Fotoğraflar: Pınar Can
Bu yazının başlığı orduevi neden yıkılmamalıydı değil de son on yılda yıkılan başka bir cumhuriyet dönemi yapısı neden yıkılmamalıydı da olabilirdi. Örneğin şu anda yerinde devasa bir cami olan Karayolları ek binası ya da hala yerine AVM mi yoksa millet bahçesi mi yapılacağı belli olmayan Diyarbakır Stadyumu. Merceğimizi daha da büyütüp Türkiye genelinde baktığımızda kimi ödüllü kimi tescilli İller Bankası, Saraçoğlu Mahallesi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi gibi birçok cumhuriyet dönemi yapısının yıkıldığını görüyoruz. Gittikçe ivmelenerek artan bu yıkımlar sadece birkaç binanın yıkımı gibi basit bir anlama sahip değil. Çünkü Türkiye’de çoğu şey gibi yıkım da politik bir mesele.
Yıkım ve talan denince muhtemeldir ki çoğu Diyarbakırlı’nın aklına yalnızca Suriçi gelir. Fakat bir de gözden kaçırdığımız, geçtiğimiz yüzyılın hafızası var ki son on yıldır bu hafıza bilinçli bir biçimde yok edilmeye çalışılıyor. Bu tarih kazıma çabasının Diyarbakır özelindeki yansımaları ise tescilli oldukları halde tescilden düşürülerek yıkılan yukarıda saydığım Karayolları yerleşkesindeki binalar ve Diyarbakır Stadyumu. Orduevi bu yapılardan farklı olarak tescilli bir yapı değildi. Fakat kentteki son yüzyılda inşa edilmiş en önemli yapılardan biriydi. Şimdi gelin bu binanın hafızasına birlikte bakalım ve soralım Orduevi neden yıkılmamalıydı?
Devlet eliyle modernleşen kentte bir sivil girişim örneği
Orduevi, 1960 yılında Diyarbakırlı iş insanı Şeyhmus Tatlıcı'nın girişimiyle yapılmaya başlandı. 1966’da inşası tamamlandı. 1971’de otel olarak açıldıktan sonra 1973’te TSK’ya satılarak 2015 yılına kadar 43 yıl boyunca Subay Orduevi olarak kullanıldı. 2015’te depreme dayanıklı olmadığı gerekçesiyle boşaltılan ve TOKİ’ye satılan bina son 5 yıldır atıl durumdaydı. Geçtiğimiz mayısta kayyumun twitter paylaşımıyla “Dağkapı Meydanı Kentsel Yenileme Projesi”nin yapılacağını öğrendik. Sonrasında birkaç yayın kuruluşunda orduevinin de bu proje kapsamında yıkılacağı yazıldı. Ekim ayında bina tamamen yıkıldı.
Yıkılan Diyarbakır Stadyumu'nun yeri öylece bekliyor.
Cumhuriyet’in Diyarbakır’da kimlik inşası
Peki 1930’lara kadar yalnızca surların içerisinde var olmuş bir kente 30 yıl içerisinde modernist bir gökdelen inşa ettiren neydi?
Tarihçi-akademisyen Ercan Çağlayan, Cumhuriyet’in Diyarbakır’da Kimlik İnşası (1) (1923-1950) adlı kitabında süreci şöyle anlatıyor: “Geleneksel ve dinsel kimlikli bir imparatorluktan laik ve milli bir devlete evrilen Cumhuriyet, yeni rejime uygun bir mimari anlayış ve dolayısıyla yeni bir şehir tasavvuru ortaya koyarak modern yapıların, kentlerin, halkı çağdaşlaştıracağını varsayarak yeni bir şehir inşasına girişti. Cumhuriyetle birlikte Diyarbakır’da başlayan imar faaliyetlerinin amacı şehri surların dışına taşımak ve yeni bir şehir inşa etmekti. Bu nedenle Diyarbakır’ın imar çalışmaları bilhassa yeni şehirde yoğunluk kazandı. Yapılan kamu lojmanları ve memur lojmanları ile yeni bir şehir inşa edilmeye çalışıldı. Diyarbakır’ın imar planı Ankara model alınarak 1932 yılında hazırlandı. Dağkapı ile İstasyon arasında ‘asri bir şehrin’ kurulması için çalışmalar başlatıldı. Bu doğrultuda, yeni şehir için tahsis edilen bölge, belediye tarafından istimlak edilerek kamu binaları ve kamuya ait alanlar belirlendikten sonra geriye kalan arazi çok düşük bir fiyatla halka satılarak yeni şehrin imarına başlandı.Cumhuriyet idaresiyle birlikte yeni bir anlayış hakim olduğundan geçmişe ait değerler, geleneksel yapılar ve kültürel zenginlik ‘modern’ olanın karşısında pejoratif bir perspektifle sunuluyordu. Bu durumu, Diyarbakır halkevinin 1935 yılında çıkardığı broşürde görmek mümkündür. (…) Eskiden surların taşta kolları arasında sıkışıp kalmış bulunan ve İslami zihniyetin körletici çemberi içinde her çeşit yeniliklerden mahrum bırakılan Diyarbekir, 12 yıl gibi kısa bir zaman içinde her alanda özlü bir varlık göstermiştir.(…)”
