Diyarbakır’da 1915 Ermeni soykırımından kurtulan ve Ermeniliğini açık bir biçimde yaşayan Bayzar Alata, 87 yaşında pazartesi günü hayatını kaybetti.
bianet editörü Ekin Karaca'nın Yeni Aktüel dergisinin 2009 yılı 88. sayısı için hazırladığı röportajı yeniden yayımlıyoruz. Yazıda yer alan "son Ermeniler" o dönem için 82 yaşındaki Bayzar Teyze ile 79 yaşındaki Sıtkı Amca... Kültürel mozaiği günden güne parçalanan ve bugün gayrimüslim nüfustan geriye sadece dört Süryani, bir Keldani ailenin kaldığı Diyarbakır'ın son Ermenileri...
Gidenlere ve gönderenlere inat doğdukları, yaşadıkları yerde ölmeye kararlılar. Her fırsatta "keşke gitmeselerdi" diyerek eski günlere özlemlerini dile getirseler de belki de onları Diyarbakır'a bağlayan şey, gönderenlere karşı hissettikleri sitem duygusu. Diyarbakır'da, onlarlaydık.
Dağkapı'dan yola çıkıp Bayzar Teyze (82) ve Sıtkı Amca'nın (79) yaşadığı Meryem Ana Süryani Kilisesi'nin bulunduğu Lalebey Mahallesi'ne ulaştığımızda iki kişinin ancak sığabileceği kadar dar olan sokaklarda ilerliyoruz. Bu sırada bize eşlik eden Diyarbakır Kültür Sanat Vakfı çalışanı, "Bir insan kırmızı bültenle aranıyor olsa bile bu mahalleye girdi mi polis onu asla yakalayamaz" diye mahallenin nâmını anlatıyor biz "Beyaz İstanbullulara"... Fakirliğin ve itilmişliğin kol gezdiği bu mahallede daracık bir sokaktan küçük bir açıklığa ulaştığımızda ise karşımıza Meryem Ana Süryani Kilisesi çıkıyor.
Artık "öte mahalle" olarak adlandırılan Lalebey Mahallesi, bundan 20-25 yıl öncesine kadar Diyarbakır'ın Süryani mahallesiymiş. Bugün kilise dışında ne Süryani nüfusu var ne de Süryani kültürünü hatırlatacak herhangi bir unsur. Bu durumda Meryem Ana Kilisesi de adeta "Müslüman mahallesinin salyangoz dükkânı" konumunda kalakalmış... Yakın zamana kadar kendi mahallesi olan yerin yabancısı, "ötekisi" haline gelmiş ve bu ötekileşmenin yarattığı korkular nedeniyle de kapılarına MOBESE ve özel güvenlik kameraları yerleştirilmiş bir "salyangoz dükkânı"...
Meryem Ana Kilisesi, Süryanilerin yanı sıra, nüfusu 85 yıl içinde 120 binden ikiye düşen Diyarbakır Ermenilerinin son temsilcileri olan Bayzar Teyze ve Sıtkı Amca'nın hem ibadethanesi hem evi konumunda son 25 yıldır. Sadece onların da değil; Meryem Ana Süryani Kilisesi Diyarbakır'da kalan ve sayıları 30 civarında kalmış tüm gayrimüslimlerin de evi aynı zamanda.
"Huzur yoktu"
Bayzar Teyze, Diyarbakır'ın Kadı köyünde doğmuş ve 1950'de Sıtkı Amca'yla evlenip Satı köyüne taşmana kadar da bu köyde yaşamış. Beyzar Teyze ve Sıtkı Amca Satı köyünde de 10 yıl yaşadıktan sonra 1960'ta ekonomik nedenlerle Diyarbakır merkeze göç etmişler.
Ermeni çift gerek Kadı köyünde gerekse Satı köyünde Ermeni olmaları nedeniyle ne devletten ne de ağadan kaynaklı herhangi bir baskı ya da ayrımcılıkla karşılaşmışlar. Beyzar Teyze, zaman zaman ortaya çıkan küçük gerginliklerde köylerinde bulunan çok sayıda Alevinin kendilerini hep koruyup kolladıklarını ve o dönemlerde hayatlarının çok güzel olduğunu özlemle anlatıyor.
1960'ta şehre göç etmeleriyle her ne kadar köy hayatındaki huzurları kaçmış olsa da, o dönemler şehir hayatının da son derece güzel olduğundan bahsediyor. Şehirdeki ilk zamanlarını sorduğumuzda "Sıtkı sık sık çevre köylere gider, pirinç ekerdi. Tek geçim kaynağımız buradan gelen paraydı. Ben de evde otururdum ama hiç sıkılmazdım. Çünkü o zamanlar Diyarbakır'da çok Ermeni vardı" diyor, "Kilisemiz, birbirine bağlı bir cemaatimiz vardı. En önemlisi akrabalarımız da buradaydı. Sonra zamanla hepsi gittiler."
Bayzar Teyze'ye neden gittiklerini soruyoruz ama aldığımız yanıt çok da tatmin edici olmuyor. "İşsizlikten gittiler" diyor; sanki bazı gerçeklere ket vurmak istercesine.
