Devlet sağlığı özelleştiriyor, tıbbi hizmetleri metalaştırıyor, kadının bedeni ve üreme sağlığı üzerindeki seçim hakkı ve kontrolüne sürekli saldırıyor. Bu ortamda sezaryen hem kar oranlarını, hem de doğuran kadın bedeni üzerinde doktor kontrolünü maksimize eden bir yol olarak ideal bir doğum şekline dönüşüyor. 2011 Türkiye’sinde sezaryen oranları toplam doğumların yarısına ve dünya üçüncülüğüne ulaşıyor, devlet de sözde buna şaşıyor…
Çoğu doktor, çalışma saatleri ve kar oranları açısından “avantajlı” bu metodu, kadınlara her nevi tıbbi ve hatta malum “estetik” gerekçelerle tavsiye ediyor. Pek çok kadın da, nice farklı sebeple, sezaryeni kabul ve hatta bazen talep ediyor. Bu sebeplerin arasında doktorlara ve tıbba duyulan güven ve saygı kadar, doğuma ilişkin endişeler de var tabii ki. Eski Türk filmlerinde ebe eşliğinde yapılan acılı ve hatta ölümlü köy doğumu sahnelerini çokça izlemiş, evde bağıra bağıra doğum yapacağıma hastaneye giderim demiş, ancak hastanenin koğuş usulü doğumhanelerinde desteksiz, acı çekerek, aşağılanarak, yaralanarak doğum yapmış annelerin kızları için sezaryen, arzulanan, güvenli ve ayrıcalıklı bir tercih oluyor. Ülkenin batısına, şehirlere, özel hastanelere gidildikçe, sezaryen oranı artıyor.
Bu demek değil ki kadınların sezaryenle ilgili sıkıntıları yok. Bir yanda, yoksulluk içinde, kırsalda ve ülkenin doğusunda yaşayan kadınlar, sezaryen yada epidural gibi hizmetlere ihtiyaçları olduğu yada talep ettikleri hallerde dahi ulaşamıyorlar. Öte yanda, toplumsal konumu nedeniyle sezaryen doğuma ulaşabileceği halde “doğal” doğum yapmak isteyen kadınlar, bu kararlarını destekleyecek doktor bulmakta zorlanıyorlar ve planlamadıkları tıbbi müdahalelere “razı” olmak durumunda kalıyorlar.
Son zamanlarda Devlet Adamlar’ı, ülkemizde doktorlar sezaryeni biraz fazla “tavsiye” ediyor, kadınlar da bunu biraz fazla “kabul” hatta “tercih” ediyor diyerek şikayetçi olmaya başladılar. Tabii dertleri doğum sürecinin gittikçe metalaşması, kadın bedeninin zorunlu olmayan tıbbi müdahalelerinin favori objesi haline gelmesi, kadınların bedenleri ve sağlıkları konusunda irade ve seçeneklerinin kısıtlanması değil. Düzenlenen devlet destekli kampanya sezaryen oranlarını düşürmeyi amaçlasa da, öncelik kadınların sağlığı ve refahı değil. Öyle olsa kadınları doğum sürecinde destekleyecek ve hem doktorlara, hem de sosyo-ekonomik eşitsizliklere karşı güçlendirecek sosyal politikalar desteklenerek, kadınların “doğal” doğum da dahil farklı doğum deneyimlerine ve hizmetlerine ilgisini ve ulaşımını arttırabilir.
Kadınları azarlamak ve küçük görmek Devlet Adamlığı’nın şiarı olunca, sezaryenden açılan laf kadınlardan cesur nesiller doğuracak cesur anneler olmalarını, milleti kısırlaştırmaya yönelik uluslararası komploları bozmalarını talep etmeye kadar gidebiliyor!
Kadın bedenine müdahale etme, kadınların bedenlerine ve hayatlarına dair tercihlerini ve iradelerini azaltma, ve kadınları araçsallaştırma alışkanlığında politika yapan Devlet Adamlar’ı konuştukça, sezaryen oranlarının dünya ortalamalarını ve Dünya Sağlık Örgütü tavsiyelerinin kat be kat üzerinde olması konusu bir türlü kadın sağlığı ve güçlenmesi üzerinden tartışılamıyor. Bunun olması için herhalde Devlet Adamlar’ı yerine, kadınları, ebeleri, kadından yana doktorları ve feministleri dinlemek gerekiyor. (ZK/ÇT)