Haberin İngilizcesi için tıklayın
2016 yılında bir Eylül sabahı, iki öğretmen, Deniz ve eşi Elif, dünyalarını alt üst eden bir habere uyandılar. Hiçbir uyarı ya da gerekçe sunulmaksızın, ikisi de öğretmenlikten ihraç edilmişti ve Türkiye’de öğretmenlik yapmaları yasaklanmıştı.
Deniz, haberi nasıl aldıklarını şöyle anlatıyor:
“Düşünün ki bir sabah uyanıyorsunuz ve hem kendinizin hem de eşinizin görevden ihraç edildiğini öğreniyorsunuz. Başka bir meslekle iştigal edecek bir donanımız da yok. Nasıl geçineceğinize dair hiçbir fikriniz olmuyor.”
Deniz de Elif de başlarda bir soruşturma olacağını ve yapılan hatanın anlaşılarak, işlerine geri döneceklerini düşünmüşler. Ancak iki yıl geçmesine rağmen, her ikisi hakkındaki cezai soruşturma düşmesine rağmen, işlerine dönemiyorlar ve öğretmenlik yapmaları halen yasak.
Deniz ve Elif’in hikayesi ne yazık ki çok bilindik. Zira onlar, Türkiye’de iki yıl boyunca süren olağanüstü hal uygulaması çerçevesinde yayımlanan bir dizi kanun hükmünde kararnameyle kamu sektöründeki görevlerinden doğrudan ihraç edilen yaklaşık 130 bin kişiden yalnızca ikisi. 2016 yılındaki darbe girişimin ardından ilan edilen olağanüstü hal uygulaması şimdilerde kaldırılmış olsa da, işlerini kaybeden binlerce insanın yaşadığı çetin sınav henüz sona ermiş değil.
Uluslararası Af Örgütü tarafından 25 Ekim 2018'de yayımlanan rapor, kamu çalışanlarının keyfi ihraçlara ve çok ihtiyaç duydukları onarımlara yönelik itirazlarının Türkiye hükümeti tarafından kasti ve sistematik bir politikayla engellendiğini ortaya koyuyor.
Artan baskılar sonucu hükümet, Ocak 2017’de olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerinde yayımlanan kararlara itirazları incelemek üzere “Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu”nu (Komisyon) kurdu. 5 Ekim itibariyle Komisyon 125 bin başvurudan yalnızca 36 binini inceledi ve incelenen kararlardan yüzde 7’den azında itirazlar kabul edildi.
Komisyon’a başvuru yapan insanlar sonu gelmez bir sürece maruz bırakılıyorlar. Örneğin, başvuruda bulunmak için neden ihraç edildiklerini yazmaları gerekiyor. Ancak neden ihraç edildiklerine dair neden kendileriyle paylaşılmadığından ve “terör” gruplarıyla “irtibat” veya “iltisak” halinde olduklarıgibi genel gerekçelerle ihraç edildiklerinden, başvurularında da genel ve kapsamlı gerekçelerle itiraz etmek zorunda kalıyorlar. Daha kötüsü, bazen başvuru yaparken neden ihraç edildiklerini tahmin etmek durumunda bırakılıyorlar. Bir televizyoncunun eşi, ihraç edilen eşinin “tam olarak neden ihraç edildiğini bilmeksizin, ihraç kararına itiraz ettiğini” söyledi.
Rapora göre, Komisyon’un gerçek anlamda kurumsal bir bağımsızlığı bulunmuyor, sonu gelmeyen bir inceleme prosedürü var, başvuru sahiplerine kendilerine karşı yapılan isnatlara etkili bir şekilde cevap verebilme şansı tanımıyor. Ayrıca hukuka herhangi bir şekilde aykırılığı bulunmayan, bir bankada hesap açmak ya da belli bir sendikaya üyelik gibi faaliyetler de ihraç kararlarını onarken yeterli ‘delil’ olarak sunuluyor. Bütün bu süreç, Türkiye’nin uluslararası ve bölgesel insan hakları çerçevesinde uymakla yükümlü olduğu adil yargılanma standartlarıyla çelişiyor.
Nadiren de olsa, Komisyon’un verdiği olumlu karar sonucu işine dönmesine karar verilen kişilerin eski iş yerlerinde aynı pozisyona döneceklerine dair bir güvence bulunmuyor. Örneğin ihraç edildiğinde yönetici pozisyonunda olan kişiler genellikle işe iade edildiklerinde yeniden yönetici olamıyor, daha alt pozisyonlarda görevlendirilebiliyor.