Cumhuriyet, modern bir toplum yaratma arzusuyla mimariyi bir dönüştürücü olarak kullandı. Bunu sadece devlet eliyle değil, halka ucuz arazi satarak bireyleri de bu dönüşüm sürecinin bir parçası haline getirdi. Örneğin avukat Şevket Beysanoğlu’nun da kurucularından olduğu “Diyarbakır Yeni Evler Kooperatifi”nin inşa süreci tam bu zaman dilimine denk gelir. Beysanoğlu süreci şöyle anlatıyor: ‘’(…)Diğer taraftan Diyarbakır nüfusu hızlı bir artış gösteriyordu. Civar il ve kasabalardan, köylerden başlayan akın, bu hızlı artışı daha da yükseltiyordu. Mesken buhranı had bir safhaya gelmişti. Şehrin, kale dışına taşınması, Dağ ve Urfa Kapıları arasındaki geniş ve düz alana planlı bir şekilde yayılması zorunlu idi. On arkadaş, rahmetli Mustafa Ekinci’nin önderliğinde birleşerek Mahdut Mesuliyetli Diyarbakır Yeni Evler Yapı Kooperatifini kurduk. Amacımız, üyelerimize, ilk planda yüz ev yaptırmak suretiyle sur dışında yepyeni ve modern bir şehir kurulmasına ön ayak olmak, mesken buhranının –kısmen olsun- giderilmesinde ilk adımı atmak, böylece canımızdan çok sevdiğimiz güzel ve tarihi Diyarbakır’ımıza bir hizmette bulunmaktı.’’ 2
Modernleşme artık sadece devlet eliyle değil halkın da dahil olduğu bir çabaya dönüşmüştü. İşte Orduevi de artık bireylerin de bu modernleşme çabasının içinde olduğu bir sürecin sonucunda ortaya çıkmış bir yapıdır ve dönemi temsil eden başat yapılardan biri oldu. Surların dışında, modernizmin başka bir temsilcisi olan Dağkapı Meydanı’nın çeperinde, Suriçi’nden çıkıldığı an modern bir kentin başladığını anlatan sembolik bir yapıydı.
Orduevinin sadece kendisi ve inşa süreci değil, cephesinde yer alan rölyefler de cumhuriyetin bir başka çabasının yansımasıydı. Modernist bir ulus-devlet inşa etmeye çalışan cumhuriyet için Kürt, Ermeni, Süryani nüfusun çoğunlukta yaşadığı bir şehirde bu ulus-devlet bilincini oluşturmak fazladan önem addeden bir meseleydi. Muhtemelen bu sebeplerle Atatürk’ün bir kabartması ve özdeyişi binanın cephesine işlenmişti: ‘’Diyarbekirli, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı, Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.’’
Mimari özellikleri
Orduevi, yalnızca dönemi ve temsil ettiği hafıza sebebiyle değil mimari özellikleriyle de kesinlikle korunması gereken bir yapıydı. Yapıyı mimar-akademisyen Meral Halifeoğlu şöyle anlatıyor: “Subay Orduevi 2. Ulusal Mimarlık döneminin sonlarında yapılmış bir sosyal yapı olsa da tasarım, cephe düzeni, yapım anlayışıyla modernist dönemin somut bir örneği olarak 1966’da tamamlanmıştır. Yapıldığı ilk dönem sonrasında kat ekleme gibi bazı düzenlemelerle kısmi değişikliğe uğrasa da kentin en yüksek modern binası olma özelliğini hiç kaybetmemiştir. Yükselen kübik zarif kütlesi, düzgün geometrik balkon girintisi, pencere düzeni, cepheyi hareketlendiren ince beton şeritler ile modernizmin kimlikli bir biçimini sunmaktadır. Bunun yanında merkezi konumda yer alması ile kente hakim bir konumda yer alması, Dağkapı Meydanına bakması her yerden algılanmasını zamanla da kentin simgelerinden biri olmasını sağlamıştır. Kentin tarihi dokusunun yanında modern yüzünün de bu yapıyla anlatılmaya çalışması, kent halkı açısından bir anı değerinin olması, modern mimarlık mirası olan yapının korunması ve günümüz sosyal ve kültürel kullanımında yer bulmasını değerli kılmaktadır.’’ 3
Tarihlerden tarih seçmek
Bugün Türkiye’deki kutuplaşmadan toplumsal hafıza kavramı da nasibini aldı. Bu kutuplaşmayı büyük ölçüde iktidar, bizzat kendine “tarihlerden tarih seçerek” sağladı. Benimsediği neo-Osmanlıcılık ideolojisiyle Selçuklu, Osmanlı döneminin kötü taklitleri olan yapılar inşa etti ve cumhuriyet dönemine ait sayısız modernist yapıyı yıktı. Cumhuriyet döneminin modernist yapıları olan Diyarbakır Stadyumu, Karayolları yerleşkesi ve Orduevi tam da bu ideolojinin sonucunda yıkıldı. Fakat yalnızca iktidar değil çoğulculuğu, demokrasiyi, toplumsal hafızanın sürekliliğini savunan bireyler de bu “tarihlerden tarih seçme, tarih beğenme” tuzağına düştü.
