Kazova işçileri 147 gündür direniyor, duymayan var mı? Biz duyduk.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi forumu olarak toplandığımız ilk gün karar almıştık, üniversiteyi ilgilendiren her konuda muhatap alınmak konusunda kararlıydık ve bunun aracının zinhar kurumsal temsil mekanizmaları olamayacağı açıktı. Öyleyse MSGSÜ forumu olarak, doğrudan demokrasiyle işleyen bir tür “meclis” olacaktık artık. O ilk gün bu toplamın önüne koyduğu dertlerden biri de diğer yerel meclisler ve mücadelelerle kurulacak iletişimdi.
İstanbul’daki tekstil üretiminin merkezlerinden biri olan Bomonti’deki yeni yerleşkemizin yanı başında, bir direnişin, hem de yüz küsur gündür, hem de açlık greviyle sürmekte olduğunu öğrendiğimizde ziyaret için ilk adresimiz de belli oldu. Bilenler bilir, sınıf perspektifinin zayıf olduğu bir yerdir üniversite, hele ki akademisyenin kendi sınıfsal pozisyonunu doğru analiz ettiğine pek nadir rastlanır. İşte tam da bu nedenle çok anlamlıydı forumumuzdan bu ilişkilenme kararının çıkmış olması.
Kazova işçileriyle işgal ettikleri fabrikanın önünde kurdukları çadırlarının yanı başında, demledikleri sıcak çayı içerken sohbet ettik. Dönüşümlü olarak başladıkları açlık grevinin 23. günüydü o gün; fabrikalarının önünde direnişe başlamalarınınsa 145. günü. Ama patronun fabrikayı kapatıp gitmesinin, yani 94 işçinin evlerine ekmek götürememelerinin evveliyatı vardı: 31 Ocak’ta kıdem ve ihbar tazminatları ödenmeden işten çıkartıldıklarında zaten dört aydır maaş almıyordu işçiler!
Anlattılar, işten çıkartılmalarından önceki çileleri de çekilir türden değilmiş. Çalışma koşullarının ağırlığı, ücretlerin azlığı bir yana, gayri insani muamelelere maruz kalmışlar sistematik olarak. Üç ayrı katta çalışan işçiler birbirlerini direnişe kadar tanıma fırsatı bile bulamamışlar, bir araya gelemesinler diye farklı saatlerde öğle arasına çıkabiliyorlarmış çünkü. Bir ara sendikalı olmak istemişler, patronun beysbol sopasıyla karşılaşmışlar. Çoğu hemşeri, akraba olan işçiler, her itirazlarında sadece kendilerinin değil, akrabalarının, köylülerinin de işten çıkartılması tehdidi ile karşılaşmışlar. İşten atılanlar “sigortalar ödenmiyor” diye şikayet etmiş etmesine ama denetimin yapılacağı haberi hep önceden gelmiş işverene. Öyle ki günü gelmiş, denetim sırasında kayıtsız işçiler mescide kilitlenip saklanmış. Kazova tekstil bugüne kadar Polo, Bisse, Sarar, Marks and Sepencer gibi firmalara üretim yapıyormuş. Bunların yaptırmakla yükümlü olduğu denetimlerde de nasıl olduysa kimse görmemiş, duymamış fabrikadaki usulsüzlükleri, kötü muameleyi. İşçiler direnişe geçtikten sonra bu firmalarla iletişime geçmişler ama en fazla “iyi şanslar” olmuş aldıkları yanıt.