Kitlesel çaptaki bu ihraçlar, aileler ve bireyler üzerinde yıkıcı ekonomik etkilere yol açtı. Ömür boyu tekrar kamu görevine girmekten men edilen kişiler, kendilerine pek de halden anlar bir şekilde muamele etmeyen ve işverenlerin, yetkililer tarafından kamu hizmetinden çıkarılanları işe almaya isteksiz oldukları özel sektöre yönelmek durumunda kaldılar. Sonuçta pek çok ihraç edilen kişi hala işsiz ve hem kendilerini hem de ailelerini geçindirmekte zorlanıyor.
İhraçların sosyal etkileri de benzer ölçüde sarsıcı olabiliyor. Deniz, ihraç edildiğinden beri yaşamakta olduğu toplum dışına itilmişlik hissini şöyle ifade etti:
“Tam olarak neyle itham edildiğinizi bilmeksizin terörist olarak damgalanıyorsunuz ve en yakınlarınızdan bile tamamıyla soyutlanıyorsunuz.’
Yaşanan bu ekonomik zorluklarla, ihraç edilmenin beraberinde getirdiği sosyal damgalanma pek çok ihraç edilen kişinin ciddi psikolojik sorunlar yaşamasına neden oldu. Önceleri bir hastanede radyoloji teknisyeni olarak çalışan Kerem, görevinden uzaklaştırıldığı 16 ayın ardından işine geri dönebildi ama yaşadığı travmanın izleri silinmedi. Kerem, “İsmimi ihraç listesinde görmek hem beni için hem ailemi yıkmıştı. Sekiz ay boyunca evden dışarı çıkmadım. Psikolojik destek aldım. Bugün hala terapiye devam ediyorum” dedi.
Toplu ihraçlara yönelik tepkisine rağmen hükümet, Temmuz 2018’de yeni bir yasa kabul etti. Bu yasayla “terör örgütleriyle veya ulusal güvenliği tehdit eden diğer gruplarla bağlantısı olduğu” addedilen kamu çalışanlarının doğrudan ihraç edilebilme yetkisi üç yıllığına daha uzatılıyor.
İlk ihraçların üzerinden iki yıldan uzun süre geçmesine rağmen, binlerce kamu çalışanı hala bir belirsizlik içinde ve etkin bir çözüm yoluna erişemiyor. “Terörist” olarak damgalanan ve geçim kaynaklarından mahrum bırakılan bu kişilerin hem mesleki hayatları hem de aile hayatları mahvolmuş durumda. İhraçların keyfi mahiyeti açık olmasına rağmen, itirazları incelemek üzere kurulan Komisyon anlamlı ve etkin bir başvuru süreci sunmuyor, hükümetin verdiği kararların büyük bir çoğunluğunu otomatik olarak onaylayan bir mekanizma işlevi görüyor.
Olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleriyle yapılan ilk doğrudan ihraçların üzerinden iki yıl geçti. Türkiye yetkililerinin artık tüm ihraç edilen kamu çalışanlarını işine iade etmesinin ve bu kişilerin mahrum kaldıkları maaşları, fiziki ve psikolojik olarak gördükleri zararlar da dahil olmak üzere tüm zararlarını tazmin etmesinin zamanı geldi. Hizmet kusuru ya da görevi suiistimali bulunduğuna veyahut bir suç işlediğine dair hakkında makul şüpheler bulunan kişilerin görevden alınmalarına dair her türlü karar ise yalnızca tüm usul güvencelerini de içeren olağan disiplin süreci çerçevesinde alınmalıdır.
Aslında çoğu ihraç edilen için, bu süreçte yaşadıkları zararın tazmini imkansız.
Şimdilerde inşaat işçisi olarak çalışan ihraç edilmiş bir akademisyen “ Bir daha eskisi gibi olamayacağız…” diyor, “Bir insanın sahip olduğu en temel değerlerden biri adalet duygusudur. Adalete [erişebilme] duygunuzu yitirdiğiniz an, bir ülkeye olan aidiyet duygunuzu da yitiriyorsunuz.” (AG/HK)
*İsimler, görüşülen kişilerin kimliklerinin korunması amacıyla değiştirilmiştir.