Diyarbakır yüreğini ve kollarını aç kızın geliyor ve beni dinlersen bir daha bırakma onu!
Sevgili hemşerim Silva Özyerli’nin Diyarbakır’ın son yüzyıllık tarihini, gündelik yaşamını ve yemek kültürünü anlattığı “Amida’nın Sofrası/ Yemekli Diyarbakır Tarihi" kitabı 27 Eylül günü çıkıyor ve 28 Eylül'de Diyarbakır Kitap günlerinde ilk kez okuyucu ile buluşacak.
bianet’ten Sevgili Nadire Mater sosyal medyadaki kitap paylaşımımı görüp Diyarbakırlı hemşerimiz, yazar, gazeteci sevgili "Şeyhmus Diken bianet için yazmıştı ama sen de başka bir pencereden yazabilirsin" deyince bu yazı ortaya çıktı.
"Mazi kalbimde yaradır" herkes için güzel bir Türk sanat müziği parçası oysa bu cümle her aklıma geldiğinde yüreğim yerinden çıkar, soğuk terler dökerim ve çaresizliğime ağlarım.
Benim Babaannemin bir fotoğrafı bile yok, babamı doğurduktan beş yıl sonra vefat etmiş tek bildiğimiz çok güzel, bembeyaz tenli ve kuğu gibi bir genç kız olduğu, adını Kadriye olarak değiştirdikleri ve Amasya Ermenisi olduğu ve tehcirde Siverek’te kaldığı – alıkonulan da diyebilirim - idi. Tüm çabama rağmen daha fazlası için bir milim yol kat edemedim!
Uzun yıllar internet üzerinden bilgi ve fotoğraf toplamaya çalıştım ama nafile ve bu sebeple Bölgemiz ile ilgili yazılan tüm anı kitaplarıyla, tarih kitaplarıyla ilgiliyim.
Yazıldığından haberdar olduğum ve uzun zamandır beklediğim kitap “Amida'nın Sofrası“nda biliyorum ki babaannemin, anneannemin yemekleri ile karşılaşacağım anılarına, acılarına, sevinçlerine saygı ile özlem ile.
Sevgili Silva Özyerli’nin büyük bir araştırma ve özenle hazırladığı Diyarbakır ve çevresinin binlerce yıldan süzülüp gelen yemek kültürü ve Diyarbakır gündelik yaşamına ait bilgilerle dolu bu kitap için ne kadar teşekkür etsem az; Kadim Anadolu yemeklerimizin, türkülerimizin, adetlerimizin ve hatta kanlarımızın birbirine geçtiği bir coğrafya...
***
Sevgili Silva Özyerli hanıma aklımdaki üç soruyu soruyorum.
Sevgili Silva Hanım, sizi sosyal medyadan ve hepsi birbirinden nefis ev likörleri ile tanıdık ve sevdik, ilk sorum Silva Özyerli kimdir?
1964’te Diyarbakır’da, kalabalık bir ailede doğdum. Küçük yaşta, okumak üzere İstanbul’a gönderildim. İncirdibi Protestan İlkokulu’nda, Bezciyan Ortaokulu’nda ve ardından Diyarbakır’da Kız Meslek Lisesi’nde okudum. 1982’de Diyarbakır’dan temelli ayrılıp İstanbul’a yerleştim. Son yıllarda yemek ve likör üzerine araştırmalar yapıyorum. Memleketim olan Diyarbakır’ın sofra kültürüne ait kaybolmuş veya kaybolmakta olan öğeleri keşfedip nisyana karşı koymaya çalışıyorum.
“Amida’nın Sofrası” bildiğim kadarı ile ilk kitabınız, sadece Diyarbakır kültürü ile yetişmiş, yeme-içme meraklıları dışında tüm duyarlı insanlarda bile daha çıkmadan heyecan yarattı, böyle bir kitap yazma isteği nereden doğdu?
Evet, "Amida'nın Sofrası" ilk kitabım. Bu kitabı neden yazdım sorusuna gelince; ben bir taş ustasının kızıyım. Babam ve babam gibi o şehre kültürel, sosyal, mimari ve ekonomik katkı sunmuş, değer katmış binlerce Ermeniden birinin kızıyım sadece.
