"Çünkü elyazmalarında Aureliano Babiolania'nın şifreleri çözdüğü anda aynalar (ya da seraplar) kentinin rüzgârla savrulup yol olacağı, insanların anılarından silineceği ve yazılanların evrenin başlangıcından sonuna dek bir daha yinelenmeyeceği yazıyordu. Çünkü yüzyıllık yalnızlığa mahkum edilen soyların, yeryüzünde ikinci bir deney fırsatı olmazdı."
Gabriel García Márquez, 'Yüzyıllık Yalnızlık'
Medusa, antik Yunan mitolojisinde, Perseus tarafından başı kesilerek öldürülen yılan saçlı bir Gorgon olarak bilinir. Ancak, mitin kökeninde Medusa, ölümsüz iki kızkardeşinin aksine ölümlü bir bakire olan çok güzel bir genç kız olarak anlatılır.
Tanrıların kıskandığı Medusa, doğurganlığı simgeleyen kadınlığı yüzünden deniz tanrısı Poseidon'un tecavüzüne uğrar. Bu yüzden de, Zeus'un kızı ve mitolojide rasyonel erkek aklının sembolü kabul edilen tanrıça Athena tarafından günahı bağışlanmayan Medusa, saçlarından yılanlar çıkan ve yüzüne bakanların taş kesildiği korkunç bir yaratığa (Gorgon'a) dönüştürülür.
Kendi şiddetinden korumak için kurban etme...
Medusa'nın cezasını, hamile kaldığı ve insan soyunun devamını sağlayacağı için yetersiz bulan Athena, onu öldürmesi için Perseus adlı bir kahramanı görevlendirir. Perseus, Tiryns kralı olma vaadiyle Medusa'yı kafasını keserek öldürür. Ölürken Pegasus ve Chrysar adlı iki mitolojik figürü doğuran Medusa'nın sıçrayan kanlarından ise yılanlar dünyaya gelir.
O günden sonra tekinsiz bir kutsallık atfedilen Medusa'nın kesik başı, süslemeler de ve taş kabartmalar da yer alarak günümüze kadar ulaşır. Rene Girard, "Şiddet ve Kutsal" adlı çalışmasında kurbanın, kutsallaştırılmasını "öldürülen" olduğuna bağlayarak, "kutsal kurban" figürünün tanrısallıkla ilişkisini açıklar.
Gerard, kurban etme töreninin, bir topluluğun kendini, kendi şiddetinden koruma adına gerçekleştirildiğini de belirterek, kurban etmenin amacının; topluluğun düzenini yeniden inşa etmek olduğunu ifade eder.
Ancak, antik Medusa mitinde görüldüğü gibi tanrıların kendi iç düzenini inşa ettiği yer olarak, yeryüzü krallıklarının gücünü idame ettirmek için öldürülen Medusa'nın efsaneleşerek yeniden tanrısal bir kutsallık yüklendiği yer olan insan uygarlığında durum farklılaşır.
Kutsal Kurbanın Kaderi
Bu bağlamda, modern dünyada Medusa ve onun, yüzüne bakanı taşa çeviren bakışlarına yüklenen kutsal kurban anlamı ile tanrısallık özelliği ayrışır. Korkunç bir yüceltme ve yer değiştirmeyle, Medusa figürüyle canavarlaştırılan, bir zamanların güzel kadınına ölümünden sonra lanetli bir kutsallık atfedilmesi ise ulus devletlerin 'toplulukların düzeninin yeniden inşası için' gerçekleştirilir. Medusa'nın, Lacan'ın "The Gaze" (Nazar) kavramıyla açıklanan "bakanı taş kestiren delici bakışları" ise, tam da bu yer değiştirme kavramıyla ilgilidir.
Kendinde varolan doğal kötülüğü, özdeşim sürecinde görüş mesafesinde olan şeyi ya da kişiyi, nesne konumuna yerleştirerek kendi benliğinin istenmeyen yönlerini ötekileştirdiği bu tarafa yönelten kişinin, karşı taraftan geldiğini düşündüğü "taş kestiren Medusa bakışı" ya da Lacancı anlamda "nazar", aslında kişinin kendi içine bakışının bir yansıtmasıdır. Kendi benliğini oluştururken, kötülük kavramını birbirine zıt ikiliklere indirgeyen algılarda görüldüğü gibi, kendini taşlaştıracak "bakış" dışardan değil, bizzat kişinin kendi içinden gelir.
Bu bağlamda, polise taş attıkları için suçlanan ve yargılanan Diyarbakırlı çocukların durumuna, onların koşullarını bir mitin yarı efsane dünyasına indirgemeden bakarsak, güvenlik güçlerine taş atan çocukların Medusa gibi baktıkları insanları taşa çevirmek gibi tanrısal güçleri olmadığı gibi, attıkları taşlarında polislere fiziksel bir zarar vermesi mümkün görünmüyordu.
Diyarbakırlı Çocuklar ve Taşların Sırrı
Ancak polislerin, özellikle son olayların birinde görüldüğü gibi dipçikle bir çocuğu döverek hastanelik etmesi meselenin taş atılmasından öte, derinlerde yatan birikmiş bir nefretin sonucu olduğu görülüyor.
Anlaşılan polisler de kendi benlik arayışlarında karşılarına nesne olarak koydukları kişileri ötekileştirmenin dozunu kaçırarak, onların sadece çocuk olduklarını görmezden gelmişler ki bu aslında, çocuklardan gelen taşların değil o çocuklara yüklenen sembolik kötülüğün anlamının çok daha ürkütücü olduğunu gösteriyor.
Elbette, bu noktada yaşamları kurutulan ve taşlaştırılan Diyarbakırlı çocuklar ve onlara ölümcül nefretlerini yansıtarak "ama bize taş atıyorlar" ifadesini gerekçe gösteren polisler ise, görev bilincinin en üst düzeyinde konuşlandırılmış olmanın keyfiyle kendilerinin yaklaşık 3/1 yaşı olan çocuklarla büyüme oyunları oynayabiliyorlar.
Kendi ölümcül bakışlarını çevirdikleri çocukların yaşam hakkını elinden aldıklarının farkındalar ve zaten Márquez'in, "Yüzyıllık Yalnızlık" romanından alıntıladığım paragrafta görüldüğü üzere, "yüzyıllık yalnızlığa mahkum edilen soyların, yeryüzünde ikinci bir deney fırsatı olmayacak."
Elyazmalarının sırrını çözdüğü için, aynalar şehrini yok etmekle ve insanların hafızalarından silinmekle lanetlenen Aureliano Babiolania ya da nam-ı diğer Babil Kule'sine, tanrıya ulaşmak için son taşı koyan adamın başına geldiği gibi, dillerini aramak için tanrıya boyunlarını uzatıp bakma cüretini gösteren Diyarbakırlı çocuklar içinde belki ikinci bir fırsat olmayacak yıllar sonra hapisten çıktıklarında.
Çünkü zaten Márquez'in dediği gibi, "soyları kurutulmaya karar verilmişlerin çocuklarının da ikinci bir şansı olmayacak" ne yazık ki 'Duvar'ların konuştuğu hapishanelerde. Çocuklara verilen cezaları ilk duyduğumda aklıma, Yılmaz Güney'in ölümünden önce tamamlayamadığı son filmi olan "Duvar" gelmişti. Oradaki çocuk koğuşlarının koşulları, bugün ancak Şatila kamplarındaki çocukların koşullarıyla kıyaslanır ki Şatila'da sonuçta bir açık hava kampıydı.
Neden sadece çocuk olduklarını düşünerek değerlendiremediler ki bazı şeyleri, bugün artık geçmişte olduğu gibi o çocukların ruhlarında ve zihinlerinde açılan tahribatı hangi adalet sistemi düzeltebilecek.
Bahsedilen çocuk, yani hata yapma hakkı o yaşlarda sonsuz olan varlık. Dünyayı yeni öğrenirken, onları nasıl bir dünyanın içine sürüklediğinizi hiç düşündünüz mü? Diyarbakır...koğuşunda bir çocuk kaç saat ruh sağlığı yerinde kalır hiç düşündünüz mü? (YK/EÖ)
* Girard, Rene. (1977). Violence and sacred (Çev. P. Gregory). Johns Hopkins University Press: Baltimore.