Independent’te yayımlanan makaleyi, bianet stajyeri Nehir Özcan Türkçeleştirdi.
Sürekli telefonunuzda gezinmek size varoluşsal bir kriz yaşatıyor mu? Uluslararası uzmanlardan oluşan bir ekip, Journal of Computers in Human Behavior Reports'da yayınlanan bir çalışmada bu soruya yanıt aradı.
Araştırmacılar ABD ve İran'dan 800 üniversite öğrencisiyle yaptıkları ankette, ‘doomscrolling’in- yani olumsuz haberleri okumak için aşırı zaman harcamanın- varoluşsal kaygı, başkalarına karşı güvensizlik, şüphe ve umutsuzluk duygularıyla bağlantılı olduğunu buldular.
Flinders Üniversitesi Eğitim, Psikoloji ve Sosyal Hizmet Fakültesi'nde araştırmacı olan baş yazar Reza Shabahang, sürekli olarak olumsuz haberlere maruz kalmanın “dolaylı travma kaynağı” haline geldiğini ve insanların travmayı ilk elden yaşamamalarına rağmen bundan olumsuz etkilendiklerini söyledi.
“İnternette sürekli olarak olumsuz haber ve bilgilere maruz kalmak, kendi ölümlülüğümüz ve hayatlarımız üzerinde sahip olduğumuz kontrol ile ilgili inançlarımızı sorgulamamıza sebep olabilir” dedi.
Araştırmacılar, sürekli olumsuz haberlere maruz kalmanın “hayatın kırılgan ve sınırlı olduğu, insanların temelde yalnız olduğu ve bireylerin hayatları üzerinde tam kontrole sahip olmadığı” gibi düşüncelerle ilişkili olduğunu buldular.
İranlı öğrenciler için ‘doomscrolling’ aynı zamanda insan düşmanlığı ya da insanlığa karşı derin bir nefret ve güvensizlik duygusuyla da ilişkilendirildi.
Araştırmacılar, olumsuz haberlere sürekli maruz kalmanın “insanoğlunun kusurlu olduğu ve dünyada adalet olmadığı” fikrini pekiştirdiği varsayımında bulundu. Bu tür hatırlatmaların insanların “dünyanın adaleti ve iyiliğine ilişkin temel varsayımlarına” meydan okuduğunu tespit ettiler.
Ancak anketin örneklem büyüklüğünün “bu ilişkinin doğasına dair net sonuçlar çıkarmak için uygun olmadığını” eklemişler.
New South Wales Üniversitesi'nde ruh sağlığı profesörü ve Black Dog Enstitüsü'nün yönetim kurulu direktörü olan Scientia Profesörü Helen Christensen, araştırmanın ilginç bir ön çalışma olduğunu ancak örneklem büyüklüğü nedeniyle sonuçların taraflı olabileceğini söyledi.
Ayrıca doomscrolling'in anksiyete ile ilişkili olabileceğini ancak bunun sadece katılımcılar ‘doomscrolling’ yaparken olabileceğini de sözlerine ekledi. Doomscrolling'in varoluşsal kaygıya mı yoksa insan düşmanlığına mı neden olduğunu ya da “doomscrolling ve kaygının [başka bir nedenden ötürü] birbiriyle ilişkili olup olmadığını” söylemenin imkansız olduğunu söyledi.
Ancak Western Sydney Üniversitesi'nde dijital davranış uzmanı olan Dr. Joanne Orlando, bulguların “şaşırtıcı olmadığını” söyledi ve her yaştan insan için geçerli olabileceğini öne sürdü.
Orlando, doomscrolling'in bir kişinin ruh sağlığı üzerindeki uzun vadeli etkisinin, “insanların size sürekli bağırdığı bir odada” olmakla karşılaştırılabilir olduğunu söyledi: “Dünyayı ve onun içindeki yerinizi nasıl algıladığınızı gerçekten etkiliyor.”
Orlando, insanların sosyal medyanın ve haberlerin kendilerini nasıl hissettirdiğinin farkına varmalarının önemli olduğunu söyledi ve uyandıktan sonra haberlere ya da sosyal medyaya bakmayı ertelemelerini önerdi.
Ayrıca medyanın “neyi haber olarak gördüğünü yeniden tanımlamayı düşünmesi gerektiğini” söyledi.
Sosyal medyanın genç Avustralyalıların ruh sağlığı üzerindeki etkileri, ruh sağlığı kuruluşları ReachOut, Beyond Blue ve Black Dog Enstitüsü tarafından bu ay yapılan ortak bir sunumda gündeme geldi. Beyond Blue CEO'su Georgie Harman, sosyal medyanın gençlerin ruh sağlığına hem zarar verebileceğini hem de fayda sağlayabileceğini ancak sorumluluğun “yalnızca kullanıcılarda olamayacağını” söyledi.
Harman, sosyal medya şirketlerini “adım atmaya ve üzerlerine düşeni yapmaya” çağırdı: “İnsanlar bize oldukça açık bir şekilde, kıyamet senaryolarına kapılmaktan hoşlanmadıklarını ve kendilerine hangi içeriğin sunulacağı konusunda söz sahibi olmak istediklerini söylüyorlar. O halde sorumuz şu: sosyal medya platformları bu durumu nasıl ele alacak?”
(NÖ/AS)