Savaş sona ereli uzun zaman geçmiş olmasına rağmen iki oğlundan haber alamamış acılı anne arafta yaşıyor gibidir.
Tabiat, nisyanın işbirlikçisi halinde, bir yerlerde gömülü kayıpların izlerini her geçen an silikleştirmekte, ortaya çıkarılmalarını zorlaştırmaktadır.
Derken toplu mezarları arayıp bulanlardan haber gelir. Söz konusu olan kemikler oğullarından birinin kemikleridir.
Ama kemikler hangisine aittir? Mezara hangi oğlunun ismi yazılacaktır?
Kemiklerin yanında bulunma ihtimali olan şahsi eşyalar kişinin teşhis edilmesine yetecek midir?
90'lı yıllarda 40 bin kayıpla sonuçlanan bir savaştan bahsediyoruz.
Uluslararası Kayıp Kişiler Komisyonu ICMP'nin raporlarına göre günümüzde bu kayıpların yüzde 70'i teşhis edilmiş durumda, ya geriye kalan takriben 11 bin kişinin kemikleri bulunabilecek mi?
Yönetmenliği Jan Baumgartner tarafından kotarılmış "The DNA of Dignity" (DNA'nın Haysiyeti) adlı belgesel meseleye adeta hipnotik bir bakış atıyor.
75. Locarno Film Festivalinin Eleştirmenler Haftası programında yer alan 2022 İsviçre yapımı 61 dakikalık film Yugoslavya'nın dağılmasıyla patlayan savaşın günümüzde hissedilen tesirini irdelerken kayıp yakınlarıyla empati kurmamızı sağlıyor.
Toplu mezarları ortaya çıkaranların dikkat ve sabırla işlerine eğilmeleri, meşakkatli süreçlerin üstesinden dirayetle gelmeleri seyircide hayranlık uyandırırken, Kıbrıs'ta olduğu gibi Türkiye'de de geniş çaplı faaliyet yürütmelerini dilememek mümkün değil.
Profesyonel destek şart
Filmin iki ana omurgası var denilebilir. Bir tanesinde adeta reklamı yapılan ICMP'nin çalışmaları hakkında teknik malumat ediniyoruz: İşlerine ciddiyetle odaklanmış adli antropologlar ve arkeologlar ön planda.
İlk etapta savaş öncesi ile sonrasının uydu fotoğrafları karşılaştırılıyor, toprağın kazılmış olduğuna dair işaretler toplu mezarlara işaret ediyor.
İşin kötüsü, öldürülmüşlerin bedenleri bulunmalarını zorlaştırmak amacıyla çürüme başladıktan sonra başka toplu mezarlara taşınınca cesetlerin bütünlüğü bozulmuş oluyor.
Bir kişiye ait kemiklerin tek tek bulunup bedeni bütünlüğüne kavuşturmak imkânsız gibi bir şey. Kemiklerin DNA'sı kadar, hayatta kalmışlarsa aile fertlerinin DNA'sı ve kişinin fiziksel özellikleriyle alakalı verecekleri referanslar çok mühim.
Toprağın asidik veya ıslak olması gibi unsurların bedenlerin çürüme oranında mühim rol oynadığı da bizimle paylaşılan detaylardan.
Bu asil olduğu kadar zorlu görevi yerine getirenlerin duygusal mesafelerini korumalarının her zaman kolay olmadığını, araştırmalarında sadece kemik parçaları değil, hikâyeler de bulduklarını, yaşanmış hayatların detaylarını keşfettiklerini öğreniyoruz.
Annelik ruhu
Filmde kayıp kişileri bulma faaliyetini profesyonelce yürütenlere paralel olarak takip ettiğimiz anne karakteri, aslında coğrafyadaki tüm annelerin sözcülüğünü üstlenmiş, gayet zarif bir kadın.
Bölgedeki gerginlik ve saldırganlık, savaş çoktan bitmiş olmasına rağmen çeşitli tehditkâr dinamiklerde vücut bulduğundan, anonim bir karakterin film boyunca birçok annenin temsilcisi olmasına karar verilmiş.
Zaman ilerledikçe kayıpların bulunma ihtimali azaldığından, yasını gereğince tutamamış anne oğlunun gömülü olduğu toplu mezarın yerini bilenlerin ortaya çıkmasını umuyor ve bu durumda onları affetmeye hazır olduğunu da belirtiyor.
Oğlunun çehresinin hafızasından silinmesini asla istemiyor.
Savaşta birçok yakınını kaybetmiş yaşlı bir adamın ormanda kendi inisiyatifiyle toplu mezar arayışına da şahit oluyoruz. Filmin sonunda Ramiz Nukiç olduğunu öğrendiğimiz şahıs, tahammül edilmesi çok güç dinamiği bir zamanlar şahsen yaşadığı için, kayıp yakınlarına destek olabilmek amacıyla çalışmalarını sürdürüyor ve başlarına bir şeyler gelmesinden çekinenlerden farklı olarak kendini cesurca ortaya koyuyor.
Sabrın sonu selamet...
Böylesine dramatik hadiseler dizisinin bize soğukkanlılıkla aktarılmasında filmin müziklerinde imzası bulunan Mario Batkoviç'in minimalist olduğu kadar zarif katkısı yadsınamaz.
Filmde gözyaşı veya çığlık hatırlamıyorum; fakat arada sırada mezar kazılarında ortaya çıkarılmış buluntuların peş peşe perdeye yansıdığı anlar, seyircinin bahsedilen o hikâyelere anında nüfuz etmesini kesinlikle sağlıyor: Plastikten küçücük bir fil heykelciği, yıpranmış kırmızı bir şort, ihtiva ettikleri ilaçlar çoktan erimiş muhtelif blisterler, içeriği tanınmayacak ölçüde silikleşmiş fotoğraflar... Tek renkli fonun üstüne düzenli şekilde yerleştirilmiş, tek bir kişiye ait olduğu belli, bir diş fırçası, bir diş macunu tüpü, minnacık bir tıraş seti ve plastik bir tarak...
Daha önce teşhis edilip şahsi bir mezar sahibi olabilmiş kişiye ait yeni kemikler ortaya çıkarıldığında, ailenin talebiyle mezar açılıp buluntular eskilerinin yanına gömülüyor ve biz tüm bu süreçlere sabırla şahit oluyor, sessizce izliyor, haysiyetlerine tekrar kavuşmuş olduğu umulan savaş kurbanlarına saygı duruşunda bulunuyoruz...
(MT/AÖ)