Borghese Galerisi, Roma kent merkezinde yer alan Villa Burgeise’in içinde Caravaggio, Raphael, Correggio, Canova ve Bernini’nin başyapıtlarının bulunduğu butik denebilecek bir müze. Bunlardan biri de Bernini’nin 1613’te yaptığı Apollon ve Defne adlı heykeli.
Apollon ile Defne, Yunan mitolojisinin sanatlara konu olan pek çok hikayelerinden biri. Tarihte pek çok ressam, mitolojinin bu eşsiz öyküsünü tuvale aktarır, taşta canlandırır. Biz de bu yazılamamızda hikayeden yola çıkarak insan, doğa, tanrı, irade kavramlarının kesişimselliğini duyarak sezgisel anlamda kimi raslamsal tezler ileri sürmeye girişeceğiz.
Yunan mitolojisindeki yaygın anlatılara göre bir gün Apollon, kıyıları ağaçların gölgeleri ile serinleyen Peneus ırmağı kıyısında yer alan Thessalia'da, genç ve güzel bir kız görür. Apollon, büyülendiği bu kızla sevişmek ister. İçindeki doyurulamaz sonsuz arzuyla genç kıza yönelir. Onunla konuşmak ister. Defne, Apollon’un isteğini sezer ve kaçar. Defne kaçar. Apollon kovalar. Defne kaçar. Apollon kovalar…
Apollo, “Kaçmaaa! Seviyorum seniii!” diye arzuyla bağırır. Defne, Tanrılarla sevişen kadınların başlarına neler geldiğini bilir. Bildiği için de korkusu derinleşir. Gücü yettiğince kaçmaya devam eder. Apollon’un güzel periyi yakalamak isteğiyle harlanan arzusu daha da yükselir, dayanılmazlığı hale gelir. Aralarındaki mesafe iyice azalır. Apollon’un nefesi, artık Defne’nin saçlarındadır. Nefesin sıcaklığı yakıcılaştıkça azalır kurtulmak umudu. Kurtulmak imkanı kalmadığını anlayınca birden durur. Ayağıyla toprağı kazıyarak şöyle yakarır:
“Ey toprak ana, ört beni, sakla, koru.” Bu içten yakarışın ardından Defne organlarının ağırlaştığını, bedeninin odunlaştığını hisseder. Göğsünü gri bir kabuk kaplar, kokulu saçları yapraklara, kolları dallara dönüşür, körpe ayakları kök olup toprağın derinliklerine dalar, bir defne ağacı oluverir.
Bu manzara karşısında şaşıran Apollon, Defne’nin ağaca dönüşmesini üzüntü ve şaşkınlık içinde izler. Sonra sarılır ona. Sert kabukları altında hala çarpmakta olan kalbinin sesini duyar. Şöyle seslenir: “Bundan sonra Apollon’un kutsal ağacı olacaksın. O solmayan ve dökülmeyen yaprakların, başımın çelengi. Kahramanlar, savaşlarda zafere ulaşanlar, hep senin yapraklarınla alınlarını süsleyecekler. Adımız, şarkılarda, şiirlerde yan yana yaşayacak." Bu tatlı sözler karşısında Defne, dallarını saygıyla eğerek Apollon’u selamlar.
Öykü, bugünkü Harbiye’de (Antakya) geçer. Apollon, yapraklarından başına taç yaptığı Defne’yi simgesi kılar. O günden bu yana şiir ve silah defne dalı ile ödüllendirilir.
Alegoriler, söylediklerinden çok söylemedikleriyle anılırlar; bir bakıma aşarlar dediklerini; güçlerini de bundan alırlar daha çok.
Defne’nin temsil ettiği nedir? Neyi arzular? Yakarışı nedir ve kimedir? Peki Defne’nin peşindeki Apollon kimdir? Olimpos’un tanrılarından biri olan Apollon, adına tapınaklar yaptırılan güçlü bir tanrıdır. Hiç kuşku yok ki öyle kenarda ya da köşedeki etkisiz tanrılardan biri değildir. Nasıl olur da bu denli güçlü bir Olimpos tanrısının isteği, bir faninin yakarışı ile nihayetine ermez, eremez? Tanrıların, tanrısal iradeyi engellemeleri nasıl anlaşılabilir? Paradoksal görünen bu durum nasıl bir çelişkidir?
Şimdi, bu mitolojik öyküdeki öznelerin kim olduklarını tespit edip mitolojinin ya da kültürün Hayata dair tasarrufunun ne olduğuna, özünde hayattan ne anladığına dair kimi raslamsal tezler ileri sürmeye çalışalım.
Kavramları felsefece ele alıp işlemeyi murad eden bu dizideki yazıları okuyanlar, bu cümlelerin toplamına “yazılama” dendiğini de bilirler. Buradaki amacımız, pür akademik metinler, süslü ya da ağdalı retorikler değil insan zihninin sıklıkla gelenek ve/veya akılla sıkıştırıldığı kalebentlerini yıkmak; hiç olmadı sarsmaya yönelik çeşitli sorular sorup raslamsal kimi tezler ileri sürerek mevcut algımıza yeni perspektifler açarak algının kapılarını çoğaltmak, eşdeyişle genişletmek.
Defne, Dionysos’u temsil eder. Paganik doğacı kavrayışta kültür, doğayı aklın üstünde tutar. Defne, o doğanın kendisidir. Olimpos’un o yüce tanrıları dahi Hayat karşısında susarlar, tarafları Hayattır, ona rağmen davranmazlar, davranamazlar. Bu konumlanışlarında ya da tutumlarında hiç kuşkusuz kendilerinin de arzu sahibi olmalarının payı vardır.
Onlar yani Olimpos tanrıları, İbrahimi dinlerin tanrısı gibi pür anlamda aşkın değillerdir. Doğa, doğasallık ontolojilerine içkindir. Defne’yi duymalarının nedeni, Olimpos tanrılarının doğaya içkinlikleridir denebilir.
Defne’yi duymaları, iki açıdan ilgi çekicidir: İlki, yukarıda kısaca anılan doğasallığa kayıtsız kalamamaları; ikincisi, tanrıların, kendilerine yakaran insanı duymaları, duymakla kalmayıp dileğini yerine getirmeleri.
Olimpos tanrıları, tek bir eylemle dünyevi ve uhrevi yani hem doğa hem de tanrısal iradenin, tanrı Apollon’un iradesine rağmen, eşanlı tecelli etmesini sağlayarak Hayata içkinliklerini gerçekleştirmiş olurlar; deyim yerindeyse Defne’yi duyarak kendilerini var ederler. (MVB/AS)