bianet'i okumaya başladığımda su içmiş gibi olmuştum. Öfkelendiğim, takdir ya da teşvik edilmesi gerektiğini düşündüğün pek çok şeyi birilerinin nihayet derli doplu ve düzenli olarak yazması, kaydetmesi içimde bir pencere açtı, nefes aldım. Çünkü merak ettiklerimi okuyordum.
Dünya Anadil gününde Anadolu'nun bütün dillerinden oluşan bir sayfa hazırladıklarında karar vermiştim gitmeye, öncesinde okuduğum kadın hakları, çocuk hakları, nefret suçları, ifade özgürlüğü, insan hakları, ekoloji, ayrımcılık gibi saymakla bitmeyecek meseleler hakkında yaptıkları/derledikleri haberleri, hevesimi ve ilgimi daha da arttırdı.
Şu açık ki, memlekete biraz kafayı takmış herkese iyi gelir bianet, daha önce duymadığı, bilmediği, düşün(e)mediği bir şey söyler, çoğaltır. Bende de öyle oldu. Ana akım medya alışkanlığıyla farkında bile olmadan gündelik pratiğe yerleşen ırkçı, cinsiyetçi, aşağılayıcı söylemlerin ayırdına varmamda, daha önce yalnızca uzaktan hikayelerini duyduğum insanlara temas etmemde, başına gelenlerden dolayı üzüldüklerim için bir şey yapma duygusunu, tatminini ve mutluluğunu yaşamamda çok önemli bir yeri oldu.
İnsanların doğumla getirdikleri bir kişilik özü var mı bilmiyorum, ama yaşarken edinilip sonraları neredeyse değişmeyecek bir görme biçimleri olduğunu biliyorum. Bu bazen insanı biraz dertli yapar, gazetelere bakınca iç sıkıntısıyla yüzünü pencereye çevirmek istemek gibi mesela. Hele ki Türkiye gibi basının kötürüm hale ge(tiri)ldiği yerlerde...
Akademik olarak idealize edilmiş "kamusal alan"da vatandaşları, kamusal tartışmalara istekli bireyler olarak öğrendik biz. Peki gerçekten öyle mi? "Bilmesem de olur" deyip dışarıda ilgisini diğer alanlarda sürdüren milyonlarca insan bu görüşün neresine düşer? Bu insanların gündemden uzaklaşmalarının, neredeyse etine işlemiş bir yılgınlık haliyle şöyle bir kirpiğinin arasından başlıklara göz atıp sonra kendi dünyasına dönmesinin tek sorumlusunu onların merak eksikliği ya da toplumsal sorumluluk duygusu yoksunluğu olduğunu düşünmüyorum.
Biz, üreten, çalışan, bazen hakkı yenen, çoğu zaman sesini duyurmaya çalışan aslında ülkenin ta kendisi olan halk olarak medyanın tam olarak neresindeyiz? Örneğin, sansayonel, acıklı ya da "ağlak" kişisel hikayelerimiz dışında kadınlar olarak bu pastada dilimimiz nedir? Hadi onu geçtim, yer aldığımız kadarında bile servis ediliş biçimimizdeki dedikoducu iştaha karşı kendimizi nasıl konumlayacağız ya da savunabileceğiz?
Bugün stajımı bitirirken en temel duygumun, bu işin önce ahlakını kendilerine prensip edinmiş böyle bir yerde, güzel insanlarla birlikte bulunmanın mutluluğu olduğunu söylemeliyim.
Tek satır gazetecilik deneyimim olmadan buraya gelirken neyle karşılaşacağımı hiç bilmiyordum. Sadece "güzel" bir şey olacak ben de buna dahil olacağım diye düşünürken tek isteğim sokağa çıkmak ve bir nebze yazabilmekti.
bianet bana tahmin edebileceğimden de fazlasını verdi. Gençlerin potansiyeline, üretkenliğine bu kadar inanan, "madem stajyersin o zaman neden fotokopi çekmiyorsun" diye artık güldüğümüz klişelerden fersah fersah uzak bir yerde bulunduğum için kendimi çok şanslı görüyorum.
İlk günden itibaren koşturduğum öğrenci protestoları, davalar, basın açıklamaları, işçi eylemleri bana onlarca hikaye verdi. Tek başıma haber yapmanın hazzını ve gururunu yaşadım.
Tutuklu öğrenciler için gittiğim duruşma salonunda yanımda bir kadın kardeşini görebilmek için çırpınıyordu. İnsan yoğunluğunda biraz bana doğru yaslanmış parmak uçlarında yükselerek kalabalık içinde aradığı bir çift göz vardı. Kolumda deli gibi kalp atışını duyarken omzuma gözyaşı damlıyordu.
İki kadın yan yana durmuş öyle bir genci aradık bir süre. Sonra o kardeşini, ben onu izledim. Dünyadaki terörist (!) sayısının üçte birini çıkartabilmiş bir ülke olarak tam ne zaman bu kadar delirdiğimizi düşündüm. Tam olarak ne zaman işler bu kadar kötüye gitmeye başladı ya da hep böyle miydi?
Karamsar bir tablo çizmek istemem, zira ben bu bir ayda bunlardan daha çok iyi şeyler gördüm.
"Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğleyen" insanların hakları için sokağa çıktıklarını, öfkelerini umuda çevirmelerini, dirsek temasını yitirmeden birbirinin yanında olan kadınları, "terörist" denilip ailelerine şikayet edilen öğrencilerin emniyet müdürlüğünün önünde "buyrun buradayız?" dedikleri günü, "Elbette işimizi geri alacağız, biz hiç direniş kaybetmedik ki!" diye grevine sahip çıkan işçinin kararlılığını, işitme engelli çocukların eğitimi için canını dişine takarak çalışan Van'lı kadınları, dayanışmayı, iyiliği...
Daha önce de yolu bianet'ten geçen birinin dediği gibi, buradan ayrılırken biz Yusuf Atılgan'ın "sinemadan çıkan insanlar"ı gibiydik. Ortak bir ruh haliyle başka bir iletişimin mümkün olduğunu gördük, tecrübe ettik.
Başladığım hafta bu staj yazısını yazacağımı ve yazdıklarımı asla yeterli bulmayacağımı biliyordum. Çünkü bunu biraz da yaşamak gerek. Mesleğe ilgi duyan bütün iletişimcilerin bir yönüyle bianet'e temas etmelerini yürekten tavsiye ederim. Bunun dışında IPS İletişim Vakfı'nın hazırladığı Hak Haberciliği ve Habercinin Elkitabı serileri başlı başına bir kaynak dizisi, not edilmeli.
Son olarak özel bir teşekkür "Ortadoğu ve Balkanların en iyi editörü" Haluk Kalafat'a. Böyle bir yayın yönetmeniyle insan bir şeyin kötü olacağından zaten kaygı duymuyor. Cesaretlendirici ve yapıcı tutumuyla hepimiz için çok teşvik edici oldu.
Ayrıca tüm sorularımı sabırla yanıtlayan, LGBT bireyler ve kadın hakları konusunda dikkatini, titizliğini takdir ettiğim Çiçek Tahaoğlu'na samimiyetle teşekkürler. (YB/AS)