Bu hafta sonu DİSK'in yeni bir genel kurulu yapılıyor. Yani yeni üst bürokrasi seçilecek DİSK'e. Korkarım ki işçilik hayatları, masa başındaki bürokratik görevlerine göre çok kısa süren Süleyman Çelebi'den sonra yine işçilik hayatı mazide kalmış, bir sendika bürokratı genel başkanlık koltuğuna oturacak.
***
Üçte biri sigortasız, yarısından çoğu hizmet sektöründe istihdam edilen, ayda eline ortalama 1.200 TL civarında ücret geçen, dörtte birine yakını kadın, beşte birine yakını 24 yaşın altında (genç) olan toplam 13,5 milyon ücretli emekçi için bu kurulun ne anlamı var acaba?
Bir umut olabilecek mi kongre?
'Sendikalı olmak iş kadar, ekmek kadar önemli ve bunu ne pahasına olursa olsun sağlamalıyız' gibi bir bilinç sıçramasına az veya çok vesile olabilecek mi sınıfa bu kongre?
***
Özgür Müftüoğlu Evrensel gazetesindeki yazısına 'DİSK'te genel kurul zamanı' başlığını atmış.
Yazısında şu satırlar var: "DİSK'in işçi sınıfı hareketinde kendisinden beklenenleri yerine getirip yeniden işçi sınıfının güvenini sağlaması, sadece DİSK için değil Türkiye'de emek ve demokrasi mücadelesi için de son derece gerekli. Elbette genel kurullar yıllardır kabullenilmiş bir anlayışı sihirli değnek gibi bir anda değiştirebilecek bir etkiye sahip olamazlar. Ancak yeni yönetimin DİSK'in geçen 20 yılda emekçi kesimler nezdinde kaybettiği itibarı ve güç erimesini görmesi ve örgütlü örgütsüz tüm emekçilerle yeniden buluşacak adımları atması gerekir. DİSK'i yeniden emekçi kesimlerle buluşturacak ve yeniden işçi sınıfının güvenini kazandıracak bir kadronun yönetime gelmesi umuduyla..."
***
Özgür'ün yeni yönetimin, yani yeni üst bürokrasinin, ciddi hiçbir adım atmasının hiç de kolay olmadığını ve büyük ihtimalle atamayacağını bilecek kadar tecrübe ve perspektife sahip olduğundan kuşkum yok...
Şayet DİSK'in bu kongresi, tabandaki öncü işçilerin inisiyatifi altında düzenlense, kongre bütün öncü gücü işçilere açık olsa, işçi demokrasisinin en sıradan ilkeleri gündeme gelseydi bile, işte o zaman DİSK Kongresi'nden umutlu olmamız için çok nedenimiz olurdu. Zaten, bürokrasinin değil, bizatihi öncü işçilerin inisiyatifindeki böylesi bir kongrenin, (elbette böyle kongreleri görmek nasip olacak) dolaysız olarak görülür, umut ve heyecan dalgası işçi kitlesi üzerinde muazzam bir etkide bulunurdu.
Ama bürokratik sendikacı çizgilerini tutarlı biçimde sürdürerek, bürokrat kimliklerini dosta ve düşmana kanıtlamış olanların... işçi sınıfıyla ruhen de bağı kalmamış unsurların... inisiyatifinde geçeceği gayet sarih olan bir kongrenin, kabul edelim ki işçi sınıfının umutlarını temsil etmesi mümkün olamaz. Hatta Özgür'ün ummayı istediği adımları atmaya yeltenmesi bile korkarım ki umulamaz...
***
Türkiye'de işçi hareketinin, sendikal şekillenmesine ilişkin temel zihniyet 'iyi sendikacılar'ın işbaşına gelmesiyle sınırlı dar bir ufku aşamamıştır. Sendikalarda bürokratik yozlaşmayı üreten zihniyet ve mekanizmalar tartışılmamıştır. Sol ve sağ ayırımı da kişiler üzerinden yürütülmüş, sendikaların işçi sınıfı çıkarlarını temsil edemeyen yapılar haline gelmesinin tarihi, evrensel nedenleri yok sayılmıştır. (Ayrı bir yazı konusu ama Türkiye solunun eklektik pozitivist anlayışının Marks'ın materyalizminin yerine ikame edilmesi, sözkonusu temel zihniyetin maddi temelini oluşturduğunu geçmek belirtmek isterim)
İşçi denetimi, işçi demokrasisi, rotasyon, geri çağırma hakkı, yöneticinin ortalama ücret alma hakkı gibi kavramlar sendikal mücadele sürecine nüfuz edememiştir.
Dolayısıyla sorun kişiler de değil mekanizmada. Ve belirtelim ki bu mekanizma son 10 yılda bütün sendikalarda güçlenmiştir.
Nasıl güçlenmiştir? Sendika kongreleri iki yıldan önce üç yıla sonra dört yıla çıkartılarak güçlenmiştir. Bürokrat maaşları artırılarak güçlenmiştir. Kıdem teşvik tazminat miktarları yükseltilerek güçlenmiştir. Makam araçlarıyla ve ek sosyal imkânlar getirilmesiyle güçlenmiştir...
O hale gelmiştir ki sendika bürokratının konforu, yüksek maaşları ve sosyal hakları için ödenen para kaynağı işçinin aidatı olan paranın büyük kısmını yutmaya başlamıştır...
****
Gerek Türk-İş'in sendikalarında gerekse DİSK'in sendikalarında zaman zaman çok sınırlı da olsa işçi hareketinin yüksek olduğu konjonktürde sınırlı sayıda öncü işçi sendika yöneticiliğine seçilebilmiş midir? Evet seçilebilmiştir.
Ama bunların da hemen hepsi kısa sürede bürokratik aparatın unsuru olmuşlardır. Hayır onları suçlamıyoruz... Onları maddi hayatın realitesinin tabiri caizse 'kurbanları' olarak tanımlıyoruz...
Eğer sendikalarda işçi denetimi-işçi demokrasisi ve bu iki kavramın vazgeçilmez unsuru olan geri çağırma hakkı ve yöneticinin ortalama ücret alması (başta makam aracı olmak üzere makam ayrıcalıklarının olmaması) sağlanamazsa hiçbir sendikada yozlaşma, çürüme, sermayeye teslim olma, devlete angaje olma engellenemez. Ve işbaşına gelen sendikacı tam da bu sürecin taşıyıcısı olmak zorunda kalır.
***
DİSK'in 14. Kongresinde içimize su serpecek, öncü işçilere kapıyı açacak bir zihniyet değişiminin izlerini görebiliyor muyuz?
DİSK'te de görev alma şansına da sahip olmuş biri olarak belirteyim ki ben göremiyorum. Arkadaşım Özgür, muhakkak, bizim göremediğimiz şeyleri görmüştür ki 'işçi sınıfının güvenini kazandıracak bir kadronun yönetime gelmesi umuduyla' bitirdi yazısını diye düşünüyorum. Hayır... Kendisinden neler gördüğünü anlatmasını isteyecek değilim.
Çünkü (sağ veya sol eğilimli, şu veya bu sol partiye mensup veya sempati duysa bile) hiçbir sendika bürokratının keramet sahibi olduğunu düşünmüyorum. Fakat izin verilirse, Özgür 2010 yılının sonunda yazdığı yazısının başlığı olan "2011 sendikal bürokrasiyle mücadele yılı olmalı!" ibaresini bir şiar olarak 2012 yılı ve DİSK için de dilemesini, talep etmemi, sanıyorum bana çok görmeyecektir. (EB/HK)
* Erhan Bilgin, İktisatçı ve Sosyal Politika uzmanı.