13.09.2018 tarihli Resmi Gazete’de, Türkiye’de yaşayan kişilerin kendi aralarında menkul, gayrimenkul alım satım, taşıt ve finansal kiralama dahil her türlü menkul ve gayrimenkul kiralama, leasing sözleşmelerinde yükümlülüklerin döviz cinsinden veya dövize endeksli olarak belirlenemeyeceği kararlaştırıldı.
Aynı düzenleme ile kararın yürürlüğe girmesini izleyen 30 gün içinde, daha önceden yapılmış sözleşmelerde döviz cinsinden kararlaştırılmış bedellerin de, Türk Lirası olarak taraflarca yeniden tespit edileceği belirtildi.
TIKLAYIN - Dövizle Alım-Satım, Kiralamaya Son; Bakanlıkça Belirlenen Haller İstisna
Türkiye’de son aylarda yaşanan döviz kuru artışlarına bağlı olarak, özelikle döviz cinsinden gayrimenkul kiralayanlar tarafından yaşanan mağduriyetler dile getiriliyor, şiddetli itirazlar kepenk kapatma eylemlerine kadar varıyordu. Buna benzer durumları daha önceki kriz dönemlerindeki döviz kuru dalgalanmalarında da görmüştük. 1994, 2001 ve 2007 krizlerinde döviz kuru üzerinden sözleşme yapılması yasağı getirilmemekle birlikte, yapılan kontratlar belirli bir kur üzerinden sabitlenmişti.
Yapılan düzenleme, yaşanmakta olan döviz kuru dalgalanmalarının ciddiyeti ve bunun ekonominin diğer alanlarına yayılma riskine kuvvetli bir vurgu yapıyor.
Ancak burada birkaç farklı noktayı tartışmak gerekir;
1. Aynı ülke sınırları içinde yaşayan kişilerin veya işletmelerin kendi aralarında yaptığı tüm ekonomik ve finansal işlemlerin ulusal para cinsinden yapılmasından daha doğal bir şey olamaz. Bu durumda Türkiye’de döviz kuru üzerinden sözleşme yapmak neden bu kadar yaygındır?
Herhangi bir gayrimenkulü kiraya veren ya da uzun vadeli satışını yapan kişi veya kuruluş, gelecek dönemlerde elde edeceği bu bedellerin değer kaybına karşı kendisini korumak ister. Kira bedeli enflasyon vb. değişkene endekslenir ve gelecek dönemlerde enflasyon oranı kadar artış yapılarak, kiranın reel olarak aynı düzeyde kalması hedeflenir. Burada enflasyonun fiyatlar genel düzeyindeki artışı gerçek olarak da yansıttığı kabul edilmiştir.
Türkiye’de de Borçlar Kanunu’nda kira artışlarının Üretici Fiyat Endeksini (ÜFE) geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna rağmen sözleşmelerde bu oran yerine döviz kurlarının esas alınmasının temel sebebi, ÜFE’nin enflasyon artışını yansıtmadığı düşüncesinin yaygınlığıdır. Yani, sözleşme tarafları, ÜFE’nin fiyat artışlarını tam ve doğru yansıtmadığını, bu nedenle de, enflasyon oranının bir düzeltme ölçütü oluşturamayacağını düşünmektedirler. Buna karşılık döviz kurlarının enflasyon artışını temsil edeceği düşünülmektedir.
Bu tartışmayı neden yapıyorum? Ülke içindeki ekonomik ve finansal işlemlerin ulusal para cinsinden yapılması gereğine inandığımı yukarıda belirtmiştim. Ancak bunun yasal düzenlemelerin getirdiği zorunluluklarla olabileceğine inanmıyorum (hele hele piyasayı temel belirleyici olarak alıyorsanız, ben öyle düşünmüyorum ama). Fiyat artışları için güvenilir enflasyon ölçütün ve ürün bileşiminin geliştirilememesi, ÜFE’nin gerçek fiyat artışlarını yansıtacak şekilde hesaplanamaması, ülke vatandaşlarının bu inancı taşımaması halinde, ikili kontratlar dönemi başlar. Yasaya karşı TL, taraflar arasında hala döviz cinsinden hesaplanır.
2. Daha önceden yapılmış sözleşmelerde döviz cinsinden kararlaştırılmış bulunan bedellerin de, Türk Lirası olarak taraflarca yeniden tespit edileceğine ilişkin düzenlemelerin, hangi kur üzerinden yapılacağı ve bundan sonra hangi ölçüt üzerinden ve ne kadar artış öngörüleceği net bir şekilde ortaya konulmalıdır.
3. Düzenleme, döviz cinsinden menkul kıymet alım-satımı işlemlerini de yasaklıyor. Böyle bir düzenlemenin Resmi Gazete’de yayımlanmasından bir gün önce Ziraat Bankası aracılığı ile Euro üzerinden, 364 günlük hazine bonosu ve konut sertifikası ihracına başlanması, en iyi olasılıkla kamu kurum ve kuruluşları arasındaki koordinasyon noksanlığı olarak yorumlanabilir. (AGY/EKN)