Her ne kadar hayatlarımız "yarım" kalmış ya da bırakılmış olsa da çocukluğumun geçtiği "Gavur Mahallesi" yorgun ve mağrur bir şekilde yerinde duruyordu. Gitmesek, görmesek de orada yerli yerinde durduğunu bilmek bize yetiyordu belki de
Derken biliyorsunuz yaşananları...
Hendek, barikat, sokağa çıkma yasakları ve yıkım... Bütün bunların yaşandığı o günlerde benim, bütün algım Diyarbakır ve Sur'da gelişen olaylara odaklandı.
Evim, karış karış gezdiğim sokaklarım, babamın emek verdiği taş taş işlediği evler, hayatıma yön veren kadınlar, masallarım hatta masal kahramanlarım birer birer yok oldu. Ben de yıkıldım.
Geriye hafızam kaldı. Bir tek hafızam.
Hafızaya hendek kurulamayacak, barikat ve dahi kurşun işlemeyecekti.
Yerle yeksan edilen Gavur Mahallesi'ni yazmak, ölümsüzleştirmek istedim. Ve bunu yaparken de o topraklara emek vermiş babam gibi insanlara vefa borcumu ödemek istedim. Benim de görevim buydu belki de.
Hafızamı kağıda dökmeden toprağıma ayak basmayacağıma (ki bu arada yıkılan bir kilise restorasyonu için yardım talebi geldi, durumu izah edip gitmedim. O "yokluk ve hiçlik"le yüzleşmekten, hafızamın yıkılacağından korktum!) dair kendime söz vermiştim. Sözümü tuttum. Şimdi kitabımla gideceğim.
Ben bu kitap yayınlandıktan sonra hem Diyarbakır’a hem de Diyarbakırlıya ve geçmişine dönük düşüncelerin değişeceğine inanıyorum; siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ülkemizdeki kökleşmiş sorunları çözecek, insanı insana dokunduracak, birbirine değdirecek sihirim yok maalesef. Keşke olsa.
Ama bilirsiniz kitaplar ve bilimsel makaleler gibi değil insan hikayeleri, yaşanmışlık ve duygular, dile getirilen gerçekler her zaman insana dokunur. Empati duygusu geliştirir, farkındalık yaratır. İçinde insana dair duygu vardır çünkü.
Kim olursa olsun herkes, biraz durup düşünecek, özeleştiri yapacak diye düşünüyorum.
Kitap içeriğindeki zengin kültür, batıda yaşayanların küçümsediği, burun kıvırdığı Diyarbakır algısını kıracağını; farklı bir pencere açacağını; doğuda yaşayanlar ise bu kitapla birlikte neleri, hangi güzellikleri kaybettiklerinin farkına varacak.
Doğusu ve batısıyla herkes bir arada yaşamanın şehre, insana ve kültüre kattığı değerleri hatırlatacak bu kitap. Çünkü kültür, özellikle de geçmişi yüzyıllara dayanan Diyarbakır'in kadim mutfak kültürü insanlarla var olan ve sürdürülen, yaşayan değerli bir kültür. Kitabı okursanız bütün bu dediklerim daha yerli yerine oturacaktır diye düşünüyorum.
Ve gelelim bugüne kadar beni en çok acıtan ve üzen şeye;
Yazdığım kitap Diyarbakır özelinde olsa da, Ermeniler konusunda hiçbir özeleştiri yapmadan, masal formatında "bir varmış, bir yokmuş gibi" gibi anlatanlara, bir Ermeni olarak içeriden bir ses verip gerçekleri yazdım. Bu kitapla birlikte masal gibi anlatılmamın önüne geçtiğimi düşünüyorum.
Yaklaşık 10 yıldır Diyarbakır Ermenileri üzerine araştırmalar yapıyordum. Bilgiyi de, yükü de çok biriktirmiştim. Bu kitabı değerli kılacak tek şey ise yüzyıl öncesi yapılan ve zamanla yok olan yemekleri ortaya çıkarmam, toprağıyla buluşturmam oldu belki de.
Bunu yani bu çalışmayı beş yıl sonra istesem de yapamazdım. Çünkü bu yemekleri hiç yapmamış, sadece ama sadece tadını hatırlayan yaşları 85-93 aralığında 3-4 kişi kalmıştı geride.
Ve tabii köy, yokluk ve kıtlık yemekleri de bu çalışmaya girdi.
Herkes benden likor kitabı bekliyordu ama likörümün kökleri nereden geliyordu? Bu kitabımla birlikte onu da anlatmış oldum.
Diğer türlü yazacağım likör kitabı, popüler kültüre hizmet etmekten öteye gitmeyecek, bu kültürün derinliği bilinmeden anlam ve değer bulamayacaktı.
***
“Ermenicede Amida ya da Dikranagerd, Kürtçede Amed diye anılan Diyarbakır şehrinin sofra kültürü, asırlardır bu yörede yaşayan halkların birlikte var ettiği ortak bir değerdir. Diyarbakır’da doğup büyüyen, bugün artık İstanbul’da yaşasa da memleketini daima içinde taşıyan Silva Özyerli, Diyarbakır yemekleri hakkında uzun yıllara dayanan araştırma, keşif, deneme ve üretimlerinin meyvesi olan Amida’nın Sofrası’nda, tüm birikimini alanının en özgün kitaplarından birini ortaya koyarak sunuyor dikkatimize.
"Özyerli, kendi yaşamından, aile geçmişinden, eski kuşak Diyarbakırlılarla yaptığı görüşmelerden, yazılı kaynaklardan yaptığı araştırmalardan yararlanarak, bugün bazıları yaygın olarak bilinse de önemli kısmı yok olmaya yüz tutmuş veya değişip dönüşmüş, bir kısmı ise tamamen unutulmuş yemekleri eskiden pişirildikleri halleriyle gün yüzüne çıkarıyor.
"Yazarın aile tarihinde iz bırakmış acı tatlı olaylarla harmanlayarak geliştirdiği anlatım tarzı, Amida’nın Sofrası’nı pek çok yerde öyküye, edebiyata yaklaştırıyor ve damakta doyumsuz bir tat bırakıyor. Özyerli’nin ilmek ilmek ördüğü anlatı, Diyarbakır ve çevresinin son yüz küsur yıllık tarihine alternatif bir bakışın taşıdığı imkânlara da işaret ediyor ve bu yönüyle 'Yemekli Diyarbakır Tarihi' üst başlığını da sonuna kadar hak ediyor. Erkin Ön’ün fotoğraflarıyla zenginleşen Amida’nın Sofrası, bir kültür hazinesi.”
–Kitaptan alıntı-
Son söz, kimseden empati yapmasını beklemiyorum ama yıllardan beri kafamda dönüp dolaşan bir kaç soruyu da sıralamadan rahat edemiyeceğim; sevgili okuyucu hiç kendi kendine sordun mu yaşadığın her bölgede yüzyıllar önce yapılmış zarif, güzel taş binaları kim yaptı ve artık niçin yapıl-a-mıyor ?
Yaşadığın her bölgede il, ilçe, belde, köy eşraf diye bildiğin niçin eşraf ve nasıl biriktirmiş bunca malı/mülkü? ve son cümlem yaşadığınız her yerdeki şehir, ilçe, belde, köy bu isimler nereden geliyor diye bir sor, sorgula budur son isteğim!
“Amida’nın Sofrası“nın yolu, şansı açık olsun!
Sevgili Silva Özyerli ile yeni kitaplarda buluşmak dileği ile. Çünkü yazmak hesaplaşmadır, rahatlamadır. Güzel günlere... (EA/APA)
* Babaannem Kadriye'nin şahsında yitip giden tüm kadınlarımızın anısına, acısına saygı ile.
** Silva Özyerli, Amida'nın Sofrası/ Yemekli Diyarbakır Tarihi, editör: Rober Koptaş, Aras Yayıncılık, Eylül 2019, 272 sayfa.