yerlerden okuyup, kendisinde benzer bulguları olduğunu düşünmüş ve
benim yıllardır üzerinde çalıştığım toplumca kötü bilinen bir
enfeksiyon hastalığına yakalandığıkanaatine kapılmıştı.
Adını söyleyince aynı hastanın bir yıl kadar önce de aynı nedenle
geldiğini anımsadım birden. Oturttum. Çok gergin, hatta ajiteydi.
Oturduğu yerde duramıyor , kendisini bu dertten kurtarmam için adeta
yalvarıyordu.
Belli ki asıl sorunu o kendisinde olduğu düşündüğü hastalık değildi. O
şiddetli bir depresyon, hatta bir psikotik tablonun içindeydi .
"İçimde cinler var"
Düşündüğü hastalığa yakalanıp yakalanmadığını araştıracağımı ama, onun yanında başka bir hastalığı daha olduğunu, onun da önemli olduğunu ve tedavi edilmesi gerektiğini söyledim.
"Evet" dedi, "içimde cinler var, bir türlü çıkmıyor."
Bunun için ne yaptığını sorduğumda, birçok yere başvurduğunu bu arada
hocalara falan gittiğini , hatta doktorlara da göründüğünü ama bir işe
yaramadığını, doktorların verdiği ilaçların bazı yan etkileri olduğunu o nedenle artık kullanmadığını bir çırpıda anlattı.
Nerede oturduğunu ve yakınları olup olmadığını sordum. "Var" dedi, yeri
söyledi, hatta evinin telefon numarasını verdi.
Ardından kendisinde olduğunu düşündüğü hastalık yönünden onu güzelce
muayene ettim. Bazı tetkikler yapmak üzere laboratuara gönderdim. O
arada da verdiği numaradan ailesiyle görüştüm . Durumu anlattım ve
onlardan bazı bilgiler aldım. Ruhsal hastalığı olduğunu daha önce
tedavi gördüğünü ancak şimdi ilaç kullanmadığını söyledi annesi.
Ardından psişik sorunları için onu bir psikiyatri kliniğine bir hemşire eşliğinde göndereceğimi ve oradan alınacak yanıta göre gereği neyse yapmalarını istedim.
Söz konusu psikiyatri kliniğinin ilgili hekimiyle görüşüp desteğini ve yardımını istedim. Gerekeni yapacağını söyledi.
Hastanın laboratuardaki işi bitip, kendisinde olduğunu düşündüğü hastalığın
olmadığınıtest ve muayene sonuçlarına dayanarak söyleyince bir oranda rahat etti ve yanına kattığım bir hemşire arkadaşımla birlikte söz konusu kliniğe gönderdim. Ondan sonrası artık oranın işiydi.
Bu öyküyü neden anlattım?
Bizim ülkemizde işlerin nasıl yürüdüğünü ya da daha doğru bir deyişle nasıl yürümediğini göstermek için.
Süreğen (kronik) hastalıklarla ve bu hastalıklara yakalanmış insanlarla uğraşmak, rutin tanı ve tedavi hizmetlerinin dışında bazı işlerin yapılmasını ve görevlerin üstlenilmesini gerekli kılar. Bunlardan biri de hastaların olabildiğince yakından izlenmesidir .
Benim yaklaşık 20 yıldır uğraştığım bu bulaşıcı enfeksiyon hastalığı alanında hastayı yakından izlemenin çok önemli olduğunu yaşam bize gösterdi ve bunun nasıl yapılacağını da yine yaşamın içinde öğrendik .
Bugün birkaç merkezin dışında kimsenin böyle çalıştığını bilmiyorum. Ancak tüm süreğen hastalıklar için bunun yapılması gerektiğini biliyorum. İnsanların daha uzun ve yaşamasına paralel olarak ve özellikle yaşamlarının sonuna doğru ortaya çıkan bazı kronik hastalıklar; giderek tüm sağlık kurumlarının bu biçimde çalışmasını gerekli kılıyor.
