19. Yüzyılda Sanayi Devrimi ve artan şehirleşmeyle başlayan süreç tüm dünyada büyük bir toplumsal kaosa ve karmaşaya yol açtı. Gerçi dünya nüfusu henüz bir milyardaydı ve dünya kaynakları adeta sonsuz gibi görünüyordu. Kaynakların eşit dağıtılması, yaşam mekanlarının reforme edilmesi, ezilenlerin hak mücadeleleri, kadınlar için oy hakkı gibi siyasal ve sosyal mevzular haliyle insanların dikkatini çekmekteydi. Marx'ın kitabı Das Kapital'in 1859'da yayımlanmış olması bir raslantı olmasa gerek. Her ne kadar iklim değişikliğine dair ilk ipuçlarını bilim insanları fark etmeye başlamış iseler de o dönemde bu konuların pek heyecan uyandırmasını beklemek biraz zor. Bu tür sorunlar o kadar da yakıcı değilmiş gibi görünüyordu.
Hal böyle olunca da sosyal olan, yani toplumsal düzey, oldukça öne çıktı. Siyaset gibi toplumsal uğraşlar da haliyle öne çıktı. Bu petrole dayanan uygarlığın çeşitli sorunları beraberinde getireceği de 150 yıl gibi çok kısa bir zamanda anlaşıldı. Kısa zaman diyorum çünkü dünyanın yaşı 4.5 milyar yıl olduğu için, ya da insanlığın tarımı keşfetmesi bile daha sadece onbin yıl kadar önce olduğu için.
Herşeyin akıl almaz hızla akıp gittiği günümüzde eskiden pek alışık olmadığımız bazı sorunlarla boğuşuyoruz: küresel iklim değişikliği, genetiği değiştirilmiş organizmalar, yeni enerji kaynakları bulmanın gerekliliği, yeni salgın hastalıklar, artan dünya nüfusunun beslenme ve su kaynakları üzerinde oluşturduğu müthiş baskı bunlardan sadece bazıları. Malum, Çin ve Hindistan'daki nüfus artışları da bütün dengeleri ayrıca değiştiriyor. Bu yeni sorunlara şöylesine bir bakış bile bu sorunların toplumsal yönlerinin yanısıra, hatta ondan daha da önemlisi, kozmik yönlerinin de olduğunu gösteriyor. Bu tür kozmik sorunlara çözüm için de elde avuçta olan yegane şey bilim. Daha azına değil, daha çoğuna ihtiyacımız var. Bu analiz doğruysa, bilimin de sosyal statüsünün artması beklenmelidir. Bu nedenle bilimle budalalığı yan yana düşünmenin de pek zamanı değil galiba...
Konuyla ilgili örnek vaka Türkiye'den: Ortalıkta bir kör döğüşüdür gidiyor. Muhalefetin bu konudaki "ulusalcı" ve komplocu tutumlarını tartışmaya bile gerek yok. Onların dünyası ayrı. Peki ya Başbakanın tutumuna ne demeli? Aşı yaptırmayacağını beyan etti, Sağlık Bakanı doktor Recep Akdag'dan farklı düşündüğünü, herkesin kararını bireysel olarak vermesinin altını çizdi. Bakan ise biraz da yürüttüğü aşı kampanyasının samimiyetini göstermek istercesine basının önünde aşı oldu. Bakan Akdag'ın başında bulunduğu bilim kurulunun ise aşı yapma yönünde bir tavsiyesi olduğu biliniyor. Bakanlık bilim kurulu bu kampanyanın toplumsal boyutlarını da muhtemelen hesap etmekte. Başbakanın bu hareketi herhalde Sağlık Bakanlığı'nın aşı kampanyasını olumlu yönde etkilemedi.
Öte yandan Başbakan büyük de bir risk aldı, şöyle ki: herkesin aşı konusunda zaten kafasının karmakarışık olduğu bir dönemde bir tavır almış gibi göründü. Çünkü açık ki birçok insan böyle bir durumda Başbakanın tavrından ilham alabilir. Bu da bir risk demektir çünkü bazı insanlar sevdiklerini kaybedip televizyonlarda "Başbakanımızı rol model olarak aldik, ama yanlış yaptık, keşke aşı yaptırsaymışız" derse ne olacak? Çünkü "kriz bizi teğet geçecek" sözünü ciddiye alanlarla, almayanlar muhtemelen bu krizde farklı önlemler aldılar. Sorumluluk sahibi insanların tavırları etkili olabiliyor ne de olsa. Para kaybetmek birşey, can kaybetmek ayrı birşey. Siyaseten de riskli bir olasılık.
Bir başka risk de bu aşı olayının kişilerin bireysel tercihlerine bırakılması. Eger aşıya dünyada yeterli ilgi gösterilmezse virüsün yayılma hızı artacak, böylece de virüsün genetik yapısının mutasyona uğramasına dolaylı bir şekilde çanak tutulmuş olacak. Bu da sadece Türkiye için değil, tüm dünya için de pek nahoş bir olasılık. Belki küçük bir olasılık ama elbette bu da bir olasılık sonuçta. Neoliberal dönemin yıldızı parlayan bireysellik vurgusunun toplumsal, hatta global, felaketlere yol açması da olası. Zaten biliniyor ki sağlık söz konusu olunca toplumsal olanla bireysel olan arasındaki ayrım da çok muğlaklaşıyor. Hal böyle olunca da bu domuz gribi vakasının Başbakanın siyasal kariyeri açısından riskli bir olasılığa dönüşmesi de çok mümkün ki dünyamız için umalım böyle bir riskli olasılık gerçekleşmez. Yine de risk ve olasılığın da bilimin konuları olduğunu unutmamak lazım.(AK/EÜ)
* Dr. Asım Karaömerlioğlu, Boğaziçi Üniversitesi.