Toplumsal belleğimiz zayıf. Bunu bilenler, bu zayıflığı kendileri için bir olanağa dönüştürüyorlar.
Okumayı değil, izlemeyi seviyoruz, yazmak yerine konuşmayı tercih ediyoruz.
Ben de yaşananları dört film üzerinden yazarak anlatmaya çalışacağım.
Ölümsüz - Z
Üniversite yıllarında ünlü yönetmen Costa Gavras'ın Vassilis Vassilikos'un aynı adlı romanından sinemaya uyarladığı Ölümsüz (Z) filminde Yunanistan'daki cunta dönemi anlatılır.
Filmin aklımda kalan, gözlerimin önünden hiç gitmeyen sahnelerinden biri cuntacı generallerin sırayla savcının odasına girişlerinin ve çıkışlarının gösterildiği andır. Sinemadan çıktığımda "Acaba bizim ülkemizde de aynı şeyler olur mu? 12 Eylül cuntacıları da bir gün hesap verecekler mi?" diye düşündüm.
Ergenekon diye adlandırılan "torba dava" süreci başladığında açıkçası "Acaba o an geldi mi?" dedim. Emekli ve görevdeki bazı askerlere dokunduklarında "Galiba oluyor" dedim.
Ancak anayasa değişikliğinin TBMM'de görüşülmesi sürecinde AKP'nin söylemi ile yaptıkları arasındaki farkın herkes tarafından açıkça görülmesiyle umutlar bir başka bahara ertelendi.
Çünkü 12 Eylül darbecilerini koruyan geçici 15. maddenin kaldırılması ile ilgili görüşmeler sırasında darbecilerin yargılanmasının önünü açacak olan CHP ve BDP önergesi AKP'li vekillerin oylarıyla reddedildi.
Böylece AKP'liler 12 Eylül darbecileri ile bir sorunu olmadığını bir kez daha ortaya koydular.
Aslında AKP'nin 12 Eylül darbecilerinden hesap soramayacağını biliyorduk. Çünkü AKP 12 Eylül'ün ürünüdür. Nitekim 12 Eylül'e minnettarlıklarını her fırsatta gösterdiler ve göstermeye devam ediyorlar.
1984
George Orwell'in, 1984 adlı ünlü romanında yönetmen Michael Radford tarafından sinemaya uyarlanmıştır.
Üç kutba ayrılmış dünyada Okyanusya isimli bir süper devlette, yaşam alanlarının her köşesine yerleştirilmiş kameralarla insanların attığı her adımın, söylediği her sözün nasıl izlenip, arşivlendiği anlatılmakta.
Ülkenin en güçlü örgütü "Düşünce Polisi"dir. Büyük biradere karşı hiçbir eylemin yapılmadığı, hiçbir düşüncenin ifade edilemediği ülkede, bütün yurttaşların hayatın yakından denetlemekte, kafasından şüpheli düşünce geçenler belirlenerek kısa zamanda yok edilmektedir.
Okyanusya'da yaşananlar ile telefon ve ortam dinlemeleri, gizli kamera çekimleri, isimsiz ihbarlar, gizli tanık uygulamaları birbirine benzemiyor mu?
Gözaltılar, tutuklamalar, yıllarca süren tutukluluklar "Büyük Birader"in "Düşünce Polisi"nin çalıştığını göstermiyor mu?
Azınlık Raporu
Ünlü bilimkurgu yazarı Philip K. Dick'in bir kısa öyküsünden yönetmen Steven Spielberg tarafından sinemaya uyarlanan film, 2054'te Washington DC'de geçiyor.
Psişik güçlere sahip kahinler -"Pre-Cogs"'lar ve bazı teknolojik aygıtlar sayesinde suçları daha işlenmeden farkedip suçluların yakalanmasını sağlıyor.
Suç önleyici organizasyon sayesinde suç daha işlenmeden cezalandırılıyor.
Son yaşanan olaylara baktığımızda anlıyoruz ki "suç" önleyici organizasyon ülkemizde de kurulmuş. "Pre-Cogs"lar bazı teknolojik aygıtlar sayesinde cemaate dokunan kitapları daha yazılmadan tespit etmekte ve el koymakta.
Kitap yazmayı 'suç' kapsamına almak için de ağzı "bin yıl" açık kalacak Ergenekon torbası kullanılmaktadır.
Fahrenheit 451
Fransız sinemacı, François Truffaut tarafından da sinemaya uyarlanan Ray Bradbury'nin ünlü bilim kurgu romanıdır.
Bu filmde, baskıcı bir gelecek toplumu anlatılıyor. Bu toplumda, insanları sadece televizyonda beyin yıkayıcı şovlar izliyor, kitap bulundurup düşünen insanlar yok ediliyor ve kitaplar itfaiyeciler tarafından yakılıyor.
İtfaiyecilerin tek görevi kitapları bulup imha etmektir.
Bu düzene muhalefet edenler kitapları saklamakta, kitapların yok olmasını önlemek için bölüm bölüm ezberleyerek gelecek kuşaklara aktarmaktadır.
Türkiye'de kitap yazmak "suç" tur. Kitap yazmak için yaptığınız görüşmeler, aldığınız notlar, topladığınız bilgi ve belgeler "suç"un delilleridir.
Bilgisayarlarınız "ele geçirilen" suç aletidir.
"Pre-Cogs"'lar artık "suç"u önceden tahmin ediyor, "Büyük Birader" tespitleri yapıyor, "Düşünce Polisi" yazılmamış kitaplara el koyuyor.
Tek görevi kitap imha etmek olan "itfaiye teşkilatı" yazılmamış kitaplara el koyup yok ediyor.
Onların distopyası varsa bizim de ütopyamız var!
Sevgili Ahmet,
Yıllar önce Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin yöneticiliğini yaparken kesişmişti yollarımız. Ben Ankara'da, sen İstanbul'da yöneticiydin, genel kurullar sürecinde görüşürdük Sonrasında pek fırsat olmadı. "Ama Ahmet" diyerek seni anlatmayacağım. Senin buna ihtiyacın yok, dostların da düşmanların da aslında seni çok iyi tanıyor.
Arat Dink'in o güzel sözlerini bir kez de ben tekrarlamak istiyorum:
"Güzel yaşanılabilir bir dünyanın, eşit ve adil bölüşüme dayalı sosyalizmle geleceğini düşünen bir sosyalistim dedim. Duymadılar" diyorsun. Onların orantılı kulakları duymaz. Duymasın. Biz duyduk. Duyuyorum. Sözünü öldüremezler. Söz, söylendi. Söyleyeni öldürebilirler, zindana atabilirler ama sözü öldüremezler. Bil ki düşlerimiz aynı. "Kuzu"larımız, o "ırkçı"ların ve "faşist"lerin de kuzularını yanlarına katarak, birlikte üretecekler o geleceği."
Şimdi yapılacak şey Ahmet'in kitabının basılması, dağıtılması itfaiyecilere karşı korunmasıdır.
Ve son söz ; "AHMET ÇIKACAK, YİNE YAZACAK!"
*HABER-SEN / Ankara Şube Başkanı
*Bu yazı habervesaire internet sitesinden alınmıştır.