Nazım'dan Nesin'e
Ama son birkaç yıldır devlet tiyatrolarının başına taş mı düştü,ne? Sanki bir şeyler oldu. Bir değişim süreci yaşanıyor gibi. Hani ya ağızlara pelesenk olan "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" kabilinden bir şey her halde zahir.
Ben bir garip Şeyhmus Diken olarak Diyarbakır'da yaşadığım için, Nazım Hikmet'in oyunlarından tutun Aziz Nesin'e uzanan repertuarın sadece Diyarbakır Devlet Tiyatrosu ile sınırlı sanıyordum. Yanılmışım. Diğer devlet tiyatrolarını izleyemediğimden olsa gerek; bağışlasınlar.
Kimse "bigünah" değil!
Onlar da bu değişim sürecinde "bigünah" değillermiş. Aman bizden iyilerin kulağına kurşun, duymasınlar. Neme lazım,üzülüp, müzülürler de, garip başımıza iş almayalım.
2001-2002 Sezonu'nda Diyarbakır Devlet Tiyatrosu, Diyarbakırlıların telaffuz etmekten bir garip haz duyduğu Barış'ı oyunlaştırdı. 2002 Ocak ayının üçüncü haftasında da Bursa Devlet Tiyatrosu "Kadın Oyunları" ile Diyarbakır'a turneye geldi.
Bizler, "Kadın Oyunları"nı Diyarbakır turnesinde izlerken, Diyarbakır Devlet Tiyatrosu da Muzaffer İzgü'nün "Öykülerden Oyunları" ile Bursa'ya gitti. Bu da ayrı bir mesajdı belki de, kim bilebilir ki.
Kadın Oyunları
Diyarbakır çok gereksinim duyduğu ve adeta yüzünde unuttuğu, yüreğinin bir yerlerinin gizlisine gömdüğü gülümsemeyi hem de ağız dolusu gülmeyi, mizahı "Öykülerden Oyunlar"ıyla Bursa'ya götürdü. Bursa'da sanayi toplumu olmanın insan bedeninde özellikle de kadınlarda yarattığı insana dair problemleri Diyarbakır izleyicisine taşıdı.
Kadın Oyunları, daha önce Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü'nden bildiğimiz Dario Fo'nun Franca Rame ile birlikte hazırladığı bir tiyatro eseri. Gri metalin, metalin ağır yükünün ve madeni seslerin Okay Temiz'in müzik ve ritm çalışmalarında yarattığı ustalıkla başlıyor kadın oyunları. "Hepimizin öyküsü aynı"söylemiyle alıp bir yerlere götürüyor izleyenleri Kadın Oyunları.
Milano'da, Siemens Fabrikası'ndaki kadın işçilerin ileri teknolojinin bir parçası haline dönüşmeleri işleniyor ilk öyküde. Ardından gelen, Tecavüz'de ise, düşünceleri nedeniyle gözaltındayken tecavüze uğrayan kadının bir an için İtalyan olduğunu unuttuğunuzda, dünyanın herhangi bir yerinde böylesine bir dramın yaşanılabilirliğinin vahameti ve bu dünyada böylesine bir tehlikeyle ve bir kadın ve bir insan olarak her an karşılaşılabilirliğin acısı yaralıyor izleyenleri.
Yaşadıkları nedeniyle "siz olsaydınız ne yapardınız" sorusunu ortaya sunarak yargıya gitmenin ne kadar vicdan rahatlatmayı sağlayabileceği bu kez düşündürüyor izleyicileri.
Ulrike'de kafalar karışmasın diye üzerine ısrarla basılarak "Olay Almanya'da geçiyor" vurgusu yapılıyor. Cezaevindeki yalnızlaşmanın, tecrit sisteminin tam da ülkemizde hücre tipinin tartışıldığı bir döneme denk gelmesi anlamındaki dram işleniyor.
Bir zamanların Avrupası'nda adeta isimleri şiddetle özdeşleşen Baader-Meinhof çiftinden Ulrike Meinhof'un hücresinde intihar etmiş denilerek ölüsünün bulunması izleyici ile buluşturuluyor.
Uyanış'ta yine bir işçi kadının,kadın olmaktan, anne olmaktan özcesi insan olmaktan kopuşu ve sanayi toplumunun bir dişlisi haline dönüşmesinin dramı irdeleniyor.
Medea ise bir buçuk saatlik oyunun zirvesi ve finali adeta. Eski yunan tragedyalarından çocuklarını öldürüp tarihe geçen anne olarak bilinen Medeanın bu eyleminin arka planı sahneleniyor. (ŞD/NM)