Gözardı ettiğimiz bir görev
Hastalarımızı yakından izlemeliyiz! Onlarla bir ailenin fertleri gibi
bir ilişki içinde olmalıyız. Onlar, sorunları nedeniyle bize başvurmadan, hatta daha sorunlar ortaya çıkmadan önce bunu yapacak yolları bulmalıyız .
Bu bizim unuttuğumuz, göz ardı ettiğimiz görevlerimizden birisi.
Sık olarak sığındığımız; "Mevcut sağlık sisteminin organizasyonu şu anda bunu sağlamaya yeterli değil" gerekçesi bizler için geçerli olmamalı.
Şu sıralarda yasalaşmasının üzerinden 40 yıl geçen sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi uygulaması sadece koruyucu ve tedavi edici hekimliği değil, bu tür bir hizmeti de sağlayan bir hizmet biçimi ön görüyordu.
Eğer gerçekten bu model ülkenin her yanında uygulansaydı ; bugün bir sağlık ocağı bölgesinde yaşayan ve kronik hastalığı olan her vatandaşı yakından izleyen bir hekimi olacaktı.
Ayrıntısı çok, üzerinde uzun uzun konuşulup yazılabilir. Ama şu kadarını söyleyeyim başta birçok meslektaşım olmak üzere, bu sistemin işlememesi için elimizden geleni yaptık ve yapıyoruz.
Sonuçta böyle bir sistem işlemediği için de gerek biz hekimler ve hizmet verenler, gerekse hizmeti alan yurttaşlar sağlığın her alanında birçok sorunla
boğuşuyoruz.
Hastalarımızı yakından izlemek...
Oysa bu hastadan yola çıkarak söyleyebileceğim iki önemli görevi
yerine getirmek ve bunlarla ilgili şu anda yapılmayanları gerçekleştirmek, kısacası mevcut durumu değiştirmek her şeye karşın hala bizim elimizde :
* Bunlardan ilki hastalarımızı yakından izlemektir .
Basit hastalıklarda bu olanaklı olmayabilir. Ancak onların bazı
komplikasyonları ortaya çıkınca bu izlemeler önemli ve anlamlı
olabilir. Ama süreğen hastalıklarda , hele hele kendi ilgi
alanımızdaki hastalıklarda bunu yapmak inanın çok zor değil.
Öyküsünü aktardığım hasta; askerliğini olayların ve çatışmaların yoğun
olduğu bölgede yapmıştı ve asker dönüşü ortaya çıkan bir ruhsal
sorunları olmuş ve bulunduğu yerdeki olanaklarıyla bir psikiyatrist
meslektaşımıza ulaşmıştı. Meslekdaşımız da yaptığı değerlendirmeler sonucu hastanın mevcut hastalığına yönelik bir tedavi düzenlemişti. Buraya kadar sorun yok. Ama sorun bu noktadan sonra başlıyor.
Sorun "sonrasının olmaması".
Hasta çıkınca o ilaçları aldı mı , aldıysa düzenli kullandı mı , ilacın dozu yetti mi , herhangi bir komplikasyon oldu mu, aldığı ilaçlar tükenince aynı ilaçları yeniden alarak tedavisini sürdürdü mü? Tedavi sonucu iyi oldu mu? Soruları arttırmak mümkün.
Hastaya ne oldu? Merak etmeliyiz
Kısacası hastaya ne oldu? Bunu merak etmek gerekmez mi? O hasta mevcut tablosuyla tedavisini uygulamadığı ya da eksik uyguladığında içindeki cinleri çıkarmak için ya da o cinlerin söylediği bazı şeyleri yapma adına kendine, çevresindekilere ya da hiç tanımadığı birilerine bir zarar verirse sorumluluk kimde olur sizce?
