Kaygıları ortak ve birbirinden habersiz kişileri, günün birinde ODTÜ’de duvara asılan bir afiş bir araya getirir. Şöyle yazıyordur o afişte:
“Gilles Deleuze, Elif Şafak, Felix Guattari, Jean-Paul Sartre, Yılmaz Özdil, Roland Barthes, Melih Gökçek, Lucretius Carus sevenlerini kucaklıyorum.”
Birkaç hafta geçmeden bir araya gelirler, savunma mekanizmalarını mizah olarak belirler ve koyulurlar yola. Bugüne kadar kendilerine dayatılan, tüketime özendiren, yarısından fazlasını reklamların oluşturduğu dergilerden sıkılmış, okuyacak bir şey bulamayan insanlardır onlar aslında. Mizah duygusunu kaybetmemiş bu politik insanlar için bir paylaşım ve üretim alanı haline gelir Velvele Mecmua.
İpe asılı dondan logo
Bir yandan tespitler ile mizah yapmaya bir yandan da provokatif söylemler ile çekicilik elde etmeye çalışan Velvele Mecmua’nın logosu ise ipe asılı don.
Bunun nedenini de şu sözlerle açıklıyorlar:
“Hepimizde olan bir şey sonuçta don. Görenleri vuruyor ve anında kafa karışıklığı yaratıyor. Çünkü fazlasıyla ciddiyetsiz görünüyor. Yani donun bir logo için uygunsuzluğunu kullanıp vur-kaç yapıyoruz. Bu ‘vur-kaç’ların insanlarda yarattığı karışıklık da bize göre ‘velvele’nin tanımı oluyor.”
Vur-kaç dedikten hemen sonra da önce muzip bir gülümseme yerleşiyor dudaklarına, “Romanın ideolojik bir propaganda aracı hâline geldiği günlerde sıradan bireye yönelen ve onların hayatına ışık tutan Oğuz Atay'ı mecmua olarak hep kucaklıyorduk. Çok severiz Oğuz Atay’ı” diyor ve ODTÜ’de düzenlenen Oğuz Atay İmza Günü’nü anlatmaya başlıyorlar.
Oğuz Atay’a kitap imzalatmak isteyenler
Aslında istedikleri yazarlığın bu tür işlerle bağdaşmadığını anlatmak, ironi yapmaktır. Gerçekten de afişleri asarlar panolara, duvarlara. Afişlere gün ve saat bilgisi eklemekten geri durmazlar ve hatta bir de salon ayarlarlar hayali imza günü için.
Duyurdukları gün ve saatte, ayarladıkları salona ellerindeki Oğuz Atay kitaplarını imzalatmak üzere birkaç kişi gelir, “Oğuz Atay nerede” diye sorarlar bir de. Mecmua ekibi bu duruma üzülse de hayali etkinlik sayesinde zamane gençliğinin edebiyatla olan ilişkisini eleştirel bir yönden ortaya koydukları, Oğuz Atay’ın bile içinin nasıl boşaltıldığını göstermiş oldukları için memnundurlar.
Mecmua olarak kucaklıyoruz
Mecmua olarak bazen 50 kuruşa su içip 1 liraya işeyenleri, bazen Temmuz sıcağında Ergenekon ihbarı yapıp tarlalarını bedavaya emniyet güçlerine çapalattıran Kırşehir halkını ve bazen de kimliklerinde din hanelerinin dolu, kan gruplarının boş olduğu cumhuriyetleri kucaklarlar.
Bu kucaklama dürtüsünü de şöyle anlatıyor mecmua ekibi:
“Arada kalmış insanları içine çekemeyen tüm gelenekçi yaklaşımları eleştiriyoruz. Geleneğe körü körüne bağlılık kadar, gelenekten bağımsız bir düşünce de yanlış. Ancak insanların hayat tarzları ve gereksinimleri ile kutuplaşan geleneklerden arınmak, doğru ve gerekli gelenekleri geleceğe doğru geliştirmek gerekiyor.”
Kucaklanmayan reklam camiası
Yazar kadrosu da bir hayli geniş ve renkli Velvele Mecmua’nın. Öğrencisinden çalışanına, düğün fotoğrafçısından Somali Prensi’ne dek uzanan bir künyeye sahipler. Derginin 32 sayfasını çay içerken, yemekhanede sıra beklerken akla gelenlerle doluveriyormuş.
Şimdilerde İnegöl’den Hasankeyf’e, Trabzon’dan Adana’ya kadar 20 şehirde okunabiliyor mecmua. “İlk sayılarımızda kimse ne yaptığımızı çözemediğinden, pek sevilmiyorduk. Ama insanlar bizi artık anlıyor” diyorlar mutlu mesut.
