Hükümetle itişmeye başladıktan sonra Doğan Yayın Holding yönetiminde yaşanan değişikler medyada "yeni bir dönemin açıldığı" yorumlarını beraberinde getirse de bu yeniliğin içi henüz doldurulamadı. Bu değişimden medyanın demokratik işlevinin güçlenerek çıkacağını vaat edenler aslında var olan güç ilişkilerinin dışına nasıl çıkılacağını gösteremiyor ve sorunu salt sermaye grupları arasında bir çekişmeye indirgiyor.
Oysa sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada gazeteciliğin uzun süredir içinde devindiği krizi tanımlamadan çoğulcu, şeffaf ve yurttaşların habere erişim hakkını güvence altına alan bir iletişim düzenini tartışmak da mümkün değil. Ancak tartışma bu düzeye taşınabilirse başta İnternetin etkisiyle olmak üzere dönüşen iletişim düzeninin ortaya çıkardığı fırsatları değerlendirmek ve "yeni bir gazetecilik"in önünü açmak mümkün olabilir.
Doğan'ın yenilgisi
Hürriyet yayın yönetmeni olarak geçirdiği 20 yılda gazeteci-iş insanı tavrını kurumsallaştıran Ertuğrul Özkök'ün yılın son günlerinde görevden ayrılacağını açıklamasını, AKP'nin güçlenerek çıktığı 2007 seçimlerinin ardından yoğunlaşan itişme sırasında doğrudan başbakanla polemiğe girerek ilerleyen Aydın Doğan'ın holding yönetiminden ayrılması takip etti.
Doğan, Hilton arazisi, Ceyhan rafinerisi gibi sorunlar yaşadığı hükümete laik-antilaik karşıtlığına dayanarak örneğin Deniz Feneri Almanya yolsuzluğu gibi konuları öne çıkararak yüklendi. ATV-Sabah'ın akraba Çalık'ın eline geçtiği bu süreçte TRT ve Anadolu Ajansı'nı da kontrol eden hükümetse sermayesinin fazlasına tekabül eden önce 826 milyon ardından da 3,7 milyar TL'lik vergi cezalarıyla karşılık verdi.
Sonunda, Arzuhan Doğan Yalçındağ'ın açıktan gerçekleşen itişme sırasında Doğan'ın arkasına geçmeyen Türkiye İş Adamları ve Sanayicileri Derneği (TÜSİAD) başkanlığını bırakıp babasının yerine holdinge dönmesi, belki de süreci özlü şekilde özetliyor.
Tekelleşme, "yandaş"lık
Doğan grubundaki gazeteciler, holdingi ciddi şekilde yaralayacak idari yaptırımlar karşısında "ifade özgürlüğü"nün baskı altına alındığı ve hükümetin "yandaş" medyayı hakim kılmaya çalıştığını, bunun tüm diğer gelişmelerle birlikte bir "sivil darbe"nin parçası olduğunu dillendirdi. Buna karşı Doğan'ın gerilenmesiyle medyanın "yeni bir döneme girdiğini" savunanlarsa esas olarak Doğan'ın tekelleşme eğiliminden dem vuruyor.
Sabah yayın yönetmeni Erdal Şafak'ın yazısı bu tezi özlü bir biçimde ifade ettiği için temsili değer sahip. 28 Şubat'ın ardından Uzan, Karamehmet ve Bilgin'in peyderpey silindiği dönemde Doğan'ın medya üzerindeki tahakkümünün arttığını belirten Şafak, sonuçta yazılı ve görsel medyanın yarısının bir grubun kontrolü altına girdiğini, bu gücü de ekonomik çıkarlarını sağlama almak için siyasi olarak kullandığını vurguluyor. Gerçekten de 2008 Faaliyet Raporu'nda övünerek belirttiği gibi Doğan Yayın Holding toplam gazete tirajının yüzde 37'sini, buna karşılık gazete reklam pastasının yüzde 61'ini alıyordu. Televizyon ve dergi için de durum farksızdı.
Yeni bir gazetecilik
Aslında iki görüş de haklılık payı içeriyor fakat tartışma yanlış ya da eksik bir şekilde bu düzlemde kurulunca yurttaşların önüne çıkan soru şu: "Kırk katır mı, kırk satır mı?"
Oysa aynı dönemde medya sermayesinin küresel ölçekte içine girdiği çıkmaz derinleşti ve "AKP mi, Doğan mı" sorunun ötesinde "nasıl bir gazetecilik" sorusu önem kazandı.
Columbia Journalism Review'da (CJR) iletişim profesörü Michael Schudson ve The Washington Post'un uzun dönem yayın yönetmenliğini yapan Len Downie'nin "Amerikan Gazeteciliğinin Yeniden Yapılanması" başlığıyla yayınladıkları 100 sayfalık rapordaki tespitleri, özgüllüklerini göz önünde tutmak kaydıyla Türkiye'deki duruma da ışık tutabilir.
Reklam gelirleri ve izleyici sayıları azalan gazete ve televizyonların git gide küçüldüğünü vurgulayan Schudson ve Downie, buna karşılık yeni gazetecilik pratiklerinin ortaya çıktığını, üniversitelerin, sivil örgütlerin, kamu kurumlarının ve her şeyin de ötesinde okurun daha fazla haber üretiminin içine girdiğini gözlemliyor. Gazetecilik daha katılımcı ve işbirliği halinde yapılan bir işe dönüşüyor; bu değişimi mümkün kılan ana etmense dev haber kuruluşlarının tekelini sarsan İnternet. Bu durum siyasi partilerin kontrolü ve sermayenin belirleyiciliği dışında yeni bir iletişim alanının doğmasına neden oluyor.
Türkiye'de de bu dönüşüm, aynı hızda olmasa da gerçekleşiyor. Seçimle göreve gelen yerel ve merkezi yönetimlerin haber alma hakkını güvence altına almak için kaynak ayırmaması, yurttaşların kendi haklarını korumak için örgütlenmesinin kısıtlanması ve idare kadar sermayenin de kamusal alana kısıtlı fonlar ayırması, zapturapt altına alınan üniversitelerde öğretim üyeleri ve öğrencilerin hareket alanının dar tutulması, hem yerel hem de merkezi anlamda gazetecilerin örgütlülüğün ve işbirliği olanaklarının uzun zaman önce çökertilmesi bu dönüşümün yavaşlığının nedenleri arasında. Bu başlıklara hızlı ve kaliteli İnternete erişimin kamusal bir hak olarak tanımlanmaması, İnternetin gelişiminin serbest piyasaya bırakılması ve muhalif İnternet içeriğinin cezalandırılması yönündeki eğilimi de eklemek gerekiyor.
Ne olursa olsun, hızlı ya da yavaş, Türkiye'de de gazeteciliğin dönüşeceğini öngörmek için kahin olmak gerekmiyor. Doğan sermayesinin yerine AKP'nin önünü açtığı liberal, muhafazakar sermayenin medyada hakim olması, siyasi mücadeleyi anlamlandırmak için gerekli, fakat bu değişimden geniş toplum kesimleri için iletişim özgürlüğünün ilerlemesi yönünde bir gelişme çıkmaz. Bugün yurttaşların kendilerini ifade etmek ve bilgiye erişebilmek için hiçbir zaman olmadığı kadar fazla olanak var; ancak bu olanaklar zorlandığı sürece "yeni bir medya" ortaya çıkabilir.(EÜ)