Fotoğraf: AA
Sayın Aksakal, önceki gün sizinle birlikte Konya Selçuk Üniversitesi'nde okuduğumuz bir arkadaşım Denizli'den aradı. Sizin Konya'dan ev arkadaşınız. Biraz düşünürseniz belki onun kim olduğunu bile çıkarırsınız. Eşinin kendisine sizin, "Vatanımızı küffarlara teslim etmeyeceğiz" sözlerinizi gösterdiğini ve kendisinin de "bir küffar"(!) olarak buna çok üzüldüğünü söyledi. Sizinle aynı üniversitede fakat farklı bölümlerde okuduk. Ne hikmetse ortak çok arkadaşımız olmasına karşın sizi bir türlü çıkaramadım. 1978 yıllarından sadece adınızı hatırlıyorum. Çünkü o gün benden bile çok aktif biri olduğunuzu biliyorum.
Sizinle ilgili arkadaşımla sohbet beni bir anda film şeridi gibi 45 yıl öncesine götürdü. Erzurum Üniversitesi'nde sivil faşistler öğretim özgürlüğümü ve can güvenliğimi elimden aldığı için zorunlu olarak Konya'ya geldiğim günler aklıma geldi.
Boyabatlı Satılmış Karacabey
Konya'da anti faşist devrimci mücadele sürecinde aynı saflarda mücadele ettiğim arkadaşlar... Benim kişisel devrimci mücadele tarihimde hayatımı değiştiren, yaşadığım öldürülme olayı... Olay şöyle oldu; Kredi Yurtlar Kurumundan 15 kişilik bir grup, şehir içinde TÖB-DER (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Daşanışma Derneği) ve Devrimci Gençlik derneklerinin olduğu bölgede toplanıp okullarımıza toplu olarak gitmek için sabah erkenden yola çıkmıştık. O günlerde tek tek devrimcilerin okula gitmesi mümkün değildi. Zira sivil faşistler bizleri keklik gibi avlıyorlardı. O gün bu grup ikiye ayrılmıştı. Bir grup çorba içmek için Bayram'ın lokantasına, diğer grup da Devrimci Gençlik Derneği altındaki süt ve işkembe satan yere yönelmişti. O gün ben süt içmek için giden grubun içindeydim. Sütümü içmiş diğer grubun gelmesini bekliyordum. Onların geleceği sokak çok dardı. Sabahın erken saatinde sesler duydum. Herhalde birileri kepenklere vuruyor diye düşündüm.
Hemen arkasından, aynı grup içinde geldiğim eğitim enstütüsünde okuyan Sinop Boyabatlı, Satılmış Karacabey da alnından yediği kurşunla gelip önüme düştü. Toplu gitmemize, toplanmamıza bile iznin olmadığı, sivil faşistlerin avı olmaktan kurtulamadığımız günlerdi.
O gün Satılmış ile birlikte kendimin de öldüğünü hissettim ve bu duygu yakamı hiç bırakmadı. Çünkü sivil faşistler sonraki günlerde nasıl devrimci avına çıktıklarını, onları ayırmadan, keklik gibi nasıl avladıklarını gülerek anlattılar.
Sayın Aksakal, eminim bu katliamı hatırlıyorsunuzdur. O katliamdan sonra devrimciler de kendilerini savunmak için ciddi bir çaba içine girdiler. Size bunları benim anlatmam mümkün değil, zira siz bunu benden daha iyi biliyorsunuz.
İnsanî ve devrimci borç
Sayın Aksakal, bu yazıyı neden mi yazıyorum. İnanınız derdim siz değilsiniz ya da sizi üzmek hiç değil. Kendimi onunla birlikte öldüğümü düşündüğüm Satılmış Karacabey'e olan borcumu yani benim yerime ölen yurt arkadaşıma olan insanî ve devrimci borcumu ödemek. Onu unutmadığımı bir kez daha hatırlatmak için. Biliyorum ki asıl ölüm, birileri tarafından unutulduğunda gerçekleşiyor.
SATILMIŞ KARACABEY en azından ben ölene kadar benim kalbimde hiçbir zaman ölmeyecek. Eminim ki bütün devrimcilerin, anti-faşistlerin kalbinde sürekli yaşayacak. Onu bir kez daha sevgi, saygı ile anıyorum.
Her ne kadar Selçuk Üniversitesi'nden diplomam olmasa da hâlâ orada yaşayan dostlarım, arkadaşlarım var. Onlarla da konuştum. Uzun uzun sizi yakından tanıyan arkadaşlarla sohbet ettim. O dönemde anti-faşist devrimci mücadelede önde gelen bir arkadaşa, hâlâ Konya'da yaşayan arkadaş sizin bu durumunuza çok üzüldüğünü söylemiş. Onun da sözleri şöyle olmuş; "Ya arkadaşım boş ver üzülmeye değmez, ne de olsa o da bizim faşistlerimizden."
Bizim 'faşistimiz'
Bu görüşe aynen ben de katılıyorum. Sayın Aksakal, hani o dönemde birlikte mücadele ettiğin arkadaşlar sizin hakkınızda ne düşünüyor bunu bari bilin istedim. Belki bunu bilmek istersiniz. Buna kesinlikle hakkınız var diye düşünüyorum. Sizi bu haktan mahrum etmek istemedim. Evet, sizin o dönemde birlikte mücadele içinde bulunduğumuz ama sonrasında saf değiştiren bizim "faşistlerimizden" birisi olduğunuzu ben de düşünüyorum. Hemen arkasından yine o genç yaşımızda öğrendiğimiz diyalektiğin "değişmeyen tek şey değişimin kendisidir" yasasını aklama getiriyorum. Öyle ya hayatın, yaşamın kuralı değişim değil mi? Bu yasa da benim paşa gönlüme göre olacak değil ya... Canınız sağ olsun...
Ben hâlâ sizin eksiği, gediğiyle o dönemdeki mücadelenize saygı duyuyorum. İyi ki o dönemde sizinle aynı saflarda bulunmuşsuz. Hep aynı safta olacak halimiz yok ya... Ölmez, sağ kalırsam sizin yeni yol arkadaşlarınızla olan kişisel tarihinizi merakla takip edeceğim. Zaten ben takip etmesem de dostlarım, arkadaşlarım sizin kişisel tarihinizi bana hatırlatacaklar.
(İD/AÖ)