Çocukluğumda Burgaz'ın eşekleri, ulu çınarlar kavşağındaki kuyu suyunu kovayla çekip adadakilere ulaştıran sakaya aitti…
Faytona koşulan atlara yönelik zalim muameleyle sık sık gündeme gelen Büyükada'da ise bildiğim kadarıyla turist gezdirmek üzere Lunapark mevkiinde eşekler hâlâ hizmet vermeye devam ediyor…
Marmara Adası'nın İskoçya'yı andıran tepelerinde serbestçe dolaşan at sürülerinin arasına karışmış eşekler de gördüm, yanlarında da tek tük katırlar…
İmroz'da Rumlar'ın geleneklerine dair neleri varsa sona erdirildiğinden oradaki eşekler de arazide serbestçe dolaşır oldular, tıpkı Kıbrıs'ta pastoral manzaranın vazgeçilmez süsleri haline geldikleri gibi…
Eşekler Rol Yapar Mı? (Do Donkeys Act) adlı belgesel ise, insan tarafından artık kullanılmayıp doğal yaşam alanları fazlasıyla kısıtlanmış eşeklere hizmet veren, dünyanın çeşitli coğrafyalarındaki barınaklara odaklanıyor.
İrlanda, Birleşik Krallık, Kanada ve Amerika Birleşik Devletlerinde şimdiye kadar 18 bin 800 eşek ve katırı kurtarmış olan mevzubahis eşek barınakları (Donkey Sanctuary) 1 milyonu aşkın eşeğin bakımını da gerçekleştirmiş durumda.
Dünya prömiyerini Danimarka'nın CPH:DOX festivalinde yaptıktan sonra geçenlerde Kanada'daki Hot Docs festivalinde de seyirciyle buluşan 72 dakikalık yapım, esasen eşeklerin insanlarla ve birbirleriyle iletişimlerine yorum getirmeye çalışıyor.
Yönetmen hanesinde Ashley Sabin ve David Redmon adlarını gördüğümüz, şiirsel olduğu kadar felsefi nüanslar da taşıyan filmin metnini gayet ikna edici bir üst ses olarak Willem Dafoe okuyor.
Belgeselin sözü eşeklere bırakan, üst ses eşliği olmayan Barınak (Sanctuary) adlı versiyonu ise Uluslararası Rotterdam Film Festivaline katılmıştı.
Eşeğe özen göstermek
Asırlar boyunca insana hizmet vermiş olan eşekler artık miadını doldurmuş birer varlık muamelesi gördüğünden bakıma muhtaç hale geliyorlar. Mevzumuz gaddarlığa zaten meyilli olan insanın hırpaladığı, darbe almış, ihmal edilmiş, unutulmuş, kaderiyle baş başa kalmış eşekler.
Ciddi yaklaşımlarına hayran olunacak barınaklarda kendilerine şefkatle yaklaşan profesyonel ekiplere rastlıyoruz. Meşakkatli de olsa yaralı eşekler tedavi ediliyor, vahim durumda olanlar için hususi olarak hazırlanmış teçhizatla, yine onlar için tasarlanmış şişme ameliyat masasına taşınıp tıbbi müdahaleye tabi tutuluyorlar.
Zararlılardan korunmak üzere tıraş edildikleri, yıkandıkları, kurulandıkları ve tabii ki düzenli olarak beslendikleri sahneleri de keyifle izliyoruz.
Filmde, terk edilmiş bir eşeğin havaya doğru kalkık birer kancaya dönüşmüş upuzun tırnaklarının itinayla kesilme sahnesi de ilgi çekici.
Kameraya uzun uzun bakan eşekler var, merakını dizginleme ihtiyacı duymadan insanların girmelerini tercih etmediği yerlere burnunu sokanları da.
İnatçılığıyla tanınan eşeklerin birer sabır küpü olduğu da belgeselde teyit ediliyor.
Aptal yaratıklar olarak damgalanmış ve yüzyıllar boyunca insana kölelik etmiş eşeklerin ne kadar duygulu olduğunu göreceksiniz.
Filmde, bazı ergenler tarafından defalarca bıçaklanmış olan bir tanesi iyileştirilip arkadaşlarının arasına karışmış durumda, yeni gelen bir eşek ise yabancılık çekebileceği gruba alıştıra alıştıra, kademeli olarak katılabiliyor.
Aralarında görme yetisini kaybetmiş olan bir eşek de var. Tekme, hatta çifte atanını da görüyoruz fakat uzaktan kısaca izlenebilen başarısız bir girişim dışında nedense çiftleşmelerine şahit olamıyoruz. Oysa doğuran bir eşeğe, doğar doğmaz ayağa kalkmaya çalışırken yepyeni bir barınak üyesinin yere yığılışına tanıklık edebiliyoruz.
Seviyeli belgesel
Usta Aktör Willem Dafoe'nun metindeki şiirselliği ve ironiyi dozunda ayarlayarak artırdığı atmosferle, aslında çok hızlı akmayan belgesel gayet anlamlı ve ritmik hale gelmiş. Sık sık tekrar edilen "Eşekler rol yapar mı?" sorusu sürmeli gözlerle perdede arzı endam eden kimi beyaz, kimi gri, kimi alacalı, kimi açık, kimi koyu kahverengi, kimi siyah eşeğe hissedebileceğiniz olumlu duyguları yüceltmeye yönelik gibi.
Yönetmenler, coğrafyamızda serbestçe dolaşan eşeklerin tabiat içindeki estetik katkısından yararlanma fırsatını kaçırıyor olsalar da, barınaklardaki kahramanlarını anlamaya çalıştıkları kesin. Bunu da en çok eşeklerin çıkardığı birbirinden "acayip" sesler ve anırmalarıyla başarmaya çalışıyorlar. Ahali kalabalık olunca vaziyet ister istemez bir eşek orkestrasına, bir koroya ve genelde bir kakofoniye dönüşebiliyor.
Fakat zaten filmdeki her şey, insan merkezli bir bakış açısının böyle bir durumda ne kadar yetersiz, hatta aciz kaldığını ispatlamaya endekslenmiş gibi duruyor.
Eşek yavrusunu beslemek üzere barınağa giren gece bekçisiyle kahramanlarımızın dinlendiği mekâna sızıyoruz…
Kamera loş ışıkta, bazıları ayakta, bazıları samanın üzerinde yatan eşeklere zum yapıyor, uyuyanlar çoğunlukta: "