Makalenin genelindeki tartışmayı ilk cümlede özetleyecek olursak, Türk devleti ile İsrail ve Rusya arasında varılan “anlaşma”, Türk hükümetinin ve Cumhurbaşkanı’nın içerde ve dışarda iflas eden politikaları neticesinde ihtiyaç duyulan ve nefes alabilecekleri diplomatik bir koridorun zorunluluğunun neticesidir.
Siyasal alanda dost ve düşman ölçütü
Siyasal eylem ve izdüşümlerini açıklamakta kullanılabilecek en kolay tanım dost ve düşman ölçütüdür.
Alman hukuk felsefecisi Carl Schmitt’in işaret ettiği; ahlakta “iyi ve kötü” estetikte “güzel ve çirkin” ekonomide “karlı ve zararlı” olarak düşünülebilecek olan ölçüt, siyasal alan için ise “dost ve düşman”dır. Düşman, aynı zamanda kötü, çirkin ya da ekonomik alanda rakip olmak zorunda olmadığı gibi, “dost” da iyi, güzel, yararlı olmayabilir. Schmitt’e göre, siyasal alanda “düşmanın” ya da “dostun”, aynı anda; ahlaki anlamda kötü, estetik anlamda çirkin olması, dost-düşman ayrımında önşart olarak arz etmez.
Türkiye’nin, Rusya ve İsrail ile geçen günlerde gerçekleştirdiği “baş döndürücü” diplomasinin ardından varılan anlaşmalar ve Türkiye’den gelen özür açıklamaları Carl Schmitt’in “dost-düşman” kavramıyla açıklanabilir.
“Havuz Medyası”, Rusya ve İsrail ile varılan-daha doğrusu Türkiye’nin varmak zorunda kaldığı, bu arzu edilmeyen, ama zorunlu olan anlaşmaları, yere göğe sığdıramadı. Ama esasen, durumun hiç de hükümet medyasının aktardığı gibi olmadığı gayet aşikar. Bütün bunların, iktidarın içerde ve dışarda yaşadığı politik sıkışmışlıktan kurtulmak için can havliyle atmış olduğu adımlar olarak görülüyor. Başka bir deyişle; bu durum, Türkiye’nin, içerde ve dışarda sürdürdüğü kriz siyasetinin iflasının sonuçları olarak görülebilir.
Aynı zamanda bu, AKP’nin, içerde düşman olarak bellediği kesimlere karşı dışardaki “dost” arayışıdır. Buradan şu sonuç da çıkarılabilir; hükümet içerde Kürt hareketi ile giriştiği savaşta zor bir durum içinde ve bu durumun ekonomik ve siyasi yükünü paylaşacak yeni çıkar ortakları arayışındadır.
Zira, İsrail ve Rusya ile varılan anlaşmaların hemen akabinde muhafazakar tabandan gelen eleştirileri minimize etmek için Ayasofya’da 85 yıl sonra -ki bilinçli bir şekilde Kadir Gecesi’ne denk getirildi- ezanın okunması, hükümetin, İsrail ve Rusya ile varmak zorunda kaldığı anlaşmayı kendi tabanının görüş alanının dışında tutmaya dönük siyasi bir illüzyonu olduğunun bir donesidir. Ayrıca, Osmangazi Köprüsü’nün açılışını, anlaşmalara dair AKP tabanında yoğun tartışmalarının olduğu döneme denk getirilmesinin de bu siyasi illüzyonun bir parçası olduğunu söylemek mümkündür.
Erdoğan’ın, geçen günler içinde, Suriyeli göçmenlere Türkiye vatandaşlığının verileceğini açıklamasının da yukarıdaki nedenlerden dolayı İsrail ve Rusya ile varılan anlaşmaları muhafazakar tabanın gözünden uzak tutulmak istenmesi ile açıklanabilir.
Türkiye’nin Rusya ve İsrail ile anlaşması sonucunda alenileşen ya da kabul edilen politik kırılmalar
- Türkiye, bu zoraki anlaşmalar ile Suriye’deki değişim ve dönüşüm konusunda bir özne değil, bilakis bir nesne olduğunu kabul etmiş oldu. Türkiye’nin, Suriye’de uyguladığı mezhepçi ve Anti-Kürt politikanın iflasının resmi bir kabulü de denilebilir buna.
- Hükümet, sadece Suriye politikasının değil, Ortadoğu politikasının da iflas ettiğini kabul etmiş oldu.
İç düşman
Günümüz dünyasında devletlerin iç düşman ilan etmesinin çok sayıda çeşidi vardır: Vatandaşlıktan çıkartmak, örgütlenme ve toplantı yasağı, memuriyetten atma vb... Elbette ki bunlar, Türkiye’de tanıdık uygulamalardır.
Hükümetin performansını sergilemek istediği asıl meselenin, içerde mutlak hakimiyeti sağlamak olduğu anlaşılıyor. Buna, geleneksel Türkiye politikasında “normal durumun sağlanması” da denilebilir. Bu anlayış, kendi içinde, farkı ve farklılıkları geleneksel bir tek’liğe indirgeme arzusunu barındırır. Bu “normalliğin” içerisinde, Kürtlerin ve Alevilerin kimlik arayışına yönelik baskı ve şiddet politikaları yer almaktadır. Hükümetin, dışarda elini güçlendirip, içerdeki bu farklı sosyal tabakaların arzu ve isteklerini bastırma amacında olduğu görülüyor. Bu yüzden, benzer bir yakınlaşmanın ilerleyen günlerde Mısır ve Suriye ile de olması sürpriz olmayacaktır.
Son kertede, Türkiye devletinin, içinde olduğumuz yüzyılda da Kürtleri ve Kürtlerin statü talebini “ezeli ve ebedi düşman” olarak görmeye devam edeceği anlaşılıyor. Bunun için de, gerektiğinde, savaşın eşiğinden döndüğü ülkelerle anlaşabiliyor.
Ama, hükümetin ıskaladığı bir nokta var ki, Kürt sorunu artık Türkiye’nin “içerdeki bir sorunu” değil, Ortadoğu’nun tümünü ilgilendiren, uluslararası bir soruna dönüşmüş olmasıdır. (ÖK/HK)