1 Nisan günü uçağımız Diyarbakır semalarına yaklaştığında, aşağıda Dicle Nehri’nin hayat verdiği yemyeşil tarlalar, dağlar bulutların arasından belirmeye başlıyor. Bir süredir Ankara’da tedavi gören annesini geri getiren yan koltuktaki yolcu cama eğilip bakındıktan sonra “Bak ana, işte cennet aşağıda” diyor. Yaşlı kadın da cama yönelip, “İnşallah oğlum, inşallah” diye mırıldandıktan sonra, yol boyunca yaptığı gibi kuru bir öksürükle boğuşmaya devam ediyor. Diyarbakır’a bahar geliyor gelmesine de, “kışa” dair tartışmalar da devam ediyor. Buradaki tek mevzuu, sanıldığı gibi “süreçten” ibaret değil. Hayatın çeşitli alanlarında yaşanan sorunlar da giderek daha fazla sohbet konusu yapılıyor.
Güzellik yarışması ve kadın özgürlüğü
Şehre varır varmaz yolunu tuttuğumuz Koşuyolu Parkı’nda Barış Anneleri’nin slogan ve zılgıt sesleri yükseliyor. Abdullah Öcalan’ın 64. doğum gününü kutlamak için parkta buluşan kadınlara destek vermeye gelen erkekler, çadırın girişinde olup bitenleri izliyor.
Erkeklerin alana girmesi sözsüz bir kurala bağlanmış. Ayakkabılarını çıkarıp devasa çadıra dalan kadınlardan biri halay çekmekten yorulunca dışarı çıkıyor tekrar. Kendisiyle “sürece” dair ayaküstü sohbet ederken, konu Diyarbakır’da sonradan iptal edilen güzellik yarışmasına geliyor.
Genç kadın güzellik yarışması için Diyarbakır’a gelen gruptan rahatsız: “Biz kadının özgürleşmesinden söz ediyoruz. Onlar, kadın bedenini yarıştıran etkinlikler yapıyor. Tamam, böyle şeyler de olsun ama bunu sürecin bir uzantısı gibi göstermesinler. Çünkü burada kadın hareketi başka bir Diyarbakır, başka bir Kürdistan yaratacak. Beden güzelliği değil, barış umutları yarışmalı.”
“Süreç” ve sorular
Newroz’dan iki hafta sonra tekrar geldiğim Diyarbakır’da çok az zamanım var. Hapisten birkaç ay önce çıkmış olan gazeteci Bedri Adanır’la da çadırın önünde karşılaşınca, sürece dair görüşlerini soruyoruz.
Genç gazeteci Adanır, üç yıllık hapis hayatının etkisinden yeni yeni sıyrılmaya başlamış. Kafasında çok sayıda fikir var. Hangisine, nereden girişeceğini henüz netleştirememiş. Ama heyecanlı. Her ne kadar Suriye’de olup bitenlere odaklansa da, yeni sürecin nasıl sonuçlanacağına dair o da etraftan fikir edinmeye çalışıyor. Dağkapı Meydanı’nda karşılaştığımız antropolog Müge Tuzcuoğlu gibi, Bedri Adanır da hapisten çıktıktan sonra bir süre Diyarbakır’da “takılmak” istiyor. Aslında karşılaştığımız hemen herkes, eskisinden farklı olarak sohbete sorular sorarak başlıyor. “Ne düşünüyorsun”, “ne olacak”, “nasıl olacak”, “iyi mi, kötü mü gidiyor”, “hayır mı, şer mi” ve “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!”
Bu soruların cevapları muhtelif. Ama ortak bir kanaat de var: “Biz ne kadar dâhil olursak, ne kadar mücadele edersek, o kadar barış gelir!”
Kentsel dönüşüm tartışmaları
Çatışmaların sonlanmasıyla birlikte elbette mücadele alanları da değişmeye başlıyor. Örneğin Diyarbakır’a da ulaşan veya bir arkadaşın tabiriyle “bulaşan” kentsel dönüşüm projeleri…
Bir zamanlar savaşın adeta tektipleştirdiği, bütün şehre rengini verdiği Diyarbakır son zamanlarda hızlı bir değişim geçiriyor. Suriçi’ndeki bazı tarihî yapılar restore edilip işletmeye dönüştürülürken, şehrin kutsal yerlerinden biri olarak görülen Kırklar Dağı’nda da şaşaalı binalar yükseliyor. İçkili mekânlarda, kafelerde inanılmaz bir artış var. Gece hayatı da eskisi gibi erken saatlerde sonlanmıyor. Pek çok eğlence mekânı geceyarısından sonra da hizmet vermeye devam ediyor.
Kentteki dönüşüm zorunlu göç mağdurları için yeni istihdam alanları açsa da bir arkadaşımızın dikkat çektiği gibi dilenci sayısında gözle görülür bir artış yaşanıyor. BDP’li bir siyasetçi “şu ana kadar savaş yüzünden yoksulluğu, kentin altyapı sorunlarını göremiyorduk. Ama artık sıra bu sorunları tartışmaya geldi” diyor.
