Ülkemiz belirli aralıklarla geleceğin yetişkin bilim adamlarını yetiştirmek için yurt dışına eleman göndermektedir. Kimi YÖK, kimi Milli Eğitim Bakanlığı kimi de TÜBİTAK bursları ile gönderildi. İyi niyetle başlayan bu projeler maalesef birbirinden kopuk bir şekilde başladı ve şimdi sonuçlarının da aynı şekilde koordinasyonsuz olduğu görülmektedir. Ben de o dönemde bu furyadan geçtim. Kim hangi amaçla ve gelecekte hangi sorunu çözmek üzere gönderildi; ne soran ne de tartışan oldu.
Hiçbir kıstasa bağlı olmadan gönderilen öğrencilerin bir kısmı çalışmalarını bitirip yurda döndü; bir kısmı bitiremedi, utancından bir daha yurda dönemedi. Bu şekilde gönderilenlerin bir kısmı da sonradan kimi örgütlerle ilişkisi olduğu gerekçesiyle çalışmalarının yarısında geri çağrıldı, bu arada kurunun yanında yaş da yandı. Peki, kimse sormadı mı? Kim bunları seçti? Bu gençler yeterli mi, değil mi? Ülkenin hangi bilimsel eksiğini kapatmak üzere seçildiler. Bu şekilde gönderilen gençler mi suçlu, yoksa bunların üzerinden siyasi rant peşinde koşanlar mı?
Bilindiği gibi Amerika'da 3 bin küsur üniversite var ve bir kısmı bizim yüksek okullardan daha düşük düzeyde. Sıkça duyulur, para ile diploma da veriliyor diye. Maalesef "kendine yer bul, yurtdışı bursun hazır" denildiği dönemde, birçok insan bilerek veya bilmeyerek bir limana yanaşmak zorunda kaldı.
Yurtdışından başarı ile dönen bilim adamları ne yapıyorlar?
Giden gençlerden bir kısmı gerçekten başarılı olduğu için söz konusu üniversitelerde ses getiren çalışmalar yapmışlardır. Asıl sorunu doktorasını tamamlayıp yurda dönen başarılı bilim adamları yaşadılar ve yaşıyorlar. Yurda dönen genç bilimciler, adına gönderildikleri üniversitelere gittiler; çoğunun şimdi ne durumda olduğunu siz tahmin edin. Şimdilik, çoğu, üniversitedeki ortamının maalesef sekter tutumu nedeniyle kadro alamamış, kimi yurtdışına kaçma planı yapıyor, kimi de üniversitelerde araştırma görevlisi veya yardımcı doçent kadrosunda ders veriyor.
Çoğu, olanaksızlıklar nedeniyle araştırma yapamıyor. Çünkü altyapı yok, yeterince destek sağlayacak ortam yok. Kimi baştan karşılıklı önyargılardan dolayı intibak sağlayamamıştır. Yurtdışından iyi eğitim alarak dönen bu insanlardan, doğru yer ve imkân tanınmadığı için, ne ülke olarak yararlanılabiliyor, ne de onlar kendilerini ortaya koyabiliyorlar.
Maalesef çok dinamik ve taze bilgi ile gelen ve gelecek vaat eden bu gençler kapasitelerini kullanabilecek ortam bulamadılar. Bütün dünya üniversite yönetimleri en iyi bilim adamını kapmak için yarış halinde iken, bizde "yönetime yardımcı olursan veya yakın isen kadro var, yoksa beklersin", türünden "adam sen de"ci yaklaşımlarla, bilim insanlarının, gerekli ilginin gösterilmemesi sonucu hevesleri tüketilmektedir.
Bu konuya ilişkin acı bir haber 18 /12/2004 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu'nun ülkemizdeki üniversitelerde "kadro bulamadığı" için NASA'dan araştırma yapmak için çağrıldığını belirtmektedir. Sayın Çiftçioğlu "nanobakteri" gibi popüler bir konuda başarılı çalışma yapıyor; ülkemizin bu tür gençleri değerlendirmek diye bir kaygısı yok.