Oysa hafıza, olumlu veya olumsuz olarak bize çağrıştırdıklarından bağımsız, bütüncül bakmak zorunda olduğumuz bir kavramdır. Şeyh Said’in idamı Kürtlerin toplumsal hafızasında olumsuz bir olay olsa da Şey Said’in adı, idam edildiği meydana verilmekten imtina edilmedi ve toplumsal hafızayı diri tutmak açısından önemli bir çaba. Geçtiğimiz günlerde, 2015’teki çatışmalarda harap olmuş Surp Gragos Ermeni Kilisesi’nin restorasyon sürecinde, cephesindeki kurşun izlerinin korunması gerektiği tartışılıyordu. Çünkü bir felaket de olsa artık savaş ve yıkım da Suriçi’nin bir hafızası.
Bugün Saraybosna’ya gittiğinizde Bosna Savaşı’ndan kalma kurşun izlerini birçok yapının üzerinde görürsünüz. Almanya’ya giderseniz Hitler döneminden, Rusya’da Stalin döneminden kalma sayısız yapının hala korunmakta olduğunu görürsünüz. Tarih, katmanları olan bir olgudur ve ancak bu katmanları bütüncül olarak korursanız toplumsal hafızadan söz edebilirsiniz.
Cumhuriyetin, kısa süredeki hızlı modernleşme çabası, bunun sonucunda kentteki büyük dönüşümler, ulus-devlet inşasının farklı etnik kimliğe sahip bireylere yaşattığı olaylar zihinlerde büyük felaketler olarak yer edinebilir. Fakat koruma ve toplumsal hafıza kavramları iyi-kötü, olumlu-olumsuz gibi öznel kavramların üstünde yer alır. Çünkü zamanın önlenemez dönüşümü içerisinde iyi ve kötü kavramları yer değiştirebilir. Bu nedenle bize iyi gelen şeyleri korumak, kötülerin yıkılmasını arzulamak çoğulculuktan ve demokrasiden çok uzakta bir tavırdır.
Kaldı ki bu şehir bu iyi-kötü kavramının çok değil 60 yıl içerisinde nasıl değiştiğine şahit olmuştur. 1932’de Surlar hantal, eski ve yok edilmesi gereken bir köhnelik olarak görülüp, dinamitlerle patlatılırken, 90’larda koruma çalışmaları başlatıldı ve günümüzde UNESCO gibi bir kuruluşun koruması altına girdi. Yıkmak, totalitarizmi yok etmez, tam tersine sürdürür. Oysa korumak, peşinden kabulü ve yüzleşmeyi de getirir. Modernizmi, modern yapılaşmayı severseniz sevmezseniz ya da Orduevinin üstündeki özdeyiş size iyi veya kötü hissettirebilir. Fakat bunlar orduevinin yıkılması gerektiği manasına gelmez. Kaldı ki neden ilk akla gelen yıkmak olsun?
Büyük bir enerji kriziyle karşı karşıya kaldığımız bir çağda yıkıp yeniden yapmak gibi bir israfa yol açmaktansa var olan dönüştürülemez mi? Otel işleviyle tasarlanmış Orduevi güçlendirilip, dönüştürüldüğünde şahane bir öğrenci yurdu olamaz mıydı mesela? Bugün siz beğendiğinizi korur, beğenmediklerinizi yıkarsanız, yarın da bir başka ideoloji veya güç sizin beğendiklerinizi yıkıp kendi beğendiğini korur. Bu nedenle çoğulculuk, demokrasi, toplumsal hafızayı korumak gibi dertleriniz varsa bunu tarihlerden tarih seçerek değil ancak bütüncül bir koruma tavrıyla gerçekleştirebilirsiniz.
(NÖ)
1 Ercan Çağlayan’ın 2014 yılında çıkan tek parti dönemi Diyarbakır’ını anlattığı kitabın adı
2 Şevket Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi 3. Cilt s.1067
3 Koruma Kuruluna sunulan Diyarbakır Ordu Evi Tescil Raporu s.2