Kentsel dönüşüm projelerinin özellikle Bağlar, Alipaşa, Ben û Sen, Fiskaya ve Suriçi’nde hayata geçirilmesi konusunda farklı yaklaşımlar var. Kimine göre Suriçi’ne adeta hapsolan zorunlu göç mağdurları için bu dönüşüm olumlu sonuçlara vesile olabilir. 1990’ların “hızlı” devrimcilerinden olan bir arkadaşımız, bazı çekinceleri olmakla birlikte, kentsel dönüşümün gerekli olduğunu düşünüyor: “Altyapı yok. Buralarda çocuklar için bir hayat alanı yok. Hepsinin sağlığı risk altında. Ama Kürt hareketi şunu asla unutmamalı: bu mücadele yoksulların üzerinden yükseldi. Onlara karşı yapılacak en ufak bir yanlış, büyük sonuçlar yaratır.”
En karamsar anları bile, tıpkı 12 Nisan 2010’da kaybettiğimiz gazeteci Evrim Alataş gibi espritüel bir anlatımla ifade etme yeteneğine sahip genç yazarlardan Özgür Amed’e soruyoruz kentsel dönüşüm mevzuunu. Ona göre Diyarbakır’da AKP ve BDP’yi son süreçten önce birbirine yaklaştıran tek konu bu: “AKP buraya kentsel dönüşümü sokamayacağını biliyordu. O yüzden bu işi, buradaki yerel yönetimle birlikte yapmaya karar verdi. Ne yazık ki Kürt siyaseti de buna dâhil oluyor. Ama yarın öbür gün halkla BDP karşı karşıya gelecek. Mesela Bağlar, Diyarbakır’ın katalizörü. Göçün, isyanın ana merkezi. Bu insanlara nasıl bir yaşam sunulacağı belirsiz. Çoğu ailelerin tapusu yok. Onlara ne yapılacağı açıklanmıyor. Bir taraftan Dicle Kent’te binalar dikiliyor, diğer yandan yoksullar gettolara hapsediliyor. Tamam, mevcut ortamda altyapı sorunları var ama zorunlu göç mağdurlarının önceliği başlarını sokabilecekleri bir mekân.”
Rosin Çiçek davası
2 Nisan sabahı Kaos GL’nin yerel muhabir eğitim projesi dolayısıyla buluştuğumuz Diyarbakır merkezli LGBT örgütü Hebûn’ün üyeleri birkaç saat sonra başlayacak olan Rosin Çiçek davasının son hazırlıklarını yapıyor.
17 yaşındayken Temmuz 2012’de, babası ve iki amcası tarafından eşcinsel olduğu için öldürülen Çiçek cinayetiyle ilgili dava, Diyarbakırlı LGBT’ler için hayatî önem taşıyor. Bu davada katillerin ağır bir cezaya çarptırılmalarının nefret cinayetlerini azaltabileceğini düşünenler de var. Akşama doğru duruşmanın 31 Nisan’a ertelendiği habere gelse de, katillerin cezalandırılmasını isteyen yüzlerce kişinin Adliye önünde hazır bulunması Hebûn üyelerinde heyecan yaratmış durumda…
Diyarbakırlı LGBT’ler hızla örgütleniyorlar. Kürt meselesinin barışla nihayetlenmesi bir nebze olsun onların da hayatını olumlu etkileyecek ama mücadelelerine devam etmek zorunda olacaklarının farkındalar. Önlerinde uzun bir yol olsa da, sabırlı ve kararlılar.
“Barışı hatırlıyor musun?”
1990’lardaki Kürt gençlik hareketinin önde gelen isimlerinden biriyle birlikte Diyarbakır’ın tarihî mekânlarını dolaşırken bir yandan da geçmişi ve şimdiyi konuşuyoruz. Bir süredir hızlı bir iş hayatına dâhil olan arkadaşım, yeni süreci devasa bir enkazın altından çıkan yaşam sevincine benzetiyor: “Bu savaş niçin verildi? Normal bir hayat için. Keyifli, şenlikli bir ortam için. Bence biz normalleşmeye yaklaştığımız için savaşın kötülüğünü idrak etmeye başladık. Bir ara ezber halini almıştı ‘barış’ sloganı. Bizim kuşak savaşa doğduğu için zaten barışın ne olduğunu bile bilmiyordu.” Arkadaşım, Suriçi’deki polis karakolunun yanında duraksıyor ve soruyor: “Sen barışı hatırlıyor musun mesela?”
1999’da Diyarbakır’a ilk geldiğim zamanı hatırlatıyorum. Aynı caddeden yürürken, dört bir yanda kum torbalarından mevziler vardı. İnsan her an soğuk namluyu ensesinde hissediyordu. Gri bir Diyarbakır vardı.
Arkadaşım sözümü kesiyor: “Bazen düşünüyorum da, biz o yıllarda nasıl akıl sağlığımızı koruyabilmişiz. Her an ölüm korkusu. Gerçekten de gri bir şehir. Ağır bir yoksulluk. Köyden sürülenler daha şehre adapte olamamış. Şehir dediğin bir enkaz... Kafalar karışık. Şehir karışık. Savaş sadece çatışma değil. Herkesin hayatını griye boyayan bir makine gibi. O yılları hatırlayınca, her şeye rağmen hızla normalleştiğimizi düşünüyorum. İşte bütün mücadele, bu normalleşme içindi. Şimdi sıra, savaşın mağdurlarının yaralarını sarmaya gelecek. Esas sınav o zaman!” (İA/HK)