Fabrikanın kapanması bir tek işçilere sürpriz olmuş. Nedenini anlamamışlar ama son zamanlarda tüm izinler iptal edilmiş, ameliyata gidecek işçiye bile izin verilmemiş. O kadar da değil, fabrikayı boşaltırken makineler bile işçilere taşıtılmış, hiç bir şey olmuyor gibi. Sonra bir gün patron Ümit Somuncu ve oğlu Mustafa Umut Somuncu sırra kadem basmışlar. İşçiler üretimin başka bir yerde devam ettiğine emin, zira götürülen makineler tam da buna uygun seçilmiş. İçeride kalanlar ise yine işveren tarafından üretim yapılamayacak şekilde tahrip edilmiş durumda, her şey ince ince düşünülmüş yani! O makineleri hurda fiyatına satarak alacaklarını tahsil etmek istemişler, polis dayanmış fabrikanın kapısına, hırsızlık suçlaması da cabası. İşverenin bir İtalyan firmasına olan borcu yüzünden içerdeki her şey hacizde, ama işçiler içeriden bir çöp vermemekte kararlı. Bir kez gelip de püskürtülen firma çalışanları, bir dahaki sefere çevik kuvvetle geleceklerini söylemişler. Öyle olunca fabrika önündeki nöbet de kalabalıklaşmış, her an saldırıya hazırlar.[*]
Aslında durum gergin ama bunları anlatırken bir o kadar da rahatlar, haklılıklarından bir de birbirlerinden başka bir şeye güvendikleri de yok oysa. Bir ara, eski patronlarının kendilerini nasıl oyaladığını, nasıl dalga geçer gibi davrandığını anlatırken sinirleniyorlar: Direniş sürerken, bira yandan binanın satışı da yapılmış. Fakat tam o sırada daha yağlı bir müşteri bulan Somuncu, eski çalışanlarına, mal sahibini fabrikayı geri satmaya ikna etmelerini önermiş. Böylece kendisi binayı daha iyi fiyatla okutup, farkla da işçilerin alacaklarını ödeyecekmiş. Bir diğer oyalama da Ramazan dolayısıyla gündeme gelmiş, patronun bir akrabası zekat verecekmiş az beklerlerse.
İşte bunları sindiremiyor Kazova işçileri, avukatları giriyor o arada söze: “bu öyle üç beş kuruşun mücadelesi değil, onur mücadelesi”. Avukatları Behiç Aşçı, 293 günlük açlık greviyle mücadele tarihine adını yazmış olan hani, ama Aşçı’nın da dediği gibi, yasalar işveren lehine hazırlanmış durumda, yasal süreç en iyi ihtimalle yıllar sürecek.
İşte bunun farkında Kazova işçileri, ancak fiili mücadele ile kazanım elde edebileceklerini çok iyi biliyorlar. Bu yüzden işgal etmişler fabrikayı, bu yüzden her Çarşamba günü önce Şişli Camii’nden fabrikaya kadar yürüyüş yapıp, sonra patronlarının kızı Gaye Somuncu’nun çalıştığı Çalık Holding önünde eylem yapıyorlar. Zaten eski işverenlerini en çok ürküten de bu eylemler olmuş, o cin fikirli uzlaşma arayışları da ondan sonra başlamış.
Mücadelelerinde müttefiklerinin kim olduğunu da biliyorlar. Hemen hemen tüm işçi direnişleriyle ilişkilenmişler. Her gün ziyaretçileri var başka direnişlerden. Çevredeki diğer fabrikaların işçilerine de ulaşmaya çalışıyorlar fakat o işçiler de destek vermek konusunda kendi patronları tarafından engelleniyorlar. Elbette Gezi direnişinin yarattığı yeni örgütlenme pratikleriyle de ilişkileniyorlar. Gerçi başta hepsi Gezi’de gecelemek istediğinden fabrika nöbeti azıcık tavsamış, gülerek anlatıyorlar, ama sonrasında kurulan Feriköy forumu da destek olmuş Kazovalı işçilere. Gezi sürecinde sınıf perspektifi noksandı ya, kimi yerlerde daralıyor demek ki o açı. Forum, fabrikaya yapılan ziyaret ve yürüyüşle, işçilerin de katılımıyla başlıyormuş her gece.
Kazovalı işçilerin direnişi bu toprakların gördüğü nice işçi direnişinin mirasçısı ve elbette daha nicesi eklenecek onlarınkine. Kararlılıklarından çok belli, onlarınki de kazananlardan olacak. Biz duysak da duymasak da “direne direne kazanacak” onlar, sadece kendi haklarını değil, bugün onlara destek vermeye korkan çevre fabrikalardan işçilerinkileri de kazanacaklar; diğerlerininkileri de. Biz duymasak da kazanacaklar ama duyalım, bilelim de ufkumuz açılsın. (EHÖ/HK)
[*] Ziyaretimizin ertesi günü, 24 Temmuz Çarşamba günü sabah 08.00’de Olympias’ın avukatı Ömer Durak polisle birlikte zorla fabrikaya girmeyi başarmış. İşçiler polis şiddetine ve gözaltına tehdidine rağmen saldırıyı püskürtmüş, yeniden fabrikaya girmişler girmesine ama avukat Ömer Durak’a soracak hesapları var. “Bu avukatlık değildir. Avukatlık ve yasalar işçilerin katledilmesine zemin hazırlama yetkisi vermez” diyorlar, 26 Temmuz Cuma günü saat 16.00’da Ömer Durak’ın Balmumcu’daki ofisinin önünde basın açıklaması yapacaklar, hepimize çağrıları var.