Sadece ruh hastalıkları değil, sizlerin çok iyi bildiği gibi birçok
hastalıkta izleme eksikliği sonucubireysel veya toplumsal olarak ödediğimiz
bedel sanıldığından çok daha yüksektir .
Bir başka örneği günümüzün önemli sağlık sorunlarından birisi olan
tüberkülozdan verebiliriz. Dirençli basillerin neden olduğu yeni
hastaların verilen kombine tedaviye uyumları çok önemlidir.
Ne var ki, birçok hasta, bu kendisine iyi anlatılmadığında , yakınmaları geçtikten sonra, tedaviyi bırakırlar ve çevresindekileri ve başkalarını enfekte etmeyi sürdürürler.
Çünkü, izlemenin çok önemli olduğu bu hastalıkta, izlemenin nasıl yapılacağını belirleyen ve işleyen bir sistem ne yazık ki yoktur.
İzleme iyi yapılmadığında; ödenen bireysel ve toplumsal bedel çok büyüktür ve bu bedelin oluşmasında biz hekimlerin rolü ve payı hiç de az değildir.
* İkinci konu ise hastalarımızı bir bütün olarak görmek ve ona göre
davranmaktır.
Ne üstüme vazife mi?
Yukarıdaki örneğe bakıp bazı meslektaşlarım bana "ne üstüne vazifeydi" diye sorabilirler.
Doğrusu hastayı hemşire arkadaşımla psikiyatri kliniğine gönderince
ben de sordum kendime bu soruyu; "doğru mu yaptım" diye . Verdiğim
yanıt "evet" oldu.
Bu tam da bir hekim olarak görevimiz. Bize başvuran her hastayı
sadece bizi ilgilendiren yanıyla görmemek bizim olmazsa olmaz
görevlerimizden birisi. Hastalar sorunlarının ne olduğunu bilmezler.
Yalnız yakınmaları onlar için önemlidir. Dahası yakınma ya da bulgu
vermeyen sorunlarının ayrımında bile değildirler.
Onları biz hekimler genel tıp nosyonumuzla fark ederiz. Çoğumuz bu noktada kalır.
Kaybolup gidenler
Sonrasına ilişkin bir sorumluluk içinde hissetmeyiz kendimizi. Çoğu
zaman böyle yapmasak bile hizmet verdiğimiz koşullar buna engel olur .
Sorunu fark ettiğimiz ilk anda, beynimizin kıvrımları arasında dolanan
kuşku kendi kendimize edindiğimiz alışkanlıkla bir süre sonra o
kıvrımlar arasında kaybolup gider. Unuturuz kısacası.
Sonrasında onun bedelini hem hasta öder hem de bu ülkenin sağlığına ayrılan kaynaklar sınırlı ve kısıtlı olduğu için dolaylı olarak diğer hastalar ve hizmeti veren bizler öderiz.
Gelin hastalarımızı izleyelim ve bize sorulmasa bile, bizim saptadığımız ve çoğunlukla "üzerine vazife değil" diye nitelenen konularda da hastalarımıza yardımcı olalım , onları yönlendirelim.
Bir ülkenin yurttaşının yaşadığı sağlık sorunları ve onlara verilen
sağlık hizmeti bir bütündür . Her birimiz bir yanı yaşar ve bir ucunun
sorumluluğunu üstleniriz. Hepsinin toplamında yaptığımız ise, bütünü çözümlemektir. Aynı toplumda yaşayan insanlardan birinin ayağına batan kıymık toplumun tümünün canını acıtır, acıtmalıdır.
Gelin o acıyı daha çok duyalım ve dindirmek için daha çok gayret sarf edelim; hekim olarak, yurttaş olarak, insan olarak.
Bir söz:
"Söyledim" duydu anlamına gelmez, "duydu" doğru anladı
anlamına gelmez, "anladı" hak verdi anlamına gelmez, "hak verdi"
inandı anlamına gelmez, "inandı"uyguladı anlamına gelmez, "uyguladı"
sürdürecek anlamına gelmez.