Maalesef ülkemiz bilim kurumlarının sürekli bilimsel faaliyetleri canlı ve dinamik olarak sürdürecek bir sistemi bulunmamaktadır. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi sürekli kadro yerine post-dok programı ile belirli sürelerde kafasında projeleri olanlara şans tanınabilir. Eğer kişi iyi ise, sahip çıkılır ve daha fazla olanak sunulur. Çünkü üretiyor ve iş yapıyor.
Yine maalesef bizde sık yaşanan "boynuzun kulağı aşması" istenmediği için bazı birimlerde iyi elemanları ya birime almamaktadırlar ya da alınanları bir şekilde kaçırmaktadırlar. Bakın bazı birimler yıllarca tek kişi ile yürütülmüş bir başkasının akademik aşama yapması bir şekilde engellenmektedir. Böylece birimler kişilerin bencil ihtiraslarına kurban edilmektedirler.
Maalesef bugün ülkemiz yüksek öğretimin en ciddi sorunu bilim adamı yetiştirme ve üniversiteye kazandırma konusunda ciddi bir planının ve programının olmamasıdır. Yasanın ve ekonominin zorluklarını biliyoruz, ancak buna rağmen üniversiteler doğru bilim adamı seçimi konusunda iyi bir sınav verememişlerdir.
* Acaba YÖK veya TÜBİTAK, koordine olarak, bugüne kadar kaç kişiyi doktora yapmak üzere yurtdışına gönderdi?
* Hangi alanlarda gönderildi?
* Yurtdışına ne kadar para akıtıldı?
* Yurtdışından dönen gençlerden kaçı gerçek anlamda bilimsel proje ve yayın üretme yeteneğinde?
* Yeni gönderilecekler için bu ülkenin şu anda ihtiyaç duyduğu bilim alanları nelerdir?
* Geleceğe yönelik olarak YÖK, Üniversiteler, TÜBİTAK, TÜBA, DPT ve ilgili kuruluşlar arasında bir koordinasyon var mı? Yoksa kimsenin diğerlerinin ne yaptığından haberi yok mu?
Ülkemizin bilimsel olarak öncelikli alanları nelerdir?
Örneğin popüler bir alan olan genetik konusunda yurtdışında doktora yapmaya gönderilenler. Her üniversitede doktorasını yurtdışında tamamlamış 5-10 kişi bulunuyor. Ancak halen bu anlamda ülkemizde sınırlı sayıda gen bilimi, ya da genel adıyla, moleküler biyoloji ve genetik çalışmaları yapılmaktadır. Geniş anlamda sorun çözmeye dayalı bir yapılanma projesi ve programı yok.
Genelde biraz da toplumsal yapımızdan kaynaklanan "ben, ben" bencil yapımızdan dolayı, çoğunlukla nokta usulü çalışıyoruz. Sağlıklı bir araştırma ortamının kurulması için, uzun soluklu olarak takım çalışması yapıp bu konuda amaca ve altyapısı uygun olan alanlara, dağınık ve verimsiz bilim insanlarının toplanıp, uzun süreli hedeflere yönelik araştırma yapmak gerekir.
Daha önce yazdığım "beyin göçü" adlı yazıya yurtdışında değişik üniversite ve araştırma kuruluşlarında çalışan onlarca genç bilim insanı açık yüreklikle;
1. Bilim yapmak için altyapı olanakları sağlansın veya proje yapmamız için huzurlu çalışma ortamı sağlansın,
2. Yöneticilerin kadro ve idari baskısı olmasın,
3. Dışarıda aldığımız maaşın yarısını versinler, seve seve ülkemize gelmeye ve hizmet etmeye hazırız, diye beyanda bulunmuşlardı.
Yurtdışından dönen birçok arkadaşım kurumlarında gerekli ilgiyi görmedikleri için geri gittiklerini bizzat anlatmışlardı. Ne denli haklılar, ayrı tartışma konusu.
Açıkçası soru şu:
* Ülkemizin ve üniversitelerimizin bilim politikası var mı?
* Varsa önceliklerimiz nelerdir? Stratejik, temel ve uygulamalı bilim politikalarımız net mi?
* Varsa bu politikaları yürütecek yetişmiş insan kaynağımızı nasıl organize edeceğiz?
