Aslında titreyen İtalyan hükümeti, fakat aynı zamanda korumacı zihniyetiyle dinler savaşı olgusunu her an ayakta tutup İtalyan halkının korkusunu artırma refleksinden de geri durmuyor.
Gerginlik muhalif yönetmen/oyuncu Sabina Guzzanti'nin geçtiğimiz aylarda Cannes Film festivaline, 2009 Aquila depremi hakkındaki "Draquila - Titreyen İtalya" belgeseliyle konuk edilmesiyle başlamıştı. Film, dünyanın en saygın sinema organizasyonlarından festivale güya davetli olan İtalya Kültür Bakanı Sandro Biondi'nin Fransızları protesto etmesine sebep olmuştu.
Bakan açıklamasında "... propaganda unsurları taşıyan, gerçeği yansıtmayan ve İtalyan halkını rencide eden Draquila ... " yorumunu kullanarak kaygı ve teessüflerini bildirince, Sarkozy'nin festival resmî temsilcisi Jack Lang, "Bakan'ın hürriyeti algılama biçimi ilginç, sanatçıların hürriyetine her zaman saygı göstermek şart, Biondi'nin tavrı ise şımarık ve çocukça, kendi kendini cezalandırmakla meşgul, böyle davranarak filme değer katıyor, bu durumda hepimiz Draquila'yı görmeye gideceğiz" demişti ve iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler gerilmişti.
Viyana düşseydi...
Guzzanti Berlusconi'yi İtalyan Anayasasını altüst ederek, medya diktatörlüğü kurmak üzere darbeye girişmekle suçlarken, hükümet işi yönetmenin şeytan tarafından ele geçirilmiş olduğunu iddia etmeye kadar vardırabiliyordu.
Bu arada medya imparatorluğunun somut örneği İtalya'nın resmî televizyon kanalı RAI'nin, Viyana kuşatması sırasında Osmanlıları durduran rahip Marco d'Aviano'nun hikâyesinin filme aktarılması için 12 milyon avruluk bir ödenek ayırdığı, ayrılıkçı Lega Nord (Kuzey Birliği) Partisi'nden Edouard Ballaman'ın şereflendirdiği basın toplantısında açıklanmıştı.
Parti Başkanı Umberto Bossi'nin altı senedir flört ettiği bu proje, İtalya'nın Yeşilçamı, Roma'daki Cinecitta'nın hâkimiyetini memleketin kuzeyine kaydırma çabalarından olup, sözkonusu basın toplantısı, Ballaman'ın başkanı olduğu İtalya'nın kuzeydoğusundaki özerk Friuli Venezia Giulia'nın Bölgesel Yönetim Kurulu binasında, filmin yönetmeni Renzo Martinelli'nin de katılımıyla gerçekleştirilmişti: "Viyana düşseydi, Müslümanlar Roma'ya kadar varıp, San Pietro'yu camiye çevireceklerdi".
Başrollerinde Adrien Brody, Harvey Keitel ve Raul Bova gibi adlarının geçtiği mega projeyle ilgili sansasyonel açıklamanın, kozmopolit geçmişine inat, milliyetçi düşüncelerin her zaman canlı tutulduğu, hem coğrafi, hem tarihî açıdan Antakya/Hatay sendromunu hatırlatan Trieste şehrinde yapılması manidardı. Kültür ödeneklerinin fazlasıyla kısıldığı bir dönemde filme finansman sağlanması muhalefeti ayaklandırdı çünkü ideolojik ve ticari bir yapım sözkonusuydu.
Ama Ballaman'ın kendini gösterme sırası gelmişti: İtalyan birliğinin 150. yıldönümü törenlerinde kullanılacak bayraklar için fazla para harcanmaması gerektiğini, vatandaşlar için daha önemli işler yapılması gerektiğini ifade etti:
"Bizim buralarda göndere Avusturya- Macaristan bayrağını çekmemiz gerekir, 150 sene önce burda Almanca konuşuluyordu".
Aslında Ballaman'ın tarzı, bağlı olduğu Lega Partisi'nin diğer şahsiyetlerinin tarzından farklı değildi: resmî törenlerde millî marşı söylemeyi reddeden partililer televizyonlarda boy göstermişti. Sebebi, Mameli'nin sözlerini 1847'de yazdığı ve aslında İtalya Cumhuriyeti Devleti tarafından geçici olarak kabul edilen, ama halen kullanılan, tartışılan, değiştirilmesi arada sırada gündeme gelen, ama resmiyeti Anayasayla bugüne kadar sağlanmamış marşta "Roma'nın kölesiyiz, onun için ölmeye hazırız" denmesi.
