Dostoyevski, gençliğinde sosyalist literatürü tartıştığı için tutuklanmış ve kurşuna dizilerek ölüme mahkûm edilmişti. Neyse ki, çarın son dakika affıyla kurtulmuştu.
Yazarın ölümle kısa süreli karşılaşması, onu bir pragmatistten bir spiritüaliste dönüştürerek dini uyanışını başlattı. Dostoyevski, kurgusunda, kendi infazına katılırken hissettiği umutsuzluğu sık sık anlatır ve tek başına bu durumun varoluşsal korkusunun ölüm cezasını kaldırmayı haklı çıkarmak için fazlasıyla yeterli olduğunu öne sürerdi.
Dostoyevski’nin sosyalizme olan inancı azaldıkça, Rus halkına, kültürüne ve tarihine bağlılığı artıyordu. Sibirya’da yıllarca ağır işlerde çalıştıktan sonra, kardeşi Mikhail ile birlikte bir edebiyat dergisi bulmak için Saint Petersburg’a döner.
Rusya sevgisini perçinlerken, Avrupa ülkelerine karşı antipati, hatta düşmanlık besledi. Hayatının ilerleyen dönemlerinde Dostoyevski, epilepsisi için tedavi aramak ve alacaklılardan kaçmak için Avrupa’ya gitti.
Mektuplarında, Avrupa halkının ruhen Ruslardan daha aşağı olduğu birçok yönü yansıtırken, eve dönmek için köklü bir özlemi dile getirdi.
O sırada Avrupa ile Rusya arasında bir savaşın hayalini kuruyordu ve Rusya’nın kazanacağından emindi. Dostoyevski, Rus ruhunu, “o kadar kutsallığa sahip olacak ki, biz bile bu gücün tüm derinliğini anlamaktan aciziz.” diye yazar.
Yeni “Rus Tanrısı” inşası
Dostoyevski, Rus halkının ancak inançla kuracağı bir bağ ile kurtulacağına inanıyordu: “Halkımız kaba, aşağılık, günahkâr ve önemsiz olabilirler; ancak zamanı geldiğinde ve tüm halkın ortak gerçeğinin davası üstlenileceğinde, onların yükleri önünde gösterecekleri ruh özgürlüğünün derecesine şaşıracaksınız.”
“Bir Yazarın Günlüğü”nde ise Rusya’nın bir Slav imparatorluğuna liderlik etmek gibi ilahi bir görevi olduğuna inanıyordu: “Halkımızın Ortodoksluğunu anlamayan, Turgenev gibi liberal, ateist, Avrupalı, aristokrat Rusların nefret ettiği bir konum olan Rus halkımızı asla anlayamaz” diyordu.
Rus milliyetçiliği, Batı karşıtlığı ve Rus emperyal doktrini tarafından desteklenen Dostoyevski’nin Rus Tanrısı kavramı, Rusya’da devletin dini manipüle etmesinin uzun tarihinde bir dipnottur.
Dostoyevski iyi bir ilahiyatçı veya doktrinsel olarak sağlam bir Hıristiyan olmasa da, eserleri Rusya’nın inanca, Tanrı’ya, topluluğa karşı kendine özgü tutumları ve “Kutsal Rusya” üzerindeki yabancı etkilerin tehlikeleri hakkındadır.
Dostoyevski’nin o dönemdeki mesihçi düşüncesinin kapsamını ve Rusya ile Ortodoksluk kavramlarını nasıl bir araya getirmeye başladığını gösteriyor. Daha önce “Ecinniler” romanında şöyle yazmıştı: “Rus olmayan Ortodoks olamaz ve Ortodoks olmayan Rus olamaz.”
Dostoyevski, okuyucuların Rus milliyetçiliği ile Rus Ortodoksluğu arasındaki karmaşık ilişkiyi anlamalarına yardımcı olur. Çünkü onun Rus Tanrı kavramı, Rusya’nın “Resmi Milliyet” doktrini tarafından desteklenmektedir. Rus Ortodoksluğu, Rus Milliyetçiliği ve otokrasi unsurlarını Panslavizm ve Batı karşıtlığı çağrısında bulunan tek bir muhafazakar Rus emperyal ideolojisinde birleştirdi.
Dostoyevski “Karamazov Kardeşler” romanında, Rus Tanrısını Rus Ortodoksluğunun benzersiz yönlerine atıfta bulunur. Ateizme karşı teizm kadar basit değil. Daha çok Rus milliyetçiliği ve Rus otokrasisiyle bağlantılar kurarak Rus Ortodoksluğunun Tanrısına olan inancı ortaya çıkarmaya çalışır.
“Karamazov Kardeşler”de Rus Tanrısına yaptığı tek gönderme, sonsözde Rusya’ya ve Rus Tanrısına olan sevgisini haykırırken Dmitry Karamazov’un karakter dönüşümünün samimiyetini ortaya koyuyor. Ne yazık ki Dostoyevski için, milliyet kavramı İncil öğretisiyle çelişiyor. Böylece, Dostoyevski’nin Rus Tanrısı kavramı, Rus milliyetçiliği, otokrasi savunusunun bir karışımıdır.
Dostoyevski’nin Rus Tanrısı kavramı, bugünkü Rusya’nın karakteristiğini yansıtır. Rus Ortodoksluğu, Rus milliyetçiliği ve Rus otokrasisinin tarihsel bağlantısı aracılığıyla Rus dini kimliğinin bütünsel anlayışı için bir araçtır.