Kendi imkânlarını yaratıyor, gönüllülükle ilerliyor esasında Velvele Mecmua. Olur da matbaa parasını çıkarabiliyorlarsa ücretsiz dağıtıyorlar dergiyi. Kimi zaman da matbaa torpil yapıp dergiyi fazla basarsa seviniyorlar ekip olarak. Dağıtıma da para vermiyorlar. Arkadaşları, kuzenleri ve yoldaşlarının aracılığıyla dağıtıyorlar.
Pek çoklarını kucaklasalar da reklamları ve reklamcıları kucaklamaktan imtina ediyorlar. Çocukluklarında çizgi film arasına giren reklamlara duydukları nefretten dolayı dergiye reklam da almıyorlar. Şöyle anlatıyorlar bu durumu:
“Dolgun saçlar, bembeyaz tüller, rahat bir spor için mutlaka kullanılması gereken kadın pedleri bizim gerçeklerimiz değil. Apartmanımıza satış elemanları giremez. Dediğimiz gibi gönül dostluklarımız sayesinde dağıtım, satış işlerimizi hallediyoruz. Sağ olsunlar, onlara dergileri otobüsle gönderiyoruz, üşenmeden dağıtıyorlar. Yani, mecmua kendi imkânlarıyla buluşuyor her yere. Umarız bu sözlerimizi bir gün yemek zorunda kalmayız.”
Kendi haber kaynaklarının peşinde
“Toplum dediğimiz şey yaşamı kolaylaştırsın diye ortaya çıkmış. Yaşamımızı zorlaştırıyorsa bir durup düşünmek gerekir. Duruyoruz, düşünüyoruz” diyorlar ve yaptıklarının arka planında nelerin olduğunu, nelerin olmadığını anlatmaya başlıyorlar.
Özellikle arka kapak çizimleri ile toplumsal sorunlara dair bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar. Mizah duygusunu kaybetmemiş politik insanlar olarak kadınlar üzerinde uygulanan fiziksel ve psikolojik baskıların farkında olduklarını vurguluyor, “Genelde kadınları mizah dergilerinde ve televizyon programlarında cinsiyetçi espriler dâhilinde zekâsı küçümsenen ve aşağılanan şekillerde görüyoruz. Otisabi, Çok Güzel Hareketler Bunlar, Bay J, Levent Kırca, Takvim gazetesinin 'nakavt' başlıklı haberi, çoğu spor gazetesi manşetlerini bunlara örnek gösterebiliriz. Kadınlar ille de bir çizimin, bir yazının malzemesi olacak ise politik bir eleştiriyi de yanında getirmeli diye düşünüyoruz” diyerek bundan duydukları rahatsızlığı dile getiriyorlar.
Okuru bayağı espriler ile gülümsetmektense, düşündürmek ve hatta rahatsız etmek onların derdi. Suçluları neredeyse ödüllendiren bir ceza sistemi onları epey rahatsız ediyor. Bu konuda söyledikleri ise başka söze hacet bırakmıyor:
“Biz ‘adalet sistemi’nin adalet için, ‘güvenlik güçleri’nin güvenlik için, ‘ileri demokrasi’nin demokrasi için var olmadığını biliyoruz. Gezi direnişinde de aynı şeyi yaşadık. Satırlı muhafızların devlet tarafından nasıl korunup kolladığını, protesto hakkını kullananları nasıl öldürdüğünü gördük. Tüm bunlar yaşanırken, ana akım medya penguen göçü yayınlayarak; bu şiddete ortak oldu. Ama Gezi direnişinde bir dövizde ‘Biz Diyarbakır'ı da 30 sene bu medyadan izledik değil mi?’ yazıyordu. Artık olan bitenin farkında olan halk artık kendi haber kaynaklarını yaratıyor.”
Güvenlik kamerası ipe asılı donu kaydediyor
Son sözü Velvele Mecmua ekibine bırakıyor ve olanca içtenliğimle mecmua ekibini kucaklıyorum:
“Yeni sayının kapağında RCL marka bir güvenlik kamerası var. Bizi koruması için koymuşlar her yere. Ama Ethem vurulduğunda hepsi gökyüzüne çevrildiler. Onun görüntülerini izledik.
"Yavaş yavaş bir distopya yaratılıyor. Ancak o kameralar evlerimizi ve arabalarımızı da koruduğu için bu kameralara tepki veremiyoruz. Dur dur yeri gelmişken büyük bir laf edelim:
"Foucault der ki: Toplumu bekleyen en büyük tehlikenin araba hırsızları tarafından değil; savaşlar, açlıklar, sömürü, bunlara izin veren ve neden olan her şey tarafından temsil edildiği söylenebilir.
Totaliter iktidarın sözde toplumsal huzuru olan bu bekçilerini mecmua olarak teşhir ediyoruz ve bianet okurlarını mecmua olarak kucaklıyoruz.” (İD/HK)