Kürt açılımı/demokratik açılım üzerinde süregelen tartışmalar, Demokratik Toplum Partisi (DTP) kapatma davasının sonuçlanmasıyla birlikte farklı bir boyut kazandı. Daha önce konu, genelde kişisel-kültürel hak ve özgürlükler zemininde tartışılırken, şimdi siyasal özgürlükler alanı, daha fazla ön plana çıkmış oldu. Açılım sürecinin sağlıklı ilerleyip ilerlemediği konusu tartışılabilir. Ancak sorunun "konuşulabilir" hale gelişinin olumlu bir gelişme olduğu herhalde şüphe götürmez. Dahası, kısa sürede yaşanan gelişmeler vasıtasıyla, sorunun konuşulmasının diğer başka sorunları da görünür hale getirdiğine şahit olmaktayız. Bu bağlamda konu, dönüp dolaşıp ara seçime kadar dayanmıştır. Bu vesileyle durumdan vazife çıkartmak, ara seçimlere ilişkin literatürde ifade edilen, ancak pratikte dikkate alınmayan bir soruna dikkat çekmek farz olmuştur: "Türkiye'deki ara seçim sistemi, temsilde adalet ilkesi ile çelişmektedir."
Ara seçim olasılığı
DTP kapatma davasından önce de, muhalefet partileri Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) milliyetçi tepkilere dayanarak erken seçim isteyeceği, buna karşın Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) açılım sürecini rayına oturtmadan herhangi bir seçime gitmeyi istemeyeceği, biliniyordu. AKP, basına yansıdığı kadarıyla benzer tavrını ara seçim açısından da sürdürmüştür. Ancak belli hallerde ara seçim (yani sadece boşalan milletvekilliklerinin doldurulması için yapılan seçim), Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) istemine bakılmaksızın zorunlu hale gelmektedir:
* Genel seçimlere bir yıl kalması ihtimali hariç olmak üzere, TBMM üye tam sayısında yüzde 5 boşalma olması durumunda ara seçim zorunludur.
* Bir ilin veya seçim çevresinin TBMM'de üyesi kalmazsa, ara seçim zorunludur.
Buna dayanarak Türkiye'de de ara seçim "bir olasılık olarak" gündeme gelmiştir. Gerçi Anayasa Mahkemesi'nin kapatma kararı sonrasında milletvekilliği "düşecek" vekillerin sayısına bakıldığında, henüz ara seçim zorunluluğu oluşmamıştır. Keza, DTP'li vekillerin, Abdulah Öcalan'a atıfla istifalardan vazgeçtiklerini açıklamalarıyla bu olasılıktan iyice uzaklaşılmıştır. Zaten DTP'lilerin tamamının istifası (ve istifaların kabulü) halinde dahi bu, gerekli nisabı sağlamadığı gibi, TBMM'de üyesi kalmayacak il/seçim çevresi de yaratmayacaktı. Dolayısıyla mecliste halihazırda 6 milletvekilliğinin boşalmış olduğu dikkate alındığında, erken seçim zorunluluğu, ancak DTP'li vekillerin yanında en az bir vekilin (örneğin Ufuk Uras'ın) daha istifasını ve ayrıca bir de bu istifaların Başkanlık Divanının tespiti ve TBMM Genel Kurulunda görüşmesiz adi karar yeter sayısı ile alacağı düşme kararı ile mümkün olabilecekti.
Genel Kurul'da bu yönde bir karar alınmaması (istifaların kabul edilmemesi) halinde ise, anılan vekillerin meclis çalışmalarına özürsüz veya izinsiz olarak bir ay içinde toplam beş birleşim günü katılmamaları ve bu durumun Meclis Başkanlık Divanınca tespitiyle birlikte yeniden TBMM üye tam sayısının salt çoğunluğuyla alınacak bir karar ile üyelikten düşürülmeleri mümkün olabilecekti.
Gidişat böyle bir senaryo ile karşılaşmayacağımızı gösterse de, yine de öncelikle bu noktada bir eleştiride bulunulabilir. Görüldüğü gibi Anayasa'nın istifaya ilişkin hükmü (md.84), yasama çoğunluğunu elinde tutan partiye (bugün AKP) ara seçimin gerçek amacının dışında, yapılacak ara seçimden kendisinin karlı çıkıp çıkmayacağını dikkate alarak hareket etme keyfiyeti vermektedir.
Ancak diğer taraftan genellikle iktidar partilerinin uyguladığı uzun vadeli politikaların, günlük uygulamalarında yer yer halkta memnuniyetsizlik yaratabileceği, bu nedenle ara seçime gitmek konusunda tereddütlü davranabileceği anlaşılır olabilir. Siyasal istikrar, parlamenter faaliyetin aksaması vb. nedenler de bunu desteklemektedir. Ancak bu gerçek, ortada bir sorun olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Ara seçimlere gidilse ne olurdu?
Açık ki yukarıdaki olasılıklar gerçekleşmiş olsaydı bile, bir ara seçimin sonuçlarını, hangi partinin yüzde kaç oy alacağı bağlamında kestirmek mümkün değil. Ancak hukuken öngörülebilir olan, bizzat ara seçim sistemimizin, diğer sistemlere nazaran temsilde adaletten uzak karakteridir. Nitekim özel bir kehanette bulunmadan, sadece 2007 seçimlerindeki oy oranlarına dayanarak, sistemin sorunlu yanına dikkat çekmek için bir çıkarım yapılabilir.