Lega'lı politikacılardan Pietro Fontanini'nin mazereti "metni onaylamıyorum, kendi bölgem Padana için bile ölmeye razı değilim", Federica Seganti'ninki ise "detoneyim" oldu.
Ballaman bu arada dur durak bilmiyordu, bölgesini, kısaca FVG'yi nükleer enerjiye açtığını açıkladı. Bu açıklamanın ardından yalnız muhalefetin değil, son seçimlerden fazlasıyla güçlenerek çıkan kendi partisinin bile şimşeklerini üzerine çekti ve bölgenin nabzını tutan Piccolo'nun manşetlerinden düştü, eylül başında görevinden ve partisinden istifa etmek zorunda kaldı, bugünlerde makam aracıyla takriben 70 özel seyahatin hesabını vermeye hazırlanıyor.
Ülke gündeminden düşmeyen ise Berlusconi'nin son yıllarda adeta "silahlı kolu" durumuna gelmiş olan, Sivil Savunma'nın yakışıklı Başkanı Guido Bertolaso'ydu. Haiti depremi münasebetiyle olay mahallinde bulunup memlekete nispeten mutsuz dönerken ABD'nin depremzedelere yardım konusunda yetersiz kaldığını, olağanüstü hal ile askerî müdahaleyi karıştırdığını ifade edince, İtalya Dışişleri Bakanı Frattini, Clinton'lardan adeta özür dilemek zorunda kalmıştı. Son sözü Hillary söylemek istedi: "Haiti Aquila'ya benzemez".
Fakat Bertolaso durulmadı ve bir süre sonra Monica adlı bir masözle yaşadığı maceranın kayıtları medyanın eline düşünce, savunmasında "Bill'le aramda ortak bir Monica sorunu var" deyiverdi. İlgili diplomasi yine kendini şahsiyetten soyutlamak için akla karayı seçti. Sabina Guzzanti'nin filminin de önemli hedeflerinden olan Bertolaso "Draquila"ya ilk tavır koyan ve İtalya'nın dünyaya rezil olacağını söyleyen oldu.
Deprem ve tanıdık hikayeler
Michael Moore kıvamındaki belgesel, görünürde provokatif olup, olağanüstü teknik donanımlar olmaksızın, deprem dehşetini abartmadan ama tüyleri diken diken ederek aktarıyor. Deprem sonrası ise önce itfaiye ekiplerini iş başında görüp sonra envai türlü güvenlik kuvvetlerinin İtalya'nın sayılı Sanat Kent'lerinden Aquila'ya nasıl sökün ettiğini ve hemen akabinde şehri boşaltmış olan ahalinin depremden zarar görmüş evlerine, kendi güvenlikleri için nasıl sokulmadıklarını farkediyoruz.
Özellikle Sivil Savunma ekipleri şehri çember içine alıp, halkı da kanatları altına alarak bir kısmını anında kurulmuş olan çadır kentlere yerleştiriyor, bir kısmını da şehirden epey uzaktaki sahilde, yazlık otellere götürüyor ve her türlü ihtiyacını karşılıyor. Kısa zamanda tarihî kentin etrafında aslında imara kapalı bölgelerde dünya çapında bir inşaat hızı rekoru kırılarak yepyeni mahalleler kuruluyor, doğal afet o aralar popülaritesi düşmüş olan Berlusconi için olağanüstü bir fırsat oluyor, babacan tavırlarıyla devamlı Aquila'da, halkının yanında, çekim yapması izin verilen kameralardan iyimserlik saçıyor, bunun üzerine işveli bir büyükanne de kendisini Başbakanına teslim etmeye hazır olduğunu itiraf ediyor.
Fakat zaman geçtikçe aslında yapılan ve yapılacak evlerin depremzedelerin sadece bir kısmını alabilecek sayıda olduğu anlaşılınca Aquilalılar arasında homurdanmalar başlıyor. Aylarca eğreti yaşamaktan bıkıp isyan edenler kaçak olarak, aslında az bir masrafla depreme dayanıklı hale getirilebilecek ve şimdiye kadar içine niye sokulmadıklarını anlamadıkları evlerine sızmaya başlıyor. Güvenlik kuvvetleri duruma el koyarak depremzedelere aslında mülteci muamelesi yapıldığını farkettiriyor, sözler tutulmadığından halk arasında tepki ve öfke artıyor.
