bianet'in "Domuz Gribi Pandemisi" ile ilgili yaptığı bir haberde bana da bir hasta hakları aktivisti olarak görüş sorduklarında düşüncemi belirttikten sonra "bu noktada idare, meslek ve uzmanlık örgütleri, hasta ve yakını örgütleri ve medyanın yakın ve doğrudan işbirliği sağlanmalı, bunların tümünün içinde yer aldığı ve temsil edildiği bir eşgüdüm merkezi ve kriz yönetim merkezi oluşturulmalı" demiştim.
Bakanlığın söz konusu salgınla ilgili olarak "nasıl bir yönetim becerisi" gösterdiği medyada da enine boyuna tartışılıyor.
Sağlık Bakanı Referans gazetesinden Eyüp Can'la 31 Ekim'de yaptığı bir söyleşi sırasında durumla ilgili eleştirilere yanıt vermiş ve "lütfen bu konunun gerçek uzmanları dışında kişilere uzman muamelesi yapmayın. Bilim karşıtı marjinal açıklamalara itibar etmeyin. Türkiye'nin en yetkin enfeksiyon uzmanlarından oluşan 60 kişilik Bilim Kurulu'na kulak verin" demiş.
Haklı gerçekten de! Ama yalnız bir "bilimsel danışma kurulu"nun olması yetmez. Ayrıca bu "kriz"i yönetmek için çok taraflı, etkin ve doğru çalışan bir "eşgüdüm ve kriz yönetim merkezi" de olmalıdır.
* * *
Söz konusu kurulun kimlerden oluştuğuna dair bana ulaşan bir listede bakanın söylediği gibi "60" değil "34" isim vardı. Bunların arasında gerçekten bilimsel olarak bu konuda uzmanlığı tartışılmayacak kişiler bulunuyor. Ama medyada hastalık ve aşıyla ilgili eleştirileri dile getirenler de bu konuları iyi bilen bakanın da kabul ettiği gibi oranları "yüzde 2-3'ü geçmese" de söz konusudur. Bilimde "oylama yoluyla bilginin belirlenmesi" söz konusu olamayacağı için, en uç, aykırı ve marjinal düşüncelere de kulak verilmesi gerekir. Tersi bakan da olsa bir "akademisyen" için ne kadar doğru bir tavırdır. Ayrıca bir kurulun varlığı, her şeyin o kurulun değerlendirmeleri ve önerileri doğrultusunda alınan kararlarla yapıldığını da göstermez.
Sözü bu örnek ve diyalogdan çıkarak "gerçek gazeteci"lerin böyle bir durumda yapmaları gerekenlere getirmek istiyorum. Eğer amaç "kamuoyuna doğruların ve gerçeklerin anlatılması" ise bir sonuca varmadan önce ifade edilen o kurulla ilgili şu soruların da yanıtları ortaya konulmalıdır.
- Söz konusu "Pandemi İzleme Kurulu" ilk olarak ne zaman, nasıl ve hangi yolla oluşturulmuştur? Bu kurul salgının çıkma olasılığı belirdiği andan başlayarak mı yoksa ilk olgular görüldükten bu yana mı görev yapmaktadır? Bu kurul daimi bir kurul mudur? Dayandığı bir yasal mevzuatı var mıdır?
- Bu kuruldaki kişiler bir "kurumsal temsiliyet" temelinde mi belirlenmiştir, yoksa isimler "şahsen" mi çağrılmıştır? Kurulun oluşturulması aşamasında böyle bir kurulda yer alabilecek tüm kurum ve kişilere bir çağrı çıkarılmış mıdır?
- Söz konusu kurul, salgınla ilgili gerçekleştirilen uygulamalarda ve bunların ardındaki idari kararlarda belirleyici nitelikte ve sorumluluğa katılan bir "karar kurulu" mu yoksa yalnızca bir "danışma kurulu" mudur?
- Söz konusu kurul bu güne kadar kaç kez, nerede toplanmıştır? Kurulda kararlar ya da karar önerileri nasıl ele alınmaktadır? Kurulun toplantıları, konuşulanlar, önerileri, kararlar yazılı hale getirilmekte midir? Bunlara bilgi edinme hakkı çerçevesi için ve ulaşmak olanaklı mıdır?
- Bu toplantılarda kurulun bilimsel bilgilerin ışığında değerlendireceği veriler nereden ve nasıl elde edilmektedir? Bu verilerin doğruluğu nasıl sağlanmaktadır?
- Kurulun önerileri sorunla ilgili idari kararlarda ne kadar belirleyici olmaktadır? Kurulun idareyle bağı nasıldır? Şimdiye kadar gerçekleştirilen uygulamaların bilimsel sorumluluğunu kurul üstlenmekte midir? Bunun hukuksal sonuçları olacak mıdır? (Ortaya bir yanlış sonuç ya da zarar çıkarsa mağdurlar bununla ilgili taleplerini kurula yansıtabilecekler midir?)
Bu soruların yanıtlarının kamuoyuna sunulmaz ise, politik ve idari bir makam olan Sağlık Bakanlığı'nın uygulamalarının bilimsel olduğu iddiası havada kalacaktır.
Gazeteciler kendilerine söylenen bu tür ifadeler karşısında, sırasında "marjinal" olmayı da göze alarak, doğru bilgiye ve gerçeğe ulaşma çabasını gösterebilmelidir.(MS/EÜ)