktidarın özel olarak siyasetin, Anayasa Mahkemesi gibi kurumların dayandırıldığı yasalar ve hukuki düzenlemelerin Kürt halkının meşruiyetini kabul ettiği, Kürt siyasal hareketinin ve onun yasal temsilcilerinin varlığını kabul edecek şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
Yoksa ne DTP kapatılan son siyasal parti olacaktır ne Türkiye devletinin parti kapatmalarıyla ilgili kendi taraf olduğu uluslararası antlaşmalardan doğan cezalar ödemesi, ne de bu gibi politikaların taraflarının, Kürt siyasi hareketinin temsilcileri ile Türkiye devleti başta olmak üzere, karşılıklı anlaşamazlık halleri sona ermiş olacaktır. (AA/EÖ)
(*) Boğaziçi Üniversitesi, Atatürk Enstitüsü, Modern Türkiye Tarihi bölümü doktora öğrencisi.