Derken görüntü kararıyor, geriye dönüyoruz, soğuk bir nisan sabahının ilk saatleri, Aquila'da deprem, telefonda konuşan iki kişi, perde hâlâ karanlık, sadece altyazı, birbirlerine hemen müdahale edilmesi gerektiğini, kaybecek zamanları olmadığını söylerken sevinçlerini gizleyemiyor ve gülüyorlar!
Sabina bunun üzerine bizi daha da gerilere götürüyor, doğal afetlerle ilgili yasada yapılan muhtelif değişikliklerle Sivil Savunma kuvvetlerine verilen hakların nasıl ölçüsüzce artırıldığını, hatta "önemli olay" gibi belirsiz bir ifadeyle kapsamının ne kadar (?) genişletildiğini gösteriyor. Her şey bir seferberlik coşkusuyla tüm imkânlar kullanılarak hazırlanıyor, afet bir "business" haline geliyor, alan memnun, veren memnun!
Bu kapsamın içine uluslararası sportif organizasyonlar, G8 gibi zirveler, hatta Vatikan'ın pek tanınmayan azizlerin anılmasıyla ilgili düzenlediği ve Papa'nın katıldığı geziler, ilgili güvenlik önlemleri ve özellikle inşaatları girebiliyor, ama olağanüstü bir zaruretle aniden karşı karşıya kalınmışçasına. Akabinde olimpik bir havuzun veya sit alanında apar topar inşa edilmiş devasa bir otelin hiç kullanılmadan terkedildiği bile oluyor! Bu arada yıllar önce Berlusconi imparatorluğunun önemli basamaklarından Milano'daki ilk inşaat icraatındaki mafya bağlantısı birinci elden aktarılıyor.
Tekrar Aquila'ya dönüyoruz, şehir yüzyıllardır deprem bölgesi olduğu bilinen, daha önceki deprem felaketlerinin bilimsel olarak tutulmuş kayıtlarından anlaşıldığı gibi haftalar, hatta aylar öncesinden başlayan küçük sarsıntılarla kendilerini gösterdiği kanıtlanmış bir bölgede olma özelliğine sahip. İşte tam da bu yüzden 2009 depremi öncesi de periyodik olarak yapılan idari toplantılarda bu gerçek hararetle tartışılıyor, fakat ön sarsıntılar yüzünden bu konuda zaten hassaslaşmış halkı uyarmak yerine son toplantının zaptı bile tutulmuyor ve toplantının sonucunu heyecanla bekleyen Aquilalılara resmî ağızdan "tehlike yok" deniyor, esas drakulalık da orada başlıyor.
Filmin sonu, ekranda yeni sitelerine yerleşmiş insan manzaraları, gayet steril ve endüstriyel dekorasyon, ama tam teşekküllü döşenmiş dairelerde insanlar biraz yabancılık çekiyor, ev kadınları aslında kullanımlarına sunulan eşyaları biraz çekinerek kullandıklarını çünkü evi terk edecekleri zaman kusursuz bir şekilde teslim etmeleri gerektiğini söylüyorlar, kocalar ise duvara çivi çakmamayı tercih ettiğini belirtiyor, kadınlardan biri Berlusconi'ye sevgisini ilan ediyor, ona minnet ve şükran duyduğunu ifade ediyor, tedarik edilmiş eşyaları tek tek sayıyor, ama kendisini en çok ne mi duygulandırıyor?
Tuvalet fırçası....
Her ne kadar azizlik mertebesine halen ulaşmamışsa da Friuli Venezia Giulia'lı Peder d'Aviano'nun Kara Mustafa'nın yönetimindeki Türkleri nasıl durdurduğuna gelince, diplomatik özelliklerini kullanarak askerî güçler arasında idari birliğin kurulmasında payı büyük olmuş, nihai çarpışma öncesindeki gün Viyana'ya tepeden bakan Kahlenberg'de konuşlanmış Hıristiyan birliklere verdiği vaazla kendilerine şevk ve cesaret aşılamış, Avrupa tarihine de İslamı durduran rahip olarak geçmiş.
Gelin görün ki geçen gün italyanların başındaki tatlı bela Bossi "bu Romalılar domuz!" deyiverince, Berlusconi'ye de son aylarda İtalya'yı kitleyen, Parlamento Başkanı Fini ile kavgasından başını kaldırarak ortağını azarlamak düştü. Sözkonusu kavganın ürünü Senato'nun güvenoylaması dün hükümete devam işareti verince Başbakan "2013'e kadar beraberiz.......ABD ekonomisini ben kurtardım" diye coştu.
Bu arada sakın Bossi'nin sözünü ciddi sanmayın, sadece Asterix'ten bir alıntı! (MT/EÜ)