Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, haftasonu yaptığı konuşmalarda Almanya'da süren Deniz Feneri e.v. davasıyla ilgili olarak hakkında ortaya atılan yolsuzluk iddialarını haberleştiren Doğan Grubu'na çattı. Erdoğan, Aydın Doğan'ın iktidardan beklentileri olduğu için bunu yaptığını söylerken, Doğan da başbakanı medyayı susturmaya çalışmakla suçladı. Mersin Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Nurdan Akıner, bianet'e, meseleyi medyanın işlevi, medya-iktidar ilişkisi ve medya özgürlüğü açısından değerlendirdi.
Bilgiyi halktan mümkün mertebe uzak tutmak şirketleşmiş medyanın başlıca işlevlerinden biri. Günümüzde medya “dördüncü güç” olma özelliğinin yitirdi.
Ignacio Ramonet’nin işaret ettiği gibi artık gerçek güç dünya meselelerindeki ağırlığı hükümetlerinkinden ve devletlerinkinden kimi kez daha önemli görünen küresel holdinglerin ve ekonomik grupların elinde. Demokrasinin işleyişindeki aksaklıkları düzeltmek ya da hukukun kötüye kullanımını ihbar etmek onlar için bir yurttaşlık hedefi değil.
Bu küresel holdinglerin ve ekonomik grupların elindeki şirketleşmiş medya doğru haber dolaşımını olumsuz yönde etkilemekte; genellikle politik bir amaca ulaşmak için hükümetler tarafından yapılan dezenformasyon kampanyalarına haberleriyle alet olmakta veya dezenformasyonu bizzat kendi çıkarları için yapmakta.
Sadece Türkiye’de değil, Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) de medya kuruluşlarının mali ve idari yapısının havacılık, otomotiv sanayi, nükleer enerji, petrol, kömür, sigortacılık, telefon gibi sektörlerdeki dev firmalarla iç içe geçtiği dikkat çekiyor.
Üstelik günümüzde spekülasyona dayalı kapitalizm söz konusu. Bulunulan noktada dördüncü güç medya, bekçi köpeği kimliğinden sıyrılarak yurttaşların bilme hakkını göz ardı etmekte, halkın neyi bilip neyi bilmemesi gerektiğine karar vermekte, medya patronları da hükümetlerle belli karşılıklı çıkarlar konusundaki konsensüsleri bozulduğunda ifade ve basın özgürlüğünün ardına sığınmakta.
Doğan-Erdoğan
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin başlıca medya baronu arasında yaşanan ve halkın medyaya yansıdığı kadarıyla haberdar olduğu tartışmalara basın özgürlüğü kılıfı geçirilmeye çalışılıyor.
Şirketleşmiş medyanın köşecilerinin de bir anda basın özgürlüğünün yılmaz neferleri kesilmeleri, daha önce hiç olmadığı kadar hükümete yüklenmeleri oldukça trajikomik. Bir tarafta iktidarla belli konulardaki uzlaşmasını bugüne dek sürdüren ve girişim özgürlüğüne özgürlük katan medya baronu, diğer tarafta ise şirketleşmiş medya ile paslaşarak, propagandasını sürdüren hükümet.
Sadece ülkemizde değil, şirketleşmiş medyanın oldukça güçlü bir kimlik sergilediği tüm ülkelerde benzeri tartışmalar yaşanmakta. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir başbakanın adı benzeri yolsuzluğa karışabilir. Herhangi bir medya patronu da herhangi bir girişimi engellendiği için basın özgürlüğünün ardına sığınarak elinde bulunan güçle hükümete yüklenebilir.
Bizim payımıza düşen bu tartışmanın diğerlerinden farklılığı, kullanılan üslup ve retorikten kaynaklanmakta. Ömer Seyfettin’in Diyet’ini hepimizi biliriz.
Medya patronu Aydın Doğan, şirketlerinin girişim özgürlüğü yerine basın özgürlüğünü seçtiğinde, geçimini sadece ve sadece gazetecilikten sağladığında, bağımsız habercilik yapan medyayı birer ucubeymiş gibi “marjinal medya” sözleriyle nitelemediğinde ve giysisinin kolsuz kalan yenini sıkı bir düğüm yaparak şirketleşmiş medya dünyasına eyvallah dediğinde inandırıcı olacak.Unutmayalım ki, şirketleşmiş medya günümüzde otoriter bir hükümetin her zaman görmeyi arzuladığı bir medya komiseri kadar etkindir. Kapuscinski’nin o muhteşem sözüyle “Diktatörlüklerde sansür kullanılır; bir demokraside ise manipülasyon”. Fazla uzun sürmez, barışırlar!(NA/EÜ)
* Yrd. Doç. Dr. Nurdan Akıner, Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık ve Halkla İlişkiler Bölüm Başkanı.