Son bir yılın en çok merak edilen konusu “o eski iyi günlere” ne zaman döneceğimiz. O kadar kötü günler geçiriyoruz ki, o eski günlerin pek de iyi olmadığını hatırlasak bile, dönmeyi umut ediyoruz. Fakat göstergeler çok da iyimser olmaya imkan vermiyor.
TÜİK o felaket 2020 yılına ait nüfus verilerini açıkladı. Türkiye’nin son on yıldır binde 13-14 dolaylarında seyreden nüfus artış hızı 2020 yılında binde 5,5’e inmiş görünüyor. Bu rakamlar nüfus artış hızının kendi içinde yüzde 60 gibi inanılmaz bir oranda düştüğünü gösteriyor. Halkımız “üç çocuk yapılacaaak, yap” komutunu yerine getirememiş. Üstelik bu olağanüstü düşüş geleceğe ilişkin çok önemli bir gösterge niteliğinde.
Savaşlar, salgınlar, krizler
Önce savaş, salgın hastalık, ekonomik kriz gibi dönemlerde doğum oranlarının ve dolayısıyla nüfus artış hızlarının önemli ölçüde düştüğünü hatırlamak gerekir. Çünkü bunlar büyük belirsizlik ortamlarına yol açan dönemlerdir. İnsanlar geleceğinden emin olmaz, işine, çevresine, kurumlara güvenini kaybeder, kendini çaresiz hisseder, evlenmeyi, çocuk sahibi olmayı bilinmez bir geleceğe erteler.
Çok belirleyici bir sorun da işsizliktir. ABD’de 1929'da yaşanan Büyük Bunalım'da, işsizlikte yüzde 1 artışın doğum oranlarında yüzde 1 dolaylarında düşüşe yol açtığı hesaplandı. Dönem nüfus artış hızının sert bir düşüş gösterdiği kriz dönemidir.
ABD’de 1918-20 yılları arasında yaşanan İspanyol gribi salgınında da benzer bir durum gözlendı. Salgında ölü sayısı zirve yaptıktan 9-10 ay kadar sonra doğum oranlarında yüzde 10 düşüş kaydedildi. Doğum oranlarındaki düşüş 2022 yılına kadar sürdü.
I. Dünya Savaşı'nı çok ağır koşullarda yaşayan Avrupa ülkelerinde doğumlar savaş sırasında yüzde 50-60 gibi oranlarda azaldı. II. Dünya Savaşı'nda da doğumlar ertelendi ve savaş sonrasında doğum patlaması yaşandı. Ne kadar anlamlı olduğu pek belli olmayan, kuşaklara isim verme adeti bu sıralarda ‘baby boom’ kuşağı ile başladı.
Böyle bir dünyaya çocuk getirmek
2008 krizinden sonra da ABD’de doğum oranları birkaç yıl peş peşe yüzde 3 dolaylarında düşmüştü. 2020'de yüzde 10’un üzerinde düştü. O yıl doğan çocuk sayısının bir önceki yıldan yaklaşık 500 bin kadar daha az olduğu hesaplanıyor. ABD’de yapılan bir araştırma kadınların üçte birinin çocuk yapmayı ertelediğini ortaya koyuyor. Bu oran siyahlarda, hispaniklerde ve genel olarak yoksullarda daha da yüksek.
London School of Economics’in yaptığı bir araştırmaya göre, Avrupa ülkelerinde de hızlı bir düşüş var. Almanya, Fransa, İspanya ve Britanya’da çocuk yapmayı düşünenlerin yarısından fazlası doğumları ertelemiş. Almanya ve Fransa’da yüzde 15, Britanya’da yüzde 20, İspanya’da yüzde 30 doğumdan vazgeçmiş.
Sadece Avrupa değil, Asya’da da benzer bir süreç var. Güney Kore tarihinde ilk kez 2020 yılında, doğan bebek sayısı ölümlerin altında kaldı, ülke nüfusu azaldı. Aynı şekilde Tayvan’ın nüfusu da ilk kez geçtiğimiz yıl azaldı. Geçen yıl Malezya’da da doğumlar yüzde 6 düştü.
Çin’de 2020 yılında, bölgelere göre değişmekle birlikte, doğum oranlarında yüzde 16-23 arasında düşüşler görülüyor. Bu ülkede önümüzdeki beş yıl boyunca nüfusun hiç artmayacağı öngörülüyor.
