“Gerçek adım Johann... adın önemi yok ama insanca değil mi? Evet insanca bir ad. Binlerce Johannlar kitaplar yazmış, ağaçlar kesmişler. Milyonlarca kadın dünyanın herhangi bir köşesinde, herhangi bir zaman “Johann seni seviyorum!” demiştir. Ama F 48’in sevildiği görülmüş şey mi? Johann toplumdaki ölümsüz bir ad. Söğüt ağacı, çavdar ekmeği kokuyor Johann. F 48 naylon”. Ağaçlar Ayakta Ölür - Alejandro Cassano
Macbeth hırslıdır. Lady Macbeth daha da hırslı. Cadılar, Birnam Ormanı’nın Dunsinane’e kalkıp yürüyeceğini söylediğinde Macbeth bunun asla olamayacağını düşünerek keyiflenir.
Ne var ki yanılmıştır.
Shakespeare’in yazdığı oyunun sonunda askerler ağaçlardan bir dal keserek şatoya yürürler. Macbeth’in duvarlarını zorbalıkla ördüğü krallığı düşer. Hem bir kral, tebası onu kral olarak kabul etmediği sürece kral olabilir mi? Beni seveceksin diye kölesini kamçılayan bir kral meşruiyetini yitirmemiş midir?
Gezi Parkı’nda olan tam da budur. Hırstan neredeyse çılgına dönmüş bir Macbeth 2013, orantısız güç kullanarak Gezi Parkı’nın Topçu Kışlası’na çevrilmesine karşı direnen insanları korkutmaya, sindirmeye, onları kendi yaşam alanlarından sürgün etmeye çalışıyor günlerdir. Kendi imajını korumaya çalışma adına yandaş medyayı kullanarak, Çağlayan Adliyesi’nde avukatları yaka paça sürükleyerek, mitingler düzenleyip insanları kışkırtarak bir insan olarak korkunç bir iç çatışmaya sürükleniyor.
Bu arada biz Gezi’de özgürlüğün korkunun üstesinden geldiğini yaşıyoruz çünkü aynı gemide olduğumuzu zaten biliyoruz. Genç doktorların, yaralılara yardım eden, birlikte şarkı söyleyip, şiddete karşı birleşen insanların onurlu bir yaşam için mücadele ettiğini kimse görmezden gelemez artık.
"28 Şubat’ta nerdeydiniz" diye soran kişiye verilen cevap “kreşteydik” cevabı ise artık eski dilin işe yaramadığını ve yaramayacağını gösteriyor. Çünkü eskimiş bir dil, ağaçlar kadar kadim değildir.
Toprağın altında kökleriyle, dalları gökyüzüne uzanan ağaçlar, yeryüzünü gökyüzüne tamamlayan vücutlardır ve sadece varoluşlarıyla bile birer sestirler. Ağaçların dilini bilmeyenler, neden bazılarının gövdesinin yere yakın olduğunu, bazılarının dallarının yandaki ağaca yakınlaştığını, neden bazılarının ancak ve ancak birtek toprağı sevdiğini, neden bazılarının bir yöne doğru eğimli olduğunu düşünmezler. Yeryüzünün tarihini kendi yaşamlarının tarihinden ibaret sanarak başları sıkışınca göğe doğru ellerini kaldırıp ağaçlarla aynı toprağa bastıklarını unuturlar. Kullandıkları kelimelerin kökeninde, yazının gelişiminde, hastalandıklarında içtikleri ıhlamurun bile, yeryüzünün ağaçlarının yardımıyla olduğunu unutmuşlardır, dolayısıyla biber ve portakalı ancak birer gaz ismi olarak kullanırlar. İcat ettikleri gazlardan korunmak için maskeleri de icat etmek zorunda kalmışlardır; zırhlarını, kalkanlarını, tomalarını bugün bir ağaç ayaklanmasından korunmak için kullanmaları şaşırtıcı değildir. Ağaçlar onları bugüne kadar doyurmuş, ilaç olmuş, karşılarına binbir maharetle çıkmıştır ama onlar kürsüye çıksalar dahi koskoca bir ormanı göremezler. Sayılar ve istatistiklerdir onların önem verdiği; yüzde kaç oy almışlar, ne kadar çok paraları var, kaç kişi ölmüş, kaç kişi yaralanmış, kaç çocuk yapılmalı gibi sayısal değerleriyle yeryüzünde tuhaf bir ava çıkmışlardır. Yaşamları bu sayısal av üzerine kurulu olduğundan varlık içinde yokluk çekerler ve belki bu yüzden, bir ağacın ayaklanmasını anlayamazlar çünkü ağaçların sayılarla işi yoktur. Ağaçların balkonlarla ya da otobüslerle ya da AVM’ler ile işi yoktur. Ve Mayalar gibi birçok farklı kültürde insanlar tanrıların ağaçlarda yaşadığına inanırlar. Bugün, Gezi Parkı direnişi doğanın yanında olmak, eşitliğe, özgürlüğe inanmak ve kapitalizmin vahşetine karşı direnmektir. Bir ağaç dikebilirsiniz, ağaçları bir yerden bir yere nakledebilirsiniz ama bir orman yaratamazsınız.
Bu direnişin uyandırdığı umut ve neşe, özgürlüğün habercisidir. İnsanların ve ağaçların birlikte ayaklanması yeryüzünün şiiri değilse nedir? (İS/HK)