Fotoğraflar: Tandoğan Uysal
2001 yılı başları olmalı. O zamana kadar iki kitapta yayınladığım şiirlerimden İsveççe’ye çevrilebilecekleri, dostların da yardımıyla çevirmiş, doğrudan İsveççe yazdığım şiirlerle birlikte yayınlamak istiyordum. Ama bir şey daha istiyordum, Sven Wollter’e ulaşmak, yayınlanmadan şiirlerimi okuması.
Sven Wollter, dünyanın neresinde olursa olsun bütün ezilen halkların mücadelesine sahip çıkan; halkçı, sosyalist örgütlenmeleri destekleyen bir komünist, kendi ülkesinde de işçi sınıfından yana devrimci ve küçük bir Komünist partinin de aktif üyesiydi. 1 Mayıslarda, mitinglerde; o tiyatro eğitimi almış gür sesiyle heyecanla konuşur kitleyi coştururdu. Onun bu “marjinalliği” popülaritesine asla engel ol(a)madı. Uzun yıllar “En Popüler Erkek” sıralamasında Kral, Başbakan ve genellikle de bir futbolcunun ardından dördüncü sırada gelirdi.
Müthiş bir halk sevgilisiydi. Hiçbir “kariyer” yapmadan bütün ömrünü aktif bir tiyatro oyuncusu olarak yaşadı. 65 yıl sahnedeydi! Tiyatro hayatıydı onun, hiç vazgeçmedi. Sanıyorum seksenindeydi ve hala oynuyordu. Sosyalist Sistem çöküp, komünizm itibar yitirince hep bir punduna getirip TVde sorularını eksik etmediler; “Komünizmden vaz geçmedin mi hala?” O hep usturupluca yanıtlayıp heveslerini kursaklarında bıraktı; Emperyalizme, yoksulluğa, eşitsizliğe mücadelenin hala güncel olduğunu anlattı.
Kraliyet Ödülü’ne layık görüldü, “Diş doktorumda randevum var, iptal edemem(!)” diyerek, ödül törenine gitmedi. Daha sonra açıkladı; kargoyla gönderilen madalyayı, annem çok isterdi bana ödül verilmesini diyerek gidip annesinin mezarına gömmüş!
Benim ona ulaşmaya çalıştığım zamanlar devlet onu ‘illegale’ çekmişti(!) Bugün yüzde 20’ye yakın oy alan ırkçılar daha yeni yeni palazlanıyorlardı, S. Wollter’i tehdit etmişler, Polis de onu yakın/uzak korumaya almış, adresini gizli tutuyordu. O ise hala televizyonlarda açıklama yapıyor, “Doğru adam seçtiniz, evet ben sizin düşmanınızım!” diyordu.
İşte o günlerdeydi, ben Sven Wollter’e ulaşmaya çalışıyordum. Posta adresi yok, Vergi dairesini arıyorum yok! Bir gün elimde dosyamla polis karakoluna gittim. Dedim alın o zaman siz gönderin! “Müthiş sıkı kontrol” dediler almadılar, o kapı da kapandı. O ara yeni tanıştığım, şiir ve okuma çalıştığımız ve sonra dost olacağımız tiyatro sanatçısı Hans Wigren, kendisinin elden ulaştırabileceğini söyledi. Ve ulaştırdı.
Derken bir mektup geldi! “Ne heyecan!” diyordu dosyayı okuyuşuna atfen, “Nazım Hikmet Gülümsüyor gökyüzünde.” Ve görüşmemizi istiyordu. Bir Nisan günü Kulturhuset’te buluştuk. Birkaç adım arkasından gelen koruması iki masa ötemize oturdu. “Ne heyecan!” sırası bendeydi. Kısa ön sohbetten sonra, dosyayı çok beğendiğini söyledi. Kanser tedavisi gören eşinin yanından geliyormuş hastaneden. Ona* senin şiirlerinden okudum, gözleri kapalı dinledi diye anlattı. Sohbetin sonuna doğruydu, çıkmak üzere olan kitaba (Vid en vägkant – Bir Yol Kıyısı) bir önsöz yazıp yazamayacağını sordum, severek kabul etti. Ve bir soruyla geri döndü: 1 Mayıs’ta konuşmacıyım. Senden bir şiir okumak istiyorum. O arada 1 Mayıs’ın yapılacağı meydanın kenarındaki binanın üçüncü katından meydana bakıyoruz. Tam bir “Nasıl ya!” hali oldum. Elbette dedim, çok da mutlu olurum.