"İşsizlik sadece Ermenileri mi vurdu da Ermeniler buradan göç ettiler?" diye sorduğumuzda ise Bayzar Teyze de Sıtkı Amca da söz birliği etmişçesine "Huzur yoktu" diyorlar. Sonra sanki bizim "Nasıl huzur yoktu?" diye sormamızı engellemek istercesine alıyor sazı eline ve kendisi soruyor Bayzar Alata:
"Sizin uğraşacak başka şeyiniz yok mu? Neden buralara kadar gelip de Diyarbakır'ın son Ermenileri diye bizim haberimizi yapıyorsunuz? Hele bana bunun sebebini bir söyleyin." Bayzar Teyze'ye önce bize anlattığı gençlik yıllarını hatırlatıp, çokkültürlü bir kent olan Diyarbakır'ın en önemli değerlerinden olan Ermeni nüfusun zaman içinde yok olmasına dikkat çekmek istediğimizi söylüyoruz.
"Evimize toprağımıza el kondu"
Tüm akraba ve tanıdıklar gittikten sonra, 25 yıl önce Meryem Ana Kilisesi'ne yerleşen Ermeni çift, tek gelirlerinin devletten aldıkları ihtiyarlık maaşı olduğunu, kira ödeyecek paraları 'olmadığından kilisenin müştemilatında kaldıklarını anlatıyorlar. Babalarından kalma Silvan'da iki köy, Lice'de toprak ve evleri olduğunu anlatan yaşlı çift, Ermeniler göç ettikçe mallarına el konduğunu, sonrasında da bu malların peşine düşemediklerini, zaten düşseler bile bir sonuç alabileceklerine inanmadıklarını söylüyorlar.
Kilisede oldukça durağan bir hayat sürdüren Ermeni çiftin en büyük sıkıntıları, yalnızlık. 1991'de yaşanan Körfez Savaşı'na kadar Diyarbakır'da dört-beş Ermeni ailenin yaşadığını ama savaştan sonra onların da gittiğini söyleyen Sıtkı Amca, 18 yıldır Diyarbakır'da yalnız olduklarını söylüyor.
Çok nadiren kilise dışına çıkan ve az insan tanıdığını söyleyen Sıtkı Amca, "Birkaç kişiyle sadece merhabalaşıp iki laf ediyoruz; samimiyet yok yani. Maalesef dostum yok" derken Bayzar Teyze komşu ziyaretlerine gittiğini, geçen hafta Mardin Midyat'ta bir vaftiz törenine katıldığını, hatta Müslüman olan komşu kızlarından ikisini de beraberinde Mardin'e götürdüğünü anlatıyor.
Sıtkı Amca'ya nazaran daha sosyal gibi gözükse de Bayzar Teyze de yalnızlıktan oldukça şikâyetçi: "Akrabalarımız, Ermeni dostlarımız maalesef gittiler; keşke burada olsalardı. Burada o kadar Ermeni vardı ama onlara huzur vermediler. İnsan rahatsız edilmese toprağından çıkıp gider mi? Huzursuzluk ve gerginliğin üzerine bir de işsizlik eklenince kaçtı gitti hepsi."
"Burada doğduk, burada öleceğiz"
1984'ten beri parasızlık nedeniyle kilisede yaşayan, 1991'den bu yana 18 yıldır da Diyarbakır'da kalan son iki Ermeni olan Bayzar Teyze ve Sıtkı Amca'nm akrabalarının yanına ya da başka yerlere niçin gitmediklerini, niçin yaşadıkları yalnızlığı kaderleriymişçesine sahiplendiklerini merak ediyoruz. Aslında verdikleri cevap tam da duymayı tahmin ettiğimiz gibi çıkıyor: "Burası doğduğumuz memleket. İnşallah burada öleceğiz."
Bayzar Teyze, yılda bir kere İstanbul'daki kardeşlerinin yanına gidip bir ay kalıp geri döndüğünü söylüyor: "Eğer çocuklarımız olsaydı belki biz de onların geleceğini düşünerek ayrılırdık buradan. Ama çoluğumuz çocuğumuz olmayınca gitmek istemedik. Hem burası bizim doğduğumuz, büyüdüğümüz yer. Diyarbakır'ı çok seviyoruz. Yeter ki, herkes iyi olsun, birarada kardeşçe yaşayalım. Ayrım olmasın, savaş olmasın. Burada savaş sürdüğü sürece, çatışmalar sürdüğü sürece bize de rahat yok."
Son sözler ise Sıtkı Amca'dan geliyor bilgece: "Burada binin üzerinde Ermeni hanesi vardı. 40-50 yılda bir tek biz kaldık. Millet adam olsa bu kültür varlığının gitmesine izin verir miydi? Gitmemeleri, burada kalmaları için çaba harcanması gerekirdi ama tam aksine bizim millet Ermenilerin, Süryanilerin ve diğer gayrimüslimlerin gitmeleri için çabaladı. Keşke şu an Diyarbakır'da Müslüman cemaatle birlikte Ermeni, Süryani, Keldani cemaati de olsaydı. O zaman Diyarbakır çok daha farklı bir kültürel zenginliğe sahip olurdu." (EKN/NV)
* Bu yazı Yeni Aktüel dergisinin 2009 yılı, 88. sayısından alınmıştır
** Fotoğraf: Ekin Karaca