Ülkemizin öncelikle bir bilim politikası oluşturması gerek, ki bu konuda kısmen TÜBİTAK "vizyon 2023" ile çerçeve çizmeye çalıştı; ancak bundan kaç kişinin haberi var? Devletin ilgili kurumlarının ve üniversitelerin bu vizyonu ne kadar benimsediği ve bunun için ne tür hazırlık yaptıkları belirsiz. Bildiğiniz gibi kâğıt üstünde çok güzel yazılmış projeler var, ancak hayata geçirme konusunda ciddi sıkıntımız var.
Üniversitelerin yurtdışı büroları daha güçlü konuma getirilmelidir
Dünyada bilimsel gelişmişliği olan üniversitelerin en önemli merkezlerinden birisi yurtdışı ilişkiler bürolarıdır. Bilgi çağında bilim göçü yerine bilim gücü dolaşımı hakim olduğu için uluslararası bilim organizasyonları ile bilim adamı, öğrenci, bilgi dolaşımı yüksek düzeyde koordine edilmektedir. Birçok üniversitede yurtdışı uluslararası ilişkiler büroları veya organizasyonları var, ancak maddi desteğin olmamasının yanında, liyakatin dikkate alınamadığı sık sık şikayet konusu olmaktadır.
Üniversitelerin yurtdışı ilişkiler bürolarının mutlaka konuyu bilen eller tarafından çok boyutlu olarak yönetilmesi gerekir. Birkaç dil bilen insanların yanında, bilimden anlayan ve diplomat nitelikli, yetkin, kültürel altyapısı sağlam kişilerle bu büroların yürütülmesi gerekir. Özellikle AB sürecinde Sokrates ve Erasmus programları yanında FP6 projelerinin önemi nedeniyle, üniversitelerin birinci derecede ağırlık vermesi gereken birimleridir.
Ülkemizin milyonlarca dolar vererek yurtdışında yüksek eğitim yaptırdığı, ciddi derecede potansiyel bilim adamları şu anda dağınık, eli kolu bağlı olarak bekliyorlar. Bu gençleri bir araya getirecek bir koordinasyon da yok. Bundan dolayı yeterli derecede verim alınamıyor. Bir organizasyonla bu insanlar belirli merkezlerde toplanarak, iyi yöneticiler ile uzun vadeli projeler üzerinde çalışılabilir ve bu ülkemiz biliminin gelişmesi için önemli ufuklar yaratabilir. Buralarda gelişen, yayın yapan dünya çapında bilim adamlarının çıkmasını bekliyorum. Aksi takdirde, hepimiz iyi niyetle doktoramızı tamamlar, yurtdışından geliriz; fakat bir süre sonra, başta ekonomik kaygılar olmak üzere, kadro beklentisi vs. nedeniyle kimimiz yurtdışına kaçarız, kimimiz de sisteme uyumaya çalışırız. Dışarıda gördüğüm başarılı insanlar, burada da koşullar sağlanırsa bu işi yaparlar. Bu iş çok zor değil. Yeter ki istensin.
Bu da ülkemizin bilim politikası ve bilim kuruluşlarının doğru yönetilmesi ile doğrudan ilgilidir. Maalesef ülkemiz bu konuda verimsiz bir tablo sergilemektedir. Daha öncede belirttiğim gibi, ülkemiz bilim üreten ve bilimden fayda sağlayan bir ülke olmadığı için, bilimin ve bilim adamının önemini kavrayamıyor.
Bilimin önemini kavramak için ayrıca bilim felsefesine sahip olmamız gerekir. Kısacası AB sürecinde sık sık adını kullandığımız ancak hakkında bir cümle bile okumadığımız Sokrates ve Erasmus'un ne yapmak istediğini bilmemiz gerekir. Maalesef ülkemiz üniversiteleri, en ön sırada olması gereken bilim tarihi ve felsefesinden yoksun. Hal böyle olunca, neden dünyadaki ilk 500 sıralamasına giremiyoruz, diye hayıflanıyoruz.
Ünlü bir söz vardır "bilim ve sanat takdir edilmediği yerde durmaz" diye. Bu takdir ülkemizde halen arzulandığı gibi oluşmadığı için bugün bu durumdayız. (İO/TK)
* Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ, Çukurova Üniversitesi