Dostoyevski’nin milliyetçiliği
Dostoyevski, kurulu düzenin gerici bir savunucusuydu; insan evrenselciliğinin aşırı milliyetçisiydi; Hristiyan sevgisinin tutkulu bir savunucusu ve etnik ve dini bağnazlıklarla dolu romanların yazarıdır.
Rus olmanın, tüm iyiliğin özü olarak gören bir Slavofil, aynı zamanda Rusya’nın dünyadaki özel görevinin evrensel kardeşliği getirmek olduğuna da inanıyordu. Dostoyevski’nin alçakgönüllülük ve merhamet felsefesi, Rus İmparatorluğu topraklarını genişletmekti. Hayali, bir gün Rusya’nın önderliğinde Slav dünyasının kaderini birleştirmekti.
Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıf olduğu bir dönemde Balkanlarda Slavların isyanı başlamıştı. Ruslar, Türklere karşı mücadelelerinde Sırpları güçlü bir şekilde destekledi. Rus gönüllü birlikleri savaşa katkıda bulunmak için Balkanlara akın akın gidiyordu.
Bu dönemde gazeteler arasında Balkanlarda Türklerle çatışıp çatışmama konusunda şiddetli bir basın kavgası yaşanıyordu. Tolstoy’dan farklı olarak Dostoyevski, yazılarında savaşı güçlü bir şekilde destekledi. Ona göre Hristiyanların Müslümanların elinde maruz kaldıkları vahşete bir son verme arzusuyla başlayıp, Rusya’nın Konstantinopolis’i (İstanbul) fethetmesi ve onu Ortodoks Hristiyanlığın bir dünya merkezi haline getirme hayaliyle son buluyor.
Dostoyevski’nin dini milliyetçiliğinin çok belirgin bir karanlık tarafı var. Ezilen Slavlara ve Ortodoks Hıristiyanlara yardım ederek birleştirebileceğine inandığı Rus-Osmanlı savaşı için ajitasyona ve Konstantinopolis’in fethini teşvik etmeye yöneltti.
Dostoyevski “Bir Yazarın Günlüğü”nde, savaşı, Rusya’daki parçalanmış sosyal sınıfları birleştirmenin en etkili yolu olarak gördü. Savaşı bir araç olarak sunup, Rusya’nın dünyayı yeniden dizayn edebileceği görüşündeydi.
Rusya, sonunda Dostoyevski’nin ve diğer savaş savunucularının vizyonuyla özdeşleşti ve Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etti. Moskova, Kafkasya’da Müslümanlara ve Yahudilere karşı bir dizi organize saldırı düzenledi ve bu saldırılar Osmanlı İmparatorluğu’na kara bir gölge düşürmüştü. Çatışma Osmanlıların Rus taleplerinin çoğuna boyun eğmesiyle sona erdi.
Dostoyevski daha sonra günlüğüne şöyle yazıyordu: “Mevcut barış, her zaman ve her yerde savaştan çok daha kötüdür. Kıyaslanamayacak kadar kötüdür ki, sonunda onu sürdürmek düpedüz ahlaksız hale gelir. Savaş, hemcinslerine olan sevgisi için gelişir ve birbirlerine saygı duymayı öğretir. Savaş, erkekleri gençleştirir.”
Ukrayna ve suçsuz cezası
Vladimir Putin, Ukrayna’nın Rusya’nın mihenk taşı olduğuna inanıyor. Şimdiki Ukrayna işgali, Dostoyevski’nin Rus milliyetçiliğine olan inancını, Tolstoy’un insan deneyiminin evrenselliğine olan inancına tercih ettiği sonucuna varılabilir.
Putin, Tolstoy’dan etkilenmedi; çünkü Tolstoy insanlarını severdi, ancak Rus ırkının diğerlerine üstünlüğünün gerekliliğine inanan bir milliyetçi değildi. Romanlarında sunulan Rus, Türk veya Batı tüm karakterlerin insanlığını koruyan bir milliyetçiydi.
Dostoyevski’ye gelince, çarın hararetli bir destekçisiydi ve Batı demokrasisinin şiddetli bir muhalifiydi. Yozlaşmış ve kötü olan her şeyi temsil eden Batı’ya karşı insanlığı aydınlatma görevini üstlenen bir kişilikti.
Putin, Tolstoy’u değil Dostoyevski’nin yolunu izlemeyi seçti. Putin medyada her defasında, Dostoyevski’nin edebiyatına olan hayranlığını ifade etmekten çekinmiyordu.
Yazarın romanlarından en çok “Karamazov Kardeşler” ve “Suç ve Ceza”yı beğendiğini açıklardı. Böylece, Dostoyevski edebiyatının rahminden bir adam çıktı, o da şuan ki Rus Devlet Başkanı Putin’den başkası değil.
Dostoyevski hayatta olsa, Putin’in şimdiki Ukrayna işgalini desteklerdi. Ki zaten Dostoyevski’nin Rus milliyetçiliği, Putin’in iç dünyasına uyan bir modeldir. Putin, Dostoyevski’nin düşüncesini Kremlin’in içinden somutlaştırıyor ve Rusya’nın dünyanın tepesinde durması üzerine kurulu bir düşünce yapısındadır.
Ama şunu da belirtmek gerekir: Putin’in Rusya’sında bireyin özgürlük hakları konusunda ne gazeteci ne de vatandaş pek parlak bir durumda değildir. Dostoyevski kesinlikle Putin’in başını ağrıtırdı. Çünkü bireysel özgürlüğe ve ifade özgürlüğüne inanan yazarlardan biriydi.