2020 yılı Rusya’da da unutulmayacak bir yıl oldu. Zaten nüfusunu artırma çabaları içinde olan ülkenin nüfusu yarım milyon kişi azalarak, tarihinin en büyük düşüşünü yaşadı.
Baby boom olmadı
2008 yılından beri devam eden krizin üzerine Covid-19 salgının gelmesinin hayatın her alanında ciddi değişikliklere yol açacağı tahmin ediliyordu. Değişiklik beklenen konulardan biri de nüfustu. Salgının bir bebek patlamasına mı yoksa doğumları ertelemeye mi yol açacağı merak ediliyordu.
Evlere kapanmanın ve her türlü aktiviteden uzak kalmanın doğumların artmasına yol açacağını tahmin edenler vardı. Hatta işi gebelik testi satışlarındaki artışı incelemeye kadar vardıranlar oldu. Buna karşılık işsizlik, güvencesizlik, gelecek endişesi gibi nedenlerle doğum sayısının azalacağını öngörenler de vardı.
Rakamlar ikinci grubun haklı çıktığını gösteriyor. Her yerde doğumlar azalıyor. Hatta ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, doğumlar bir yana, her türlü cinsel ilişkide azalma görülüyor.
Bunun öyle gelip geçici bir durum olduğunu düşünmemek lazım. Yine ABD’de yapılan bir çalışmada doğum oranlarındaki düşüşün yılın son aylarına doğru arttığı saptanmış. Doğumu erteleme kararı ile doğum arasında 9-10 aylık bir süre olduğunu dikkate alınca, düşüşün 2021’de daha şiddetli olacağını varsayabiliriz. Nitekim Britanya’da 2020 içinde geleceğe ilişkin kötümser bakışın katlanarak arttığı ve doğumların 2021’de 600 bin daha azalacağı tahminleri yapılıyor.
Büyüme projeksiyonlarını revize etmenin zamanıdır. II. Dünya Savaşı hariç, ekonomik ve demografik düşüş dönemlerinden sonra hızlı bir toparlanma yaşanmadı. II. Dünya Savaşı sonrasında da görülmemiş bir yıkım nedeniyle girişilen devasa imar faaliyetleri ve buna tahsis edilen olağanüstü kamu fonları, siyasal sistemler arası şiddetli rekabet gibi özel koşullar vardı. Belli ki doğum oranlarındaki düşüş en az birkaç yıl daha sürecektir.
Kısa dönemde ekonomik toparlanma yok
Bütün sosyal araştırmalarda en temel gösterge nüfustur. Diğer bütün göstergeler nüfusun üstüne ve nüfustan sonra devreye girer. Nüfus tahminlerinde yapılan hata bütün diğer varsayımları geçersiz hale getirir. Önümüzdeki birkaç yıl doğum oranlarının toparlanamayacağı anlaşılıyor. Doğumların ertelendiği bir ortamda geri kalan harcamaların çoğunda da ertelemelerin yaşanması beklenir.
2021’de ve muhtemelen daha sonraki bir sürede, talep artmayacaktır. Tüketimin eski düzeylere ulaşmasını beklemek boşuna olacaktır. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da böyle. Bu yüzden, ihracat olanaklarını artırmanın çok zor olacağını da unutmamak lazım. Ne anlama geldiğini fazla düşünmeden kullandığımız ‘yeni normal’ kavramı sadece gündelik davranışlardan ibaret değil. Hayatın her alanında, bu arada ekonomide de geçerli.
Ekonomide eski araçlar artık geçerli değil. Eşe dosta ihale saçmaktan, ‘piyasa dostu yaklaşımlar’ gibi içi boş kavramlara kadar, alıştığımız bütün politikalar artık işe yaramıyor. Belli ki en azından bir süre daha yaramayacak.
Burada bizi asıl ilgilendiren, ekonomiden ziyade bunun siyasal sonuçları olmalı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen tarzın, bellediğinden farklı bir politika oluşturma kabiliyetine sahip olmadığını biliyoruz. Bu da, önümüzdeki dönemde ekonomik krizin derinleşeceğini gösterir. Otoriterleşme eğiliminin her geçen gün daha şiddetli örneklerini gördüğümüz bir ortamda, krizin derinleşmesinin siyasal sonuçlarını şimdiden düşünmek lazım.
(NÖ)