“Ez kurbane çeve te” ve “hokis tsakugs”, Hiporkrat’ın yeminindeki yılanlar gibi birbirine dolanıp şifa olan bu iki sözden biri Şerzan’a diğeri de Mari’nin dünyasına ait.
Irksal kimliklerinden dolayı toplumsal yaşamda ıraklaştırılan Şerzan ve Mari iç dünyalarında kimdir?
Şerzan ve Mari üniversiteye hazırlanan iki gençtir. Oryort olma derdindedir Mari. Ermenicenin küsüp kapısını kapatmasından korkar. Ruhsal yaşı, dilinin kimliği, kimliğinin de benliği olduğunu bilecek olgunluktadır. Ama… Ötekileştirilmekten kaynaklanan önyargılar nefesini kesmektedir. Nefessiz hazırlanılır mı geleceğe? Adım atsa mı dış dünyaya yoksa kalsa mı içinde?
Osman Hoca’nın sözleri içinden dışarıya adım atması için kapı aralar.
Gittiğin her yerde kendinden olanı paylaşacaksın. Ve tersi de geçerli; sen de hiç bilmediğin hayatlar göreceksin… (s. 28)
Kapı aralanmıştır Mari için. Aralıktan süzülen ışığı da görür. Lâkin kolay değildir hemencecik korkuları defetmek.
Dalga geçerler diye korkuyorum. ‘İsmin neden Mari?’ sorusuyla başlıyor, sonu gelmiyor. ‘Her gün Ermenistan’dan gelmek zor olmuyor mu?’ diye soran oldu. Bu memleketin en eski halklarından olduğumuzu bile bilmiyorlar. (s. 28)
Osman Hoca’nın maskesizliği korkularını düşürür Mari’nin ve kendini tanışma toplantısında bulur. Dört kişilerdir. Gruptan birinin gözü Mari’nin boynundaki kolyeye kayar. Kolyeyi merak etmiştir. Önyargısız bir meraktır; hisseder bunu Mari.
Bu haç işareti, İsa Mesih’in gerildiği çarmıh… Hristiyanlar, insanlığın günahları için kendini kurban ettiğine inandıkları İsa Mesih’in haçını takarlar. İnançlarının simgesi… (s. 35)
Paylaşmıştır kendini Mari. Yıkılmıştır önyargı duvarları. Duvarsızlık büyütmüştür sanki geleceğe atacağı adımı.
Mari’nin geleceğe attığı ilk adımda yolu Şerzan'la kesişir. Toplumsal ıraklaştırılmak ayın histe buluşturmuştur onları.
Ben ne hissettiğini biliyorum Mari... Geçende inkılap tarihi dersinde Birinci Dünya Savaşı öncesi Kürtler bölümü de çok fena cümlelerle doluydu. Dahası, öğretmen konuyu Kürtçeye getirdi. Ablamın zamanında da işitmiştim aynını. Tarihçi, ‘Kürtçe diye bir şey yoktur. Bunlar Dağ Türkleri’nin karda yürürken çıkardıkları kart kurt seslerinden türemiştir’, diye o efsaneyi anlattı. Ne edersin? Parmak kaldırdım. Kürtçenin Hint-Avrupa dil ailesinden olduğunu anlatmaya çalıştım, ama sözü ağzıma tıktı. Sonra da, ‘Sen nerden biliyorsun bunları?’ diye sormaz mı? Sizce hocam? dedim. Kıpkırmızı oldu. Başka konuya geçti. (s. 55)
Kendilerini paylaştıkça Mari ve Şerzan’ın içlerindeki yaralar kapanmaya başlar. Iraklaştırılan kimlikleriyle var olurlar grupta.
Başka kim vardır grupta? Emre, bir de Kumru; tabii adını başta andığımız Osman Hoca da.
Emre, yalıtılmış bir sitenin üst katında bulunan evlerindeki odasının penceresinden seyrederken İstanbul’u, kendi hayatını da seyreder. “Oğlum senin iyiliğin için her şey.” sözü onu okulundan ve birlikte müzik keşifleri yaptığı arkadaşı Kaan’dan kopartmış, ardından da kendisine danışılmadan özel ders almasına karar verilmiştir. Osman Hoca’yla tanışmak üşenerek ve bezgince yaptığı bir eylemdi, gruptakilerle kaynaşmadan önce. Şerzan’ın ve Mari’nin iç yaralarına merhem olmuştur grup. Emre’nin de yaralarına merhem olabilecek midir acaba?
Kumru… Kumru gibi uçup gitmeye, kumru gibi sevilmeye ne kadar da ihtiyacı vardır. Babası kalp hastasıdır Kumru’nun. Durumu da ciddidir. Omuzlarındaki yükle hazırlanmaya çalışır Kumru üniversite sınavına. Omuzları düştüğünde bu grup sarıp sarmalayacak mıdır Kumru’yu, uçup gitmeden önce?
Osman, bu grubun hocasıdır güya; ama o da yaralı; gönülden. Ve dört kozalak kadar hayata doğru atması gereken adımları vardır. Dört kozalağın yeşermesine, kök salmasına ön ayak olurken yeşeren kozalaklar, kök tutmasına yardımcı olabilecekler midir Osman Hocalarının?
Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği’nin, 2014-Yılı Gençlik Romanı seçilen Karin Karakaşlı’nın “Dört Kozalak” (Günışığı Kitaplığı - 2014) romanı, birbirinden farklı dört gencin varoluş sancılarını anlatmaktadır.
Gençlerimizin bu romanla buluşması umudumla.
Keyifli okumalar. (ED/HK)