Öncelikle, Milletvekili Seçim Kanunu'na göre ara seçimlerde seçim yapılan çevrelerin tümünde, geçerli oyların yüzde 10'unu geçmeyen partiler milletvekili çıkaramazlar. Bu barajı geçen partiler arasında da hesaplama şöyle devam eder: "Seçime katılmış siyasî partilerin ve bağımsız adayların adları alt alta ve aldıkları geçerli oy sayıları da hizalarına yazılır. Siyasî partilerin oy sayıları, önce bire, sonra ikiye, sonra üçe ... ilâ o çevrenin çıkaracağı milletvekili sayısına ulaşıncaya kadar bölünür. Elde edilen paylar ile bağımsız adayların aldıkları oylar ayırım yapılmaksızın en büyükten en küçüğe doğru sıralanır. Seçim çevresinden çıkacak milletvekili sayısı kadar bu payların sahibi olan partilere ve bağımsız adaylara rakamların büyüklük sırasına göre milletvekili tahsis olunur."
Bu hesap yönteminin ara seçim için de geçerli olmasıyla, bir seçim çevresinde azınlıkta kalan siyasi partinin/bağımsız adayın, önceki hesaba göre son anda kazanmış olduğu ve fakat çeşitli nedenlere düşmüş olan bir milletvekilliği için, yapılacak ara seçimde, çoğunluk partisi ile birlikte yeniden ve en baştan (!) hesaba girmesi hakkaniyete aykırı bir durum yaratmaktadır. Keza yüzde 10 barajının ara seçimlerde de uygulanması, sorunu katmerli hale getirmektedir. Bu tespit, 2007 verilerinin olası bir ara seçimde de geçerli olması ihtimalinde ortaya çıkan sonuç ile daha açık görünmektedir:
2007'deki oy oranlarının korunması halinde ara seçim sonuçlarının görünümü
Öncelikle, 2007 verilerine göre, olası ara seçimlerin yapılacağı 16 ilde, yüzde 10 barajını geçen partiler sadece AKP ve CHP olmaktadır. İlginçtir, iktidar ve ana muhalefet partileri açısından, bu 16 ildeki toplam oy oranları, 2007 seçimlerinden çok farklı değildir.
Yüksek Seçim Kurulu (YSK) verilerine göre, 2007 seçimlerinde yüzde 46,47 oy olan AKP'nin bu illerdeki toplam oy oranı yüzde 44,78; 2007'de yüzde 20,84 oy alan CHP'nin oy oranı ise 19,87'dir. Buna karşılık "Bin Umut Adayları'nın" oy oranı yüzde 9,55'te, MHP'nin oy oranı ise yüzde 9,90'da kalmaktadır (CHP ve MHP'nin oylarının büyük kısmı, İstanbul, Kayseri, Aydın ve Sivas'tan gelmiştir) .
Dolayısıyla MHP ve Bin Umut Adayları'nın (veya yeni kurulan partinin) ara seçime "parti olarak" girmesi durumunda, 2007 seçimindeki oy oranlarıyla, barajı geçemeyecekleri görünüyor. Böyle bir durumda boş 28 üyelik için yapılacak seçimde AKP 26 milletvekili kazanacak, geri kalan iki milletvekilliği ise CHP'ye gidecektir. Bu örnek mevcut sistemde azınlıkta kalan partiden kaynaklanan boşalmaların, blok halinde çoğunluk partisinin işine yaradığını göstermektedir.
Diğer taraftan baraj riskini göze alamayacak olan "Bin Umut Adaylarının" seçime yine bağımsız olarak katılacağı düşünüldüğünde de, çoğunluk partisi lehine olan durumda, özde bir değişiklik olmamaktadır. Bin Umut Adayları'nın seçime bağımsız girmesi durumunda dahi; 2007 seçimlerinden bu yana anılan 16 ilde; iki milletvekili eksilen AKP'nin 16 milletvekili; olasılığımızda 22 milletvekili kaybedecek olan Bin Umut Adayları'nın 10 milletvekili; bir milletvekili kaybeden CHP'nin iki milletvekili kazanacağı görülmektedir.
2007 seçiminden bu yana iki milletvekili kaybeden MHP ile bir milletvekili kaybeden Büyük Birlik Partisi (BBP) ise hiç milletvekilliği kazanamayacaktır. Yani 2007 seçimlerine nazaran, MHP, BBP ve Bin Umut Adayları zarara uğrarken; CHP fazladan bir, AKP ise fazladan 14 milletvekili "kar sağlayacabilecek" durumdadır. Bu bağlamda sadece geçen seçimlere yapılacak bir referansla, istifaların kabulünün AKP'nin lehine olacağı görülmektedir. Ancak AKP'nin bu referansa göre değil, daha çok siyasal konjonktüre göre hareket ettiği açıktır.
Kıssadan hisse
Kısa bir süre içinde Türkiye, ara seçimlere çok yaklaşmış, fakat (halen ihtimal dahilinde de olsa) aynı hızla ondan uzaklaşmıştır. Ancak tüm bu toz duman içinde belirgin olan ve gözden kaçırılmaması gereken, Türkiye'deki ara seçim modelinin temsilde adalet veya baka bir deyişle katılımcı demokrasiye uzak özelliğidir.
Yukarıdaki varsayımda da görüldüğü üzere ara seçim sistemi, yasama dönemi içinde gereksiz şekilde siyasal dengelerin değişmesine yol açtığı gibi, çoğulcu olmaktan ziyade çoğunlukçu bir demokrasi modelini yaklaşmaktadır. Oysa Türkiye, ara seçim sistemine mahkum değildir. Sıra listesi, yedek milletvekilliği, karma sistemler uygulayan ileri demokrasilerdeki örnek modeller, deneyimler, ve bu konudaki akademik çalışmalar eksik değildir. Eğer yeni bir anayasa oluşturulacaksa bu başlık mutlaka dikkate alınmalıdır. (TŞ/EK)
_________________________________________
Tolga Şirin, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Anayasa Hukuku Anabilim Dalı