DİSK, Kuruluş Bildirgesinde (1967), "..Anayasamızın eksiksiz uygulanması ancak işçilerin demokratik yoldan devlet yönetimine ağırlığını koymasıyla gerçekleşebilecektir inancındayız..." denilmişti. Bildirgede, anayasadan aldığı güçle işçi sınıfı mücadelesindeki ilkelerini sayıyordu. DİSK'in kurulduğu yıllarda 1961 Anayasası yürürlükteydi.
DİSK devrimciliği nasıl anlıyordu?
DİSK Kuruluş Bildirgesinde şu yanıt verilmişti: "İşte biz, devrimciliği; bu günkü tutucu, gereci ekonomik, sosyal ve politik ilişkilerin Anayasa uyarınca değiştirilmesi ve yukarıdan beri özetlediğimiz ilkelerin hayata uygulanması anlamında alıyoruz..."
DİSK bu anlayışından dolayı 12 Eylül 1980 Askeri darbesi ile kurulan sıkıyönetim askeri mahkemelerinde yıllarca yargılandı.
Bu nedenle 12 Eylül döneminin baş sanığı ve mağduru olan DİSK, şu sloganı ile geçmişi geleceğe taşıyan işçi sınıfının örgütüdür: "12 Eylül; Ne Unuturuz, Ne Affederiz"..
DİSK ne unuttu, ne de affetti... Ama mücadelesini geçmişin acılarına karşılık sürdürüyor...
DİSK, Uzmanlar Kurulu ile birlikte 1 Haziran 2009'da Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde "Özgürlükçü, Eşitlikçi, Demokratik ve Sosyal Bir Anayasa İçin Temel İlkeler" raporunu basın toplantısı ile kamuoyuna duyurdu. DİSK Başkanı Süleyman Çelebi, Temel İlkeler Raporunun bundan böyle kamuoyunun tartışmasına açıldığını ve üzerinde konuşulacak, fikir üretilecek "bir mutakabat metni" kabul edilmesini istedi ve herkesin katkısının beklendiğini duyurdu.
Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu "Özgürlükçü, Eşitlikçi, Demokratik ve Sosyal Bir Anayasa İçin Temel İlkeler" raporunun üç soru etrafında odaklandığını açıkladı: "Neden" yeni bir anayasa? Yeni anayasa acaba "içerik" bakımından nasıl olmalıdır? Yeni Anayasanın hazırlanmasında "hangi yöntem" uygulanmalıdır? Yapılan basın toplantısı ile kamuoyuna açıklanan bu Rapor bu üç sorunun yanıtını arıyor.
DİSK Başkanı ve Prof.Dr. İbrahim Kaboğlu bu Raporun ana başlıklarını açıkladı.
Raporda yazılı olan bazı soruları tekrar sormak gerekiyor: Acaba anayasa, içerik olarak nasıl olmalıdır? Bu sorunun yanıtını vermek için öncelikle iki sorunun yanıtlanması gerekiyor. Nerede ve ne zaman? "Nerede" sorusu, üç açıdan Türkiye'ye özgü bir anayasal bakışı gerekli kılıyor...Rapora göre; üç kırılma alanı yeni anayasa yapımını zorlaştırıyor. Nedir bunlar?
- Yurttaşlık: Kimlik ekseninde ortaya çıkan kırılma alanı.
- Laiklik: Anayasanın dünyevi özelliği üzerine yapılan tartışma.
- Yönetim biçimi: Merkez-çevre ilişkisi sorunu.
İşte üzerinde "consensus" bulunmayan bu kırılma halkaları, anayasal uzlaşma formüllerini zorlaştırıyor. Bu kırılma alanları ise bu raporun ana sorunsalını oluşturuyor...
Anayasanın bir toplumun veya halkın özgeçmişi (otobiyografisi) olarak algılanması bakımından önemli olduğuna basın toplantısında özellikle vurgu yapıldı.
Rapora göre; insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti, insanlığın ortak anayasal mirasını oluşturur. İşte bu ortak mirasın öğeleri ışığında yazılacak anayasa, kurallar, kurumlar ve denge mekanizmaları açısından "yeni" olmalıdır.
Anayasa, bir özgürlük tekniği olduğuna göre, önce hak ve özgürlükleri düzenlemeli, sonra bunları güvence altına alacak biçimde devlet organlarını yapılandırmalıdır. Bu yenilikler için kalkış noktası olarak "insan" esas alınmalıdır. Devlet ise, insan ve toplum hizmeti hedefinde örgütlenmelidir.
Anayasa, birey (özgürlük+hak+sorumluluk); devlet (görev+yükümlülük/yetki+sorumluluk) ve her ikisinin ortak yaşam mekânı olan yeryüzü parçası bakımından tasarlanmalıdır.
Yeni hakları mevcut olanlarla uyumlu birliktelik içerisinde anayasalaştırmak kadar, yeni güvence ilkelerini tanımak ve onları koruyucu-ilerletici mekanizma ve kurumları öngörmek gerekir.
Devlet organlarının, hukuk devletinin vazgeçilmez koşulu olan erkler ayrılığı ışığında yeniden ve dengeli bir şekilde yapılandırılmalıdır. Sadece mevcutlara ilişkin kuralların gözden geçirilmesi değil, yeni birimlerin kurulması gereklidir.
Yargı açısından; sadece bağımsızlık ve tarafsızlık üzerine konulacak kurallarla yetinilmemeli, "âdil yargılanma hakkı"nın gerçekleşmesi ereğinde yeniden yapılanmaya gidilmelidir.
Çağımız hukuk devletlerinin vazgeçilmez kurumları olan uzman-özerk denetim birimleri, anayasal statüye kavuşturulmalıdır.
Kamu yönetiminde; merkezî yapılanma karşısında, yerel yönetimler de -Avrupa devletlerinde olduğu gibi- birer demokrasi mekânı ve merkezî otoriteyi dengeleyici güç şeklinde yeniden yapılandırılmalıdır.
Doğa/çevre tahribatını önlemek amacıyla, devlet - özel sermaye - yurttaş faaliyetleri sınırlanmalı, anayasal düzlemde yeni kurallar, kurumlar ve başvuru yolları öngörülmelidir.
Yarı-doğrudan demokrasi mekanizmaları, sivil toplum-siyasal toplum dengesini sağlamak amacıyla öngörülmelidir.
Önceliği insan hakları olması gereken yeni Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti'nin vazgeçilmez nitelikleri olan demokratik, lâik, sosyal ve hukuk devleti özelliklerini yansıtmalıdır. Bu bakış açısında, sıralama şu şekilde olmalıdır: İlkin, insan hak ve özgürlükleri, sonra bunları güvence altına alan bir siyasal yapı. Ancak, her iki alan için varlık ortamını oluşturan ülkenin kendisi de (çevre/doğa), anayasal koruma altına alınmalıdır.
Raporda; yeni anayasanın ancak gerçek bir toplumsal mutabakat temelinde söz konusu olabileceği, mutabakat yokluğunun, anayasanın toplumsal uzlaşma belgesi olarak ortaya çıkışını olanaksız kılacağı, ayrıca uygulanması aşamasında da ciddi sorunlar yaratacağı vurgulanıyor.
Çok önemli bir başka soru soruluyor: Devlet veya rejim bakımından bir kırılma/kopma söz konusu olmadığına göre, mevcut rejim içerisinde yeni bir anayasa yapımında hangi yöntem kullanılmalıdır?
Temel İlkeler Raporu'ndaki yanıt: Çağdaş bir anayasa için en demokratik olanı, halkla başlamak ve halkla tamamlamaktır. (Fİ/EÜ)