Zaten iki hafta kadar bir zaman kalmıştı 1 Mayıs’a, gittim, yalnızdım. Derken kürsüye çıktı Sven Wollter… “Yeni kazandığım bir Türk dostum” diye başladı, adımı söyledi ve ardından koptu; Deniz, Mahir, Kızıldere, Che Guevara, yıldızlı bere… kaptırdı gidiyordu. Dinledim. Kim kıvanç duymaz ki!.. Büyük mutlulukları tek başına yaşamanın müthiş bir tadı vardır. Ve bu tat bazen müthiş kekre de olabilir!
Birkaç buluşma sonra ki herhalde beş altı ay filan sonra olmalıydı… Bir yıl geçmiş midir?.. Bunca yıl sonra çok emin olamıyorum işte. Kırmızı şarap içerdik buluşmalarımızda genellikle; çok severdi. Şaraplarımızı aldık oturduk. Bir şey vardı belli; mutlu görünüyordu Sven. Sebüktay, dedi, ben yaşamımın bundan sonraki kısmını artık yalnız geçireceğimi düşünüyordum. Ama dedi “ben Luleå’ya gittiğimde Radyo’da (küçük şehir radyolarında kitap okumaları yapıyordu o aralar) bir kadınla karşılaştım. Gazetecilere takılmamak için birlikte gelmedik. Ama seninle tanıştırmak istiyorum onu, birazdan buraya gelecek.” Ne güzel! Ve birazdan geldi Lisa. İlk göz göze geldiğimizde başını yavaşça omuzlarının arasına çekti, yüzünde pırıl pırıl bir gülümseme, gözleri ışıl ışıl; tam bir aşık kadın hali. Ve çok geçmedi evlendiler. Yıllarca Luleå’ya gitti geldi Sven (ki kıyasla Erzurum gibi bir yerdedir Luleå) Stockholm’de tiyatroya devam etti, sonra oraya yerleşti, bu kez oradan geldi gitti.
Sven, Vid en vägkant’a; benim için hep bir onur nişanı gibi kalacak çok güzel bir önsöz yazdı. Kitaptan şiirler okuduğumuz dinletiye katıldı okuyucu olarak. Daha sonra Nazım Hikmet 100. Yıl bağlamında yayınladığım De mångfärgade kaprifolerna (Ebruli Hanımelleri) kitabının önsözü de -bu kez şiir formunda- Sven Wolter’indir. Ve Aynı bağlamda düzenlenen gecenin okuyucularından birisidir yine.*
Emekli olup Luleå’ya yerleştikten sonra Sven Wolter’le uzun bir aradan sonra yakınlaşan ilişkilerimiz yeniden seyreldi. İşitme zorlukları da başlamıştı artık ki bu telefon konuşmaları için bir zorluk oluşturuyordu. Mail yazıyorduk genellikle gerektikçe birbirimize. En son da Nazım Hikmet’ten ikinci seçki çeviriyi yapma sürecinde ve ertesinde haberleşmiştik.
Ve o pandemi günlerinde bir gün bir haber düştü; şimşek hızıyla yayılan bir haber.
Sven Wollter yakalandığı Corona’dan, tedaviye rağmen kurtarılamayarak ölmüştü!
Kabullenemediğiniz ölümler vardır… İçinize bir türlü sindiremediğiniz. Sven Wollter’in kaybı da öyleydi benim için. Sosyal medya hesabımdan sadece küçük bir paylaşım yaptım o gün, o kadar. Onun için bir şeyler yazabilmem ancak mümkün oldu; bugün, ölümünün ikinci yıldönümünde…
En son Nazım Hikmet ve Tomas Tranströmer’den** şiirler okuduğumuz Aralık 2016’daki dinletide Galip Usta’yı okumuştu… Ceviz Ağacı’nı vd. Kapanış şiiri ikimizdeydi. Türkçe ve İsveççe’sini birlikte, dizeleri iç içe geçirerek okuduk; öyle yapardık bazen.
…
Hatta Sivas'ta hapishanede
tenekede büyüttüğüm sarı sardunya,
Hasılı herhangi bir güzelliği tabiatın
çıksa karşıma
Ben yeni baştan bir kere daha anlarım
değişmesi lazım geldiğini
ve değişeceğini mutlak
bugünkü insan hayatının..."
Biliyorum, hala buna inanıyordu.
İnandığı dünya için, hatırasına sonsuz saygıyla!.. Özlemle!
(SK/AS)
* Viveka Seldahl. Tedavi sonuç vermez ve yaşamını yitirir. Hastalık Fas’ta, Martin’in Şarkısı filminin (Türkçe’de var) çekimi sırasında ortaya çıkar ancak filmi bitirip dönerler.
* Şiir dinletilerini tümden, bir başka yazıda anlatmak istiyorum.
** Okuduğumuz İsveççe Nazım Hikmet şiirleri 2020 yılında yayınlandı. Tranströmer’den okuduğumuz şiirler ve daha fazlası Sanki Gerekliymiş Gibi adıyla yakında Kırmızı Kedi yayınlarından çıkacak.