“Omina in omnibus (Her şey her şeyin içinde mevcuttur)! Athanasius Kircher’in bu sözü hafızanın her türlüsü ile ne kadar güzel bir uyum içinde. Şu sıralar öyle zamanlara tanıklık ediyoruz ki hafızamız ile ilgili parçalar hayatımızın her köşesini kaplıyor. Sadece kişisel hafızamızdan bahsetmiyorum; kişisel belleğin tüm kayıtlarının da ötesinde bir toplumsal tecrübe ediniyoruz; toplumsal hafızanın oluşumuna tanıklık ediyoruz. O oturduğu kanepeyi ne kalkıp terk edebilen ne de konuşabilen sıkıntılı misafir kimliğinden sıyrılıp, müşterek bir bellek inşaasında çalışıyoruz. Bu noktada aklın ölüm uykusundan kalkışı, yaşadıklarımızın bellekte depolanışı önemli bir konu haline geliyor. Hiç tanımadan birbirinin yüzüne talcid sıkan, maske tedarik eden; belirli bir amaç için gaz bombaları arasında koşan insanlar bu deneyimleri tekil ve çoğul olmanın bütün halleriyle ortak bir hafızada nasıl yaratacak?
Öncelikle kolektif hafızanın ne olduğu konusunu dikkatle ele almak gerekiyor. Kelime anlamına bakarak yüzeysel bir tanımlama yapılabilir: grupların paylaşılan, unutulmamış deneyimlerinin bir çeşit aktarımı. Bu tanımdan yola çıkarak aklımızda grubun boyutu gibi birçok soru işareti beliriyor. Tahrir Meydanı’ndaki eylemciler ve aile gibi küçük ve büyük gruplar kolektif hafızalarını benzer mi kuruyor? Hafıza kelimesi bile öncelikli olarak bireysel deneyimlerimizi içeren bir kişiselliği çağrıştırıyor; öyleyse kolektif hafızanın bu bireyselliklerin kapsayıcı bir bütünü olduğunu varsayabiliriz. Fakat bu varsayım gözüktüğü gibi basit bir denklemi işaret etmiyor; hafıza çalışmalarında psikolojiden sosyolojiye birçok alan tarih, zaman ve sosyal faktörler gibi farklı değişkenlerin varlığını düşünmeyi zorunlu kılıyor.
Toplumlarda Bastırılmış Hafıza
Psikolojide çokça eleştirilen yaklaşımlardan biri Freud ve psikanalitik yaklaşıma ait. Ölümüne yakın zamanlarda yazdığı kitabında, Moses and Monotheism, Freud toplumlarda bastırılmış hafıza üzerine ilginç bir hikaye anlatır (Freud, 1967). Asıl Musa, tektanrıcı firavun Akheneten’in izinden giden Mısırlı bir rahiptir. Mısırlı Musa, Yahudileri tektanrılı dine yönlendiren ve anavatanlarını bulmaları için Mısır’ın dışına gönderen rahiptir. Amma ve lakin Yahudiler tektanrılı dinin cefasını çekemeyerek, Musa’yı katlederler ve çoktanrılı dine geçerler. Yüzyıllar sonra ikinci bir Musa’nın liderliğinde Yahudiler çok daha güç koşulları zorunlu kılan tektanrılı dine geçerler. İddiaya göre geçmişteki travmalar ve ilk Musa’nın katledilmesi, her ne kadar bastırılmış da olsa, Yahudilerin özellikle suçluluk duygusu üzerinde çokça duran dini geleneklerinin oluşmasında etkili olmuştur. Bütün tarihsel kaygılar bir kenara Freud’un psikanalizde birey üzerinden ortaya attığı bastırılmış hafızayı kolektiflere taşıması belli sorunlar içeriyor (Poole, 2008). Şüphe yok ki bireyin hayatında sonradan bir şekilde ortaya çıkan bu bastırılmışlık kavramını yüzyıllar sonra toplumların hayatları üzerinden düşünmek limitasyonlar doğuruyor.
Bir yandan da psikanalitik yaklaşım toplumların kolektif hafızasındaki sembolizm kavramına katkı sunabilir. Latince memoria kelimesi hem “anı” hem “yazılı kayıt” anlamına geliyor; şimdiki zamana uygularsak yazılı kayıt anlamını pekala fotoğraf, sosyal medya gibi araçlar ile doldurabiliriz. Tarihi hafızamıza yazma işini birçok sembolle yapıyoruz. Diyarbakır’daki bir Kürdistan bayrağının, Gezi Parkı’ndaki bir “kırmızılı kadın” fotoğrafının kolektif hafızadaki temsiliyeti incelenebilir.
