“Bir pencere, bakmaya / Bir pencere, duymaya / Bir pencere yeryüzünün yüreğine ulaşan tıpkı bir kuyu gibi / Bir pencere yeter bana” diyordu bir şiirinde.
Bir diğerinde;
“eğer evime gelirsen ey sevgili / ışık getir bana / ve küçük bir pencere / ki oradan / mutlu sokağın kalabalığını seyredeyim” diyordu.
Şaşkın bir yüz’dü sanki!
“Pencerenin öte tarafından” baktılar hep, çünkü kendisine!
Oysa gökyüzünün sisli çatılarının üzerindeki hafif ve başıboş bir uçurtmadan başka bir şey olmayanın; aşkını, hevesini, derdini, kelamını ıssız ve sessiz mezarlığın gece vakti yabancılığında ölüm adındaki bir fare kemirmişti sanki!
Furûğ Ferruhzâd Türkçe’de henüz bu denli tanınmıyorken 1990’lı yıllarda “Cemilpaşa Konağı ya da Hüznün İsyanı” denememde kullanmıştım yine pencere’li birkaç dizesini.
“Zamanı değil mi artık / Açılsın pencere / Yağsın gökyüzü oradan...”
Sorulabilir sanki; bunca pencere imgesini kullanan şair ne bulur pencerenin öte tarafında!
İnsandır hikâyenin odağındaki, aşktır, özlemdir. İnsan tekinin yine insanı olduğu gibi kabullenme, tanıma, anlama mevzuudur asıl mesele. Özgürlüğe tutkun olmaktır. Ve cinsiyetten azade bir özgürlük tutkusu. Öyle sanıldığı gibi sadece kadını başat aktör yapan feminen bir edebi tavır alış da değil Füruğ’unki. Nitekim şair Muhammed Müşerref Azad Tehrani; “Füruğ bir cesaret örneğiydi. Riyakârlığın, taassubun, yalanın karşısında durmak ve insanın bütün bunlarla insan olduğunu ve kadının da bir insan olarak bu dürtüleri taşıdığını söylemek istiyordu” der ölümünden sonra Füruğ üzerine araştırma yapan Nasser Saffarian’a verdiği röportajında.
Şah’ın acımasızlığıyla 12 muhalif aydın hakkında idam hükmü verilir. O yıllarda bir röportaj çerçevesinde İtalyan yönetmen Bernardo Bertolucci İran’a gider. Füruğ, o 12 aydın için bir mektup verir Bertolucci’ye ve bu vesileyle olay uluslararası kamuoyunca da duyulur. Füruğ sayesinde o 12 muhalif aydın Şah’ın idam mangalarının infazından kurtulmuş olur.
Dize haysiyetine bunca inanıp sarılan ve dahi sadece yazdığı şiirler gibi yaşamak isteyip, aynı zamanda da yaşayan şaire, reva görülen nedir peki o halde!
Kalbinde söylenmemiş hikâyeleri olan şairin;
“gel ey adam, ey bencil varlık / gel aç kafesin kilidini / bir ömür beni zindana kapattın / bari son anlarımda serbest bırak beni” feryad ve isyanını ederek!
Kimi kaynaklara göre (nüfus cüzdanına dayandırılarak) 29 Aralık 1934, yaygın kaynaklara göre de 5 Ocak 1935’de doğup 13 Şubat 1967’de henüz 32 yaşındayken adeta “benden bu kadar” dercesine şaibeli bir trafik kazasıyla öte yakaya göçen Furûğ’un kısacık hayatı incelendiğinde daha çocukluktan başlayarak bir “masal aşıklığı”na ilgi duyduğu hemen fark edilir. Nitekim bu dizelerine de yansır. Şirazlı Sadi; “İyi olan, insanın kendi yurdunda cefa görmemesidir. Eğer görürse de çekip gitmesidir” der. İşte, bir kısa masal gibi gelip gidişi böyledir sanki Füruğ’un!
Farsça’nın Hafız-i Şiraz-i’den sonra dünya dillerine en çok çevrilen şairi Ahmed Şamlu onu anlatırken; “genç bir isyancıdan kalanı aramak isteyenlerin dağın dergâhına, denizin ve otların eşiğine gitmeleri gerek” derken, Furûğ’un anısını ve dizeleri ile şiirlerini işaret eder.
İlk kitabı “Tutsak” henüz 20 yaşındayken yayınlanır. Hemen bir yıl sonra 1956’da ikinci kitabı “Duvar” çıkar. İki yıl sonra artık muktedir ve ataerkil dünyaya bir meydan okuma metni olan üçüncü kitabı “İsyan” yayınlanır.
1962’de cüzzamlılarla bir süre yaşayarak “Ev karadır” belgeselini yapar ve 1963 yılında Batı Almanya Film Festivalinde “en iyi belgesel film” ödülüne layık görülür. Cüzzamlılara Yardım Derneği “Ev Karadır” için Füruğ’a “onur ödülü”nü takdim etmek üzere İran Şahı Rıza’nın kız kardeşi Eşref Pehlevi’yi ödül törenine davet eder. Füruğ toplantıya gitmediği gibi ödülü de almaz. Bu tavrı alırken, sanki şiirinden güç alarak adeta der ki;
“alın beni sığınağınıza ey sade,
olgun kadınlar
ki zarif parmaklarınız
derinizin ardında bir ceninin
keyif veren kımıldanışlarını izliyor”
1964’te dördüncü kitabı “Yeniden Doğuş” yayınlanır. Bu kitabıyla “dönüşü olmayan yolların keşmekeşinde / yanaklarını sardunya yapraklarıyla boyayan” bir âh’tır artık Füruğ ve “yalnız bir kadın”dır kendi dizesinde. Öyle ki muktedirin açtığı bela yelkenine rüzgâr üfler, gelenekçi kalem sahibi rahatsızlık duyan eleştirmenler Furûğ’u hedef tahtasına oturtarak!
