Yan yana sandalyelere oturmuş üç kadın. Melis, annesi Başak, anneannesi Ayfer. Bir ailenin üç kuşak kadınları, kendi hikâyelerini, birbirlerinin hikâyelerini ve ortak hikâyelerini birbirinden bağımsız, aynı anda anlatıyorlar. Fonda İstanbul; Üsküdar, Beşiktaş, Şişli, Boğaz, illaki Boğaz.
“Hiç bu kadar deniz, olup da bu kadar az yosun kokusu olan başka bir şehir daha var mı acaba
“Hiç bu kadar köprü olup hiç kimsenin birbiri ulaşamadığı başka bir şehir
“Bu kadar insan olup da her yerin bomboş olduğu, bomboş…”
Anlatacak bir hikâye yok, üç kadın, üç farklı kuşak; hepimizin olan, olabilecek hayatlar.
Anneanne Ayfer artık yaşlanmış, hafızası bulanmış, kendi kızını ve torununu tanıyamazken, bir yandan da ruh ve beden yaşı arasındaki çelişkiden mustariptir. Bazı anlarda yaptığını sandığı şeyleri, aslında sadece aklından geçirebilmiştir. Huzurevinde yaşarken tanımadığı ama sürekli ziyarete gelen Melis’in niye geldiğini anlayamamaktadır bile. Çevresinden gördüğü “yaşlı kadın” muamelesinden rahatsızlığını her an dile getirir.
“Bir de sağırmışım gibi bağıranlar var; Ayfer teyze iyi misin?”
“Ben iyiyim de sen salak mısın?!”
“Manyak kadın ya!”
Anne Başak, kızı Melis, annesi Ayfer, kocası Fehmi üçgeni içinde kendini yaşayamamış bir kadındır. Melis için bu üçlünün yanı sıra hayatında bir de “manitası” Okan vardır.
Sıradan, hepimizin olabilecek hayatlar.
Ayfer’in Başak’la, Başak’ın Melis’le, Melis’in her ikisi ile kesintisiz didişme, çekişme ve gerilimi hiç susmayan bir iç sesler korosuna dönüşürken, her birinin kendi hayatını istedikleri yerden bize anlatışını sahnede izliyoruz. Birbirlerini anlatırken sürekli “manyak kadın ya!” derken bile sevgilerini hissediyoruz.
Zorlu mizahın incelikli örneği
Oyundaki enerji, mizah ve yetenekler gerçekten çok etkileyiciydi. Uzun zamandır bu denli gülerek, keyiflenerek izlediğim bir oyun olmamıştı. Tiyatroda iyi komedi yapmanın zorluğuna, çok fazla da başarılı örneğinin de bulunmadığına inananlardanım. Ancak “Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin”i izlerken o kadar neşelendim, o kadar güldüm ki, mizahın ince ince işlendiği oyunda kayboldum. Mizaha karışan gerçekliğe âşık oldum.
Oyun boyunca üç karakterin de sık sık, karşısındaki kişiye karşı aklından geçen birçok nahoş, kırıcı sözleri sıralayıp ardından “diyemedim tabii”, “demedim tabii” demeleri ise en gerçek ama en komik anları oluşturuyordu.
Üç etkileyici kadın
Ayfer Dönmez’i yıllar önce izleyip, sevdiğim “Bir İstanbul Masalı” dizisinden beri herhangi bir yerde izlememiştim. Kendisi “Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin”deki anneanne rolünde inanılmaz bir performans sergiliyor. Özellikle gençlikten, yaşlılığa doğru evrilen hikâyesini anlatırken söylediği “Mihrabım diyerek” şarkısını genç sesle başlayıp yaşlı sesle bitirmesi, bu konudaki en etkileyici sahnelerden biri oluyor.
Melis Öz de enerjisi ve sıcaklığı ile evin en küçüğü, en genç kuşağı olan Melis’te gerçekten çok başarılı. Ancak söylemem gerekir ki sahnede bu üç oyuncuyu keyifle izlerken ben anne rolündeki Başak Kıvılcım’dan gözlerimi alamadım. Kızı için endişeli, annesi için üzgün, ikisi için de biraz kızgın, Fehmi için daha da kızgın, kendini düşündüğü/istediği kadar gerçekleştirememiş Başak’ta muazzam bir oyunculuk sergiliyor. Bu oyuncuları takip edeceğim, oyunları bekleyeceğim.
Oyuncu, yazar ve yönetmenlikte birçok oyuna imza atmış Murat Mahmut Yazıcoğlu, yazar ve yönetmeni olarak “Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin” ile geçtiğimiz günlerde açıklanan 21. Yapı Kredi Afife Jale Ödüllerinden "Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü"ne ve Tiyatro Eleştirmenler Birliği (TEB) 2017 Yılın Yerli Oyun Yazarı ödülüne değer görüldü. Üç kadın hikâyesini anlatan, hele ki bunu bu denli başarı ile yapmış bir oyunu bir erkeğin yazıp, yönetmiş olması, bir parça değer yargılarımı sarssa da sonuçtan etkilenmemek mümkün değil.
“Yürü kız gidiyoruz, Sen İstanbul’dan daha güzelsin”. (BY/ÇT)
KünyeYazan/ Yöneten: Murat Mahmut Yazıcıoğlu Oyuncular: Ayfer Dönmez, Başak Kıvılcım Ertanoğlu, Melis Öz Yönetmen yardımcısı: Tuğba Sorgun Kostüm: Meltem Tolan Coşkun Işık: Cansu Kahvecioğlu Afiş, Fotoğraflar, Tanıtım filmi: Serkan Ertekin |