Hafızanın Tekil ve Çoğul Hali
Bireylerin hafızaları, geçmişi kuruş biçimi ve anlayışları; aile, toplum ya da cemaat gibi grupların belleği kuruşundan epeyce farklı bir konumda. Grupların bireyler gibi geçmiş deneyimlerinin izini bırakacak; yaşantıları depolayacak beyin kıvrımları yok. Fakat bir taraftan da kolektif hafızanın içeriği kolektifleri oluşturan ögeler bireyler olduğundan bir bakıma bireysel hafızanın bir biçimi de. Bireylerin bir grubun üyesi olarak; hatta çoğu zaman bir grubun üyesi olma şartı olarak kurdukları hafızayla kolektif hafızanın inşaasında çalıştıkları söylenebilir. Bireyin kimliğini belirleyen bu bireysel hafıza gibi kolektif hafıza da artık kişinin benlik anlayışını etkilemekte, değiştirmekte; yeniden kurmaktadır.
Başka bir yaklaşımda ise kolektif hafızanın bütün üyeler hatırlamaya devam ettikçe yaşadığını, grubun üyeleri öldüğündeyse hafızanın da öleceğini öne sürüyor (Halbwachs, 1997). İktidarın yaşayanları yok etme, kaybetme gayreti de bir anlamda hafızayı silme girişimi olarak algılanabilir. Bu yaklaşım toplumların, grupların tarihi hatırlayamaması, daha fazla muhafaza edememesi ile tarihyazımı alanına da giriyor. Sosyo-tarihsel bir bakışta kolektif hafıza sosyal işlevine göre değişir. Şurası açık ki modern toplumun baskın alanları, ortak deneyimleri de şekillendirmekte. Geçen yüzyıllarda tek taraflı göçün kolektif hafızanın modern dönem öncesinde başlıca kaynağı olan sözlü geleneğin kaybına yol açtığını biliyoruz. Bu bakış açısında meraklısı için Walter Benjamin’in ünlü makalesi “The Storryteller” iyi bir kaynak olabilir.
Ortaklaşılan hafıza, söz konusu acı dolu bir geçmişse ve hayat dalgaları gerçeğin kayalarına çarpmışsa; farklı, alternatif formlarda ortaya çıkar (Heribert, 2000). Sivas’tan Roboski’ye oradan Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş ve Medeni Yıldırım’a…Bir formda hafıza geçmişin vahşeti ve adaletsizliğiyle bireylerin algısında iz bırakarak geriletme işlevi görebilir. Sol tarihindeki bütün işkencelere bir göz atın. Bu algı mağdurlar ve onların çocukları ve hatta torunları için sabit bir travma hali yaratır. Bir diğer formda ise geçmişin acısının gelecekte önlenmesi için kolektif hafıza, eylem odaklı bir çerçevede ilerici bir işlev üstlenebilir. Bu ikinci alternatif formda etkiden doğan tepki acı verici geçmiş ve insan hakları odaklı modern toplum arasında diyalektik yaratılmasını olanaklı kılar.
Memoria
Memoria’nın ikinci anlamını tekrar vurgularsak; hafıza için önemli noktalardan birisi de kayıt tutmak. Kişisel deneyimlerimizden kolektif hafızaya aklımızın bir köşesinde izini daima süreceğimiz bir süreci yaşıyoruz. Hollandalı şair Jan Luyken 18.yyda şunu söylemişti:
“Yüreğin balmumuyla basılmış bir Kitap
Raflardaki binlercesine bedeldir”
Her ne kadar Kitap dinle ilişkiye işaret ediyorsa da, hafıza ve kayıt geleneği içinde bulunduğumuz zamanlar için de değerli. Kayıt araçları, ister sosyal medya olsun ister sokağın duvarları olsun hafıza için suyun altında bulanık gözüken yosunlar misali havada asılı kalan bazı şeyleri berraklaştırmaya yarayacaktır. Klişeleşmiş bir söylemdir: Fotoğraf hiçbir şeyi unutmaz. Hafıza için önemli olan berhava edemeyeceğimiz zamanlarda yüreğimizin balmumunu fotoğraflarımızı, klavyemizi, kalemimizi tutacak kadar sağlamlaştırabilmekte. (DA/EKN)
--------------------------------------------------------------------------------
Kaynakça
Freud, S. (1967). Moses and Monotheism. Trans. Katherine Jones. New York: Vintage Books.
Halbswachs, M. (1994). La memoire collective. Paris: Albin Michel.
Heribert, A. (2000). ‘Divided memories: confronting the crimes of previous regimes. Telos, 31, 87–109.
Poole, R. (2008). Memory, responsibility, and identity. Social Research, 75(1), 263-286,354.