Madem öyle alın size der şairin manifestosu; “inanalım soğuk mevsimin başlangıcına” ile. “zaman geçti ve saat dört kez vurdu” der ve ekler “üşüyorum / sokakta rüzgâr esiyor / üşüyorum ve sedef küpelerden nefret ediyorum / üşüyorum ve biliyorum ki / yabanî bir gelinciğin kızıl hayâllerinden geriye / birkaç damla kandan başka / hiçbir şey kalmayacak”.
Öyle de olur nitekim! Sohrâb Sepehrî’nin ifadesiyle kapkaranlık bir dünyada yarattığı ışık havsalasının ardına çekilerek; “yokluğuyla geride kalanları yapayalnız” bırakır öte yakaya göçerken Füruğ. Ne hüzündür ki cenazesi iki gün bekletilir, gömdürmezler “günahkâr...” diyerek. İkinci günden sonra yazar Mehrdad Samadi’nin çabasıyla cenaze namazı kıldırılıp defin edilir.
Haşim Hüsrevşahi’nin “Yaralarım Aşktandır” ismiyle yayınlanan Füruğ derlemesi kitabının uzunca önsözünün son cümlesinde Rıza Berahani şöyle der; “Ferruhzad, İran ve dünyadaki ererkilliğe karşıtlığın doğrudan anlatımıdır. İran’da tamamen biriciktir. Dünyada ise kadın biriciklerin arasındadır o.” Bu sebeple Hüsrevşahi haklı olarak tamamlar; “Füruğ’un ölümü dili kesilmiş İran kadınlarının ölümüdür”.
Yine Haşim Hüsrevşahi; “Füruğ öldüğünde bütün kadınların aslında dili kesilmiş olur” der. Diyarbakır Devlet Tiyatrosunda oyunculuğa başlamadan bir yıl önce (1994) kendisine Ercan Kesal tarafından armağan edilen Onat Kutlar ve Haşim Hüsrevşahi çevirisi Füruğ kitabı “Sonsuz Bir Gün Batımı” Nazan Kesal’ın dünyasında çok farklı bir dünya yaratır. Kendi ifadesiyle Füruğ “aslında sadece hüznün ve aşkın şairi değil, devrimci bir şairdir” vurgusunu yapar Nazan Kesal bir röportajında.
İşte, belki de kendine yürekten inanmış bir kadını, hiçbir muktedir gücün durduramayacağı ve yenemeyeceği gerçekliği üzerinden bir okumaya işaret ediyor Füruğ’un şiiri ve hayatı...
Füruğ’un son kitabı ölümünden ancak yedi yıl sonra basılır.
Ayrıntı Yayınları da Levent Çeviker çevirisi ile Furûğ Ferruhzâd’ın külliyatı-bütün şiirlerini “Kuş ölümlüdür sen uçmayı hatırla”* başlığıyla şık bir kapak tasarımıyla iki yıl evvel yayınlayıp taçlandırarak mührünü basmıştı.
Furûğ Ferruhzâd hayranları, severleri, okurları haberdar olup edinsin derim kitabı. Tabi bu kitabın yanında YKY’nin “Ah Ayetleri” ile totem’in “önce ben öleceğim” ve “yaralarım aşktandır” kitaplarını da unutmadan...
Bütün bu uzunca girizgah kabilinden metni asıl mevzuya gelmek için yazdım bir anlamda!
Malum, Şebnem İşigüzel’in yazıp Berfin Zenderlioğlu’nun yönettiği ve Nazan Kesal’ın oynadığı Furûğ tek kişilik oyunu “Yaralarım Aşktandır”** 2019 yılından bu yana üç yıldır hep gündemde. Daha çok İstanbul ve çevresinde sahnelendi oyun. 1995-2005 yılları arasında on yıl Diyarbakır Devlet Tiyatrosu oyuncusu ve yönetmeni iken o yıllarda bir özel sahnede Füruğ performansını izlediğim Nazan Kesal işte tek kişilik oyunu “yaralarım aşktandır” ile 8 Mart dünya emekçi kadınlar gününde özel tercihi ile Diyarbakır sahnesinde izleyicileri ile buluşacak. 8 Mart gecesi orada olacak ve heyecanla beklediğim oyunu nihayet izleyeceğim.
Füruğ; Şebnem İşigüzel’in metni, Berfin Zenderlioğlu’nun yönetmenliği ve Nazan Kesal’in oyunu ile Diyarbakır’a hoş geliyor. Üç kadının ortak işiyle bir kadının hikâyesi kadınlara ait önemli bir günde seyircisiyle buluşuyor.
(ŞD/AS)
*furûğ ferruhzâd, bütün şiirleri, ayrıntı yy. 2019
**Yaralarım Aşktandır, 8 Mart 2022 salı saat 20.00’de Sezai Karakoç Kültür ve Kongre Merkezi / Diyarbakır