2012 yılı 1 Mayıs gösterileri, arkasında dikkate değer izler bıraktı. Dört temel işaretten söz edilebilir: Kitlesellik, yaygınlık, bölünmüşlük ve düşük örgütlenme profili. Bu işaretler, aynı zamanda işçi hareketinin ve toplumsal muhalefetin son yıllardaki resminin ana deseni.
Kitleseldi, başta İstanbul olmak üzere sanayi ve ticaret kentlerinde on binlerce emekçi meydanları doldurdu. Yaygındı, sendika şubelerinin olduğu her ilde gösterilere sahne oldu. Örgütlenme profili düşüktü, sendika ve siyasi grupların çatısı altında katılanların sayısı nispeten azdı. Bilhassa İstanbul ve Ankara mitinglerinde, sendika, dernek, siyasi grupların çatısı dışındaki bireysel katılım çok büyüktü. Bölünmüştü, Türkiye işçi sınıfının en örgütlü gücü Türk-İş, işçi sınıfının merkezi İstanbul'dan uzakta, sanayi kenti Bursa'da toplanmıştı. Kamu çalışanlarının bir kısmı Ankara Sıhhiye'de toplanırken, Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP) angaje sendikalar, Ankara-Tandoğan'da 'Devlet Töreni' ile 1 Mayıs'ı kutluyordu. Diyarbakır'da Kürt hareketi ile bütünleşen emekçilerin sesi Fırat'ın Batısı'na ulaşamıyordu. Ve nihayet İstanbul'da son yılların en kitlesel 1 Mayıs gösterisine sahne olan Taksim Meydanı, dağınık da olsa toplumsal muhalefetin diriliğini ortaya koyuyordu.
Kitlesellik ve yaygınlık, 1 Mayıs'ın emekçiler nezdinde kabul gördüğünü ortaya koyarken meşruiyetini de güçlendiriyor, emekçilerin varlığını görünür kılıyor, sonraki kitlesel eylemlerin yolunu döşemiş oluyor. Toplumsal değişim sürecinde emekçilerin belirleyici rolü olduğuna inananlar için iyimserlik yayan bir tablo bu. Ama örgütsüzlüğün ve bölünmüşlüğün yaygınlığını dikkate alırsak, iyimserliğimiz gölgeleniyor.
Potansiyelin büyüklüğü ve sınırları
1 Mayıs 2012, emekçi odaklı toplumsal muhalefetin potansiyelinin ne kadar büyük olduğunu ortaya koyarken, bunun örgütlenme ve bölünmüşlük bakımından sınırlarını da göstermiş oldu. Örgütlenme ve bölünme sorunu aşılmadan emekçi odaklı toplumsal muhalefetin, Türkiye siyasetinde etkili olmasını beklemek hayal.
Yunanistan ve Fransa'daki başkanlık seçimleri de bu gerçekliği sarih biçimde ortaya koydu. Sendikal örgütlerin ve sisteme muhalif diğer bütün unsurların aktif desteği olmaksızın solun siyasette etkili olması mümkün görünmüyor. Her iki ülkede gerek resmi sol muhalefetin gerek toplumsal sol muhalefetin bütün unsurları, emekçilerin aktif desteğini arkasına aldı. Bu ülkelerde son iki yıldır kitlesel, yaygın gösterilerin ve grev dalgası ciddi bir rüzgâr oluşturmuştu.
Kamu çalışanlarını da (memurlar) dahil edersek Türkiye'de toplam sendikalı sayısı, 2 milyonu aşıyor. 14 milyonu aşan toplam ücretli sayısının yaklaşık 12 milyonu özel sektörde çalışıyor ama bunların en fazla 300 bini, yüzde 2,5'i sendikalı.
İşçi sendikalarında örgütlü toplam işçi sayısı en fazla 600 bin kişi. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) dahil, siyasi partilerde ve siyasi gruplarda emekçi ağırlığından söz etmek de mümkün görünmüyor, üye profili ve yerel yöneticilerin çoğu ara sınıflardan oluşuyor.
Halen işçilerin sendikalaşma oranı yüzde beş düzeyinde. Emekçi sayısı artarken, sendikalı olanların sayısındaki dramatik gerileme bu oranı kısa sürede geriletecek. Ama bu düşük düzey bile emekçilerin kitlesel biçimde siyasete ağırlıklarını koymaları için yeterli görülebilir. Emekçilerin ve kuşkusuz çevre hareketlerinden Kürt hareketine, eşcinsellerin mücadelesinden kadın hareketine kadar diğer bütün toplumsal muhalefet unsurlarının örgütlenme kapasitesinin genişlemesi için ülke siyasetinin bütününde ağırlıklarının artması kaçınılmaz. Şunu da söylemeli, sendikalardaki örgütlenme seviyesinin 14 milyonu aşkın işçiyi temsil edemeyecek seviyeye de düşmemesi gerekiyor.
1 Mayıs 2012 gösterileri, toplumsal alandaki bölünmüşlük ve örgütsüzlüğün mevcut sendika yönetim biçimi, örgütlenme tarzı, değişmeden aşılamayacağına bir kez daha işaret etmiş oldu. Hatta siyasi iktidarın dolaysız müdahalesinin ürünlerinin Ankara Tandoğan 1 Mayıs'ına yansıması, mitingte AKP'ye angaje Memur Sen ve Hak-İş sendika bürokrasisinin öncülük yaptığı kitle Çalışma Bakanı'nı bağrına basmasa da protesto da etmedi, bölünmenin güçleneceğini ortaya koyuyor. Şuna da işaret etmeliyiz ki sendikaların Türkiye'nin her yerinde, hatta Türk-İş Genel Başkanı'nın konuşma yaptığı Bursa mitinginde bile sınırlı sayıda işçiyi meydana taşıması, bunların örgütlenme çaplarının çok yetersiz olduğunu, eski örgütlenme birikimini tükettiklerini gösterdi.
"Tatil hakkını kullanamayan sendikalar"
'Sendika uzmanı' Atilla Özsever dostumuz, Türk-İş merkez bürokrasisine muhalefet eden 10 sendika başkanının DİSK ve KESK bürokrasisi ile 1 Mayıs vesilesiyle biraraya gelmesini '1 Mayıs Yeni bir sendikal odağın doğumu' duyurmuştu, (Yurt Gazetesi, 30 Nisan 2012) ama bu 'odak' da 1 Mayıs'a damgasını vuramadı. Sınırlı sayıda işçiyi Taksim'e taşıyabildi ve 1 Mayıs'taki onbinlerce kitlenin yönünü belirleyecek bir önderlik gösteremedi. Üyelerinin çoğunu fabrikalarda ve bürolarda bıraktı, üretimden gelen gücünü kullanamadı.
Kullanabilir miydi?
Kesinlikle hayır. Atilla Özsever'in görmek istemediği şey, bu 'muhalif odağın' tabandaki işçileri dışlayarak tamamen bürokratik unsurlardan oluşmasıydı. 'Sol'daydılar çünkü tabandaki işçileri kontrol etmek, yeniden seçilmek, solda meşruiyet sağlamak için bu gerekli. Bu bürokrasinin hedefi ise mevcut merkezi bürokrasiye karşı kendi konumunu güçlendirmek ve tabandan yükselen muhalefeti kontrol altında tutmaktan ibaret.
Bürokrasi eğer işçi sınıfının bölünmesini aşmayı, örgütlenme kapasitesinin genişlemesini amaçlasaydı, 1 Mayıs günü, iki yıldır resmi tatil olmasına rağmen, 'tatil hakkı'nı yasal sınırlar içinde sonuna kadar kullanırdı, kullanması gerekirdi.
Tatil olduğu yasa ile güvenceye alınmış 1 Mayıs'ın, tarihsel mücadeleyle oluşmuş meşruiyeti ile birlikte, daha örgütlü daha kitlesel olmamasının birinci dereceden sorumlusu olan sendika bürokratlarından medet ummak Atilla kusura bakmasın ama işçi sınıfına ve örgütlenme yeteneğine güvenmemek anlamına geliyor. Sendika bürokrasisinin parçası haline gelmiş sendika uzmanlarının umutsuz olmaları çok doğal. Ama onlardan bunu yayma konusunda temkinli olmalarını isteme hakkımız var.
Kitlesel 1 Mayıs'ın bütün resmi içinde küçük olsa ve öne çıkmasa da umutlu olmamız için pek çok unsur vardı. Dört ayrı 1 Mayıs'ı siyaseten ve örgütlenme bakımından birleştirecek pek çok unsur küçük, cılız ve etkisiz de olsa 1 Mayıs gösterilerinin içindeydi. İşçi, kent yoksulu, işsiz...
Kürt, Türk, Ermeni veya başka 'kimlik'ten, kadın veya eşcinsel veya Müslüman, alevi ya da ateist, çıkış noktası çevre veya sömürü olan binlerce öncü. Sorun bu öncülerin, bürokrasisiz, patronsuz, demokratik, katılımcı bir örgütlenme yaratmasıyla aşılacak görünüyor.
* Erhan Bilgin, İktisatçı ve sosyal politika uzmanı