Bir zamanların en güçlü para birimi Dolar, uluslararası rezerv haline geldiğinden bu yana belki de en sıkıntılı günlerini yaşıyor. Gerçi “Dolar en sıkıntılı günlerini yaşıyor” biçiminde bir tanımlamanın da yeterince doğru olmadığını söylemek gerek. Doğru tanımlama şu olmalı: Dolar’ın değerindeki düşüş dünya ekonomilerine zor günler yaşatıyor.
Gerçek şu ki; kısmen ABD ekonomisine ilişkin kaygılar kısmen de çeşitli nedenlerle büyüyüp şu an reel sektörü de vurma noktasına gelen mali kriz ve tabii ki hem bu gelişmelerin doğrudan bir sonucu hem de bu gelişmelerden bağısız bir trend olarak emtia fiyatlarındaki hızlı değer artışı gibi süreçler Dolar’ın hızlı değer yitirmesinin bugünkü nedenleri arasında yer alıyor.
Düşük dolar politikası...
Daha öncesini merak ediyorsanız onu da söyleyelim. 90’ların ortalarından bu yana ABD’nin, Asya ve Avrupa’ya karşı ihracatta rekabet avantajını korumak için geliştirdiği bir stratejiydi bu. O yıllarda sıkça gazete sayfalarında da “ABD’nin düşük Dolar politikası” başlıklı bir sürü makale okuduğunuzu hatırlayın lütfen. Sonra ekonomi hızla ısınmaya başlayıp, piyasa ekonomisi kuralları çerçevesinde çalışan bir ekonomi için en büyük kâbus olan enflasyon tehlikesi baş gösterince ABD Merkez Bankası Fed’in aynı hızla faizleri artırmaya başladığını da…
Bugün artık ABD Doları değer açısından son 10 yılın en düşük seviyelerine gelmiş durumda. Euro karşısında 1.50 seviyelerini zorlayan, Yen karşısında 107 seviyelerine kadar inen Dolar’ın YTL karşısındaki seviyesi de bu durumda kimse için şaşırtıcı olmamalı.
Son bir aydır 1.16-1.19 YTL seviyeleri arasında hareket eden Dolar’ın bu seviyelere gelmesinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın da pek bir suçu olmadığını söylememiz gerek.
Dünya ekonomilerini etkileyen kararların alındığı yerler artık tek başına hükümet binaları, başbakanlıklar değil. Bunu söyleyerek yerel ekonomik politikaların tamamen anlamsız olduğunu iddia etmiyorum elbette. Ama merkezleri Londra, New York, Tokyo, Moskova ve Frankfurt ve hatta artık İstanbul olan ve aslında hiçbir kara parçasına bağlı olmadan tamamen elektronik ve mesai saatlerinden bağımsız bir yapı var karşımızda. Bu yapının tek işi ise para. Ve bu yapının para ile ilgili olarak verdiği kararlar yerel tabanda alınan ekonomik kararları çok ciddi boyutlarda etkileme gücüne sahip.
Yani artık bütün ekonomik kararlar -enflasyon hedefi, faiz oranları, vergi oranları, iç ve dış borçlanmalar, kamu maaş artışları, kamu zamları, emekli maaşları- artık uluslararası sermaye ve onun talepleri de dikkate alınarak düzenlenmek zorunda.
2001 krizinin ardından uluslararası pazara, -başka bir deyişle küresel ekonomiye ya da isterseniz imparatorluğa- muadili gelişmekte olan ülkelere kıyasla çok daha sıkı bağlarla bağlanmış olan Türkiye için de durum bu.
ABD ekonomisinin hal-i pür meali
ABD ekonomisi bir süredir ürettiğinden fazla tüketiyor. Dış ticaret açığı son birkaç aydır istikrara kavuşmuş gibi görünse de hala rekor seviyelere yakın miktarda seyrediyor. Şimdiye kadar bu süreç bir sağ cepten alıp sol cebe koyma mantığı ile yürüdü. ABD dışarıya sermaye ihraç edip gelişmekte olan ülkelere ve gelişmiş olanlara yatırımlar yaptı, sonra bu paraları yüksek faizli borçlanmalarla yeniden ABD ekonomisine çekti. (Bu stratejinin ilk uygulandığı yer Japonya oldu. Şimdi ise Çin aynı oyunun bir parçası.)
Böylelikle hem tüketim eğiliminin aynen hatta artarak sürmesini güvence altına alacak hem de bu tüketimden kaynaklanan açığı finanse edecek, kendi içinde sürdürülebilir bir süreç yakaladı. Ancak, ekonomik büyümenin, son 10 yılda yüzde 2.5-3 arasında olmuşken, bu yıl yüzde 1.5-2 aralığına inebileceği öngörülüyor ki bu da dünya ekonomileri açısından ciddi bir sıkıntı demek.
Buna bir de bir ekonomi açısından hem büyüklük, hem diğer sektörlere geçişkenlik hem de sosyal yansımaları açısından en hayati sektörlerden biri olan konut piyasasındaki sıkıntı da eklendiği için mesele uluslararası bir sorun haline gelmiş durumda.
Mortgage ne demek, niye kriz yarattı
Buradaki sıkıntının birkaç boyutu var. Öncelikle gerçek konut piyasası ve bunun finansman biçimi ilk problemin kaynağını oluşturuyor. Biliyorsunuz ABD konut piyasası ipotekli konut finansmanı (İKF - mortgage) sistemi ile yürüyor. Bankalar ve İKF şirketleri 10-20 hatta 30 yıl vade ve çok düşük faizlerle binlerce aileye oturdukları evler için gereken finansmanı sağlıyor.
ABD günlük hayatının en önemli kısmını bu ailelerin aylık İKF geri ödemeleri oluşturuyor. Hollywood filmleri ve dizilerinde kızgın kocanın karısına yakınmasını hatırlayın: “Bu evin mortgage’sini ben ödüyorum”. Ama son 10 yılda gerek sermaye piyasalarının yükselişi gerekse emtia fiyatlarındaki artışın ortaya çıkardığı sıcak para o kadar yüksek miktardaydı ki bu bankalar ve İKF şirketleri şimdiye kadar olduğu gibi İKF kredilerini kılı kırk yararak vermeye devam ederlerse ellerindeki paranın büyük kısmını kullanamayacaklarını fark ettiler ve risk almaya karar verdiler.
Bunun için de ikincil İKF (sub-prime mortgage) piyasası adı altında yeni bir piyasa oluşturdular ve bu piyasa ile de hiçbir geri ödeme garantisi olmayan bir kesime sabit yerine değişken (yani daha yüksek) faizle milyarlarca dolarlık İKF kredisi açtılar. Verilen İKF kredisi tutarı 1 trilyon dolara yaklaştı. Fakat ABD ekonomisi yavaşlamaya başlayınca birden bu kredilerin zamanında geri ödenemediği ve uzunca bir süre de ödenemeyeceği oryaya çıkınca işler karışmaya başladı. İlk darbe riskli kredileri açan bankalar ve İKF şirketlerini vurdu. Bugünlerde ABD’li İKF şirketlerinin ve bankalarının milyarlarca dolara varan zararı buradan kaynaklanıyor.
Sentetik ürünler ya da “suyunun suyunun suyunun suyu”
ABD sermaye piyasaları hem düzenleme hem işleyiş hem de yatırım araçları açısından dünyanın liderliğini yapar. Bugün bizim de piyasalarımızda kullandığımız bir çok yeni ürünün ilk çıkış yeri başta ABD olmak üzere Anglo-Sakson sermaye piyasası geleneği olmuştur. Bu piyasalar yukarda da belirttiğimiz gibi ellerindeki paraları yatıracak bir alan arayışı içindeyken birden bu İKF kredilerini de menkul kıymet gibi alıp satabileceklerini fark ettiler. Sonrası çorap söküğü gibi geldi.
İKF şirketleri ellerindeki kredileri menkul kıymetleştirip sermaye piyasalarında işleme soktular. Bununla da kalmayıp bu kâğıtlara bağlı başka sentetik ürünler de oluşturuldu. Bu kağıtlara en özel ilgiyi ise büyük riskler alarak büyük karlar elde etmek isteyen hedge fonlar gösterdi. Türkçeleştirmekte zorlandığım bu kavram aslında elindeki 1 liralık paraya karşılık 10, 20 hatta 100 kata kadar risk alarak yatırım yapan Amerikan icadı bir fon biçimini tarif ediyor. Bu fonların en büyük sorunu ise aldıkları risk miktarını kendilerinden başkasının bilmemesi.
Yukarda bahsettiğimiz İKF kredilerindeki geri ödeme problemi kaçınılmaz olarak bu piyasaları da vurdu. Yani yukarda şirketler bazında bir sorun olarak karşımıza çıkan sorun sermaye piyasalarına da sıçradı. Bunun sonucu hedge fonlar ellerindeki bu sentetik ürünlerden kurtulmak için satışa geçti. Bir kısmı bu riskten nispeten düşük bir maliyetle kurtuldu ama Bear Stearns, Goldmann Sachs, Merrill Lynch gibi dev yatırım bankalarından gelen fon kapatma, faaliyet durdurma ve zarar haberleriyle sermaye piyasaları 5 yıllık yükseliş sürecinden sonra hızla düşüş sürecine geçti.
Bu düşüş sürecinden sadece gelişmekte olan ülkeler değil (hatta onlar nispeten az bile etkilendi) başta ABD olmak üzere ağırlıklı olarak gelişmiş ülkeler etkilendi. Yatırımcılar hızla dolar ve dolara bağlı menkul kıymetlerden kaçıp daha az riskli alanlara, ekonomik büyümesi sağlam görünen gelişmekte olan ülkelere ve başta petrol olmak üzere emtia piyasalarına saldırdı.
Yeni yatırım araçları: Petrol ve altın
Petrol başta olmak üzere altın ve diğer emtialar, (demir, çelik, bakır, alüminyum) Çin, Hindistan ve çok daha az miktarda olmak kaydıyla Türkiye gibi yüksek gelişme hızı yakalamış ülkelerin talebi ile zaten ciddi bir değerlenme yaşamıştı. Ama Irak savaşı, İran’la ABD arasındaki gerginlik, fırtınalar, OPEC’in inatla üretim artışına gitmemesi, yeni petrol rezervlerinin bulunamaması, drenaj derinliği ve maliyetlerinin artışı gibi yeni jeopolitik olgular da fiyatların yüksek seyrini körüklüyordu.
Tam olarak ne olduğunu anlayamadığı sentetik araçların darbesini yiyen sıcak paranın güven arayışındaki ilk adres emtia piyasası oldu. Bu piyasaya o miktarda para aktı ki, emtia piyasalarında hiç alışık olunmayan işlem günleri ve fiyat adımları görmeye başladık. Bir işlem günü içinde petrol 5-6, altın ise 15 hatta 20 dolarlık bir bant içinde salındı.
ABD ekonomisi ile ilgili her olumsuz makro rakam, her olumsuz şirket bilançosu haberi dolarda” daha fazla satış dolayısıyla da daha büyük düşüşler getirdi.
Yüksek faiz-düşük kur efsanesi: TCMB ne yapsın?
Türkiye’de “yüksek faiz düşük kur” diye bir efsane var. Sanki Hükümet ve Merkez bankası elbirliği yapmış ve sürekli ihracatçının aleyhine çalışıyormuş gibi düşünülüyor. Bu teoriye göre Merkez Bankası faizi yüksek tutuyor çünkü kurun değerlenmesini istiyor. Çünkü bu şekilde enflasyonu kontrol altına alacağını umuyor. Ya da iyice komplo teorisi yapanlara göre bu hükümet yabancı yatırımcıya yüksek faiz ile ülkenin kaynaklarını peşkeş çekiyor!
Bu konu üzerine söylenecek tek bir şey var. O da geçmişi hatırlamak. Bu ülkede reel faizin 2004-2005 döneminde yüzde 6’lara kadar indiği oldu. Ki o dönem ABD’nin verdiği faiz yüzde 5’lerin üzerindeydi. Aradaki bu çok az farka rağmen para Türkiye’ye akmaya devam etti. Hem zaten geçen yıl Merkez Bankası’nın faiz artırmasının nedeni de kurla alakalı değildi. Tamamen ekonomiyi soğutmaya yönelik bir tedbirdi.
Kısacası yukarda saydığımız sebepler ve bunların bileşkesinden oluşan süreç devam ettiği sürece ülkeye para akmaya devam edecek ve YTL dolar karşısında güçlü olmaya devam edecek. Genel trend devam ederse elbette…
2008’de de dolar hızlı düşer mi?
Görünen o ki temel dengelerde büyük bir değişiklik olmayacak. Yani ABD ekonomisi ile ilgili kaygılar sona erecek gibi değil. Artık herkes ABD ekonomisinin yüzde 1.5-2 aralığına doğru yavaşlayacağına kesin gözüyle bakıyor. Asıl endişe ekonominin bir durgunluğa girmesi. Gerçi ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Ben Bernanke bunun söz konusu bile olmadığı yönünde sık sık güvence verse de bu güvenceler uluslararası piyasalara yatırım yapan finansçıları pek de tatmin etmiyor.
Ayrıca İKF piyasasına bağlı başlayan sermaye piyasası çalkantısı ve bunun banka-şirket karlarına yansınmasını 2008 boyunca da izleyeceğiz. Dünya piyasaları ile ilgilenen ve bu konuda çalışan hiç kimse çalkantının 2009’dan önce biteceğine pek inanmıyor.
Dahası petrol ve diğer emtia fiyatlarındaki artışın enflasyon ve büyüme üzerine etkileri de olacak.
Ama yine de Yüksek petrol fiyatları ve hala üretmeye devam eden Asya piyasalarından kaynaklanan bir sıcak para fazlası ver. Bu para geçmiş yıllara kıyasla daha temkinli olsa da yine yüksek getiri peşinde koşmaya devam edecek. Türkiye de muadili gelişmekte olan ülkeler arasında nispi istikrarı ile bu paranın adreslerinden biri olmaya devam edecek.
Dolayısıyla da Dolar YTL karşısında 2008 yılı içinde daha çok değer yitirmese bile ya olduğu yerde kalacak ya da çok hafif değerlenecek. Ama elbette ABD Başkanı Bush’un görev süresi bitmeden İran’a bir operasyon yapmayı kafasına koyduğu yönündeki ABD kaynaklı analizler, Türkiye’nin PKK’ye karşı savaşında karşılaşabileceği olağanüstü şartlar, mesela kara harekâtı ağırlıklı bir sınır ötesi operasyon türünden gelişmeler bu senaryoyu sekteye uğratabilir.
Fakat yine de doların 2008’de de yönünü çok değiştirmeyeceği senaryosu tüm ekonomi çevreleri tarafından en temel senaryo olarak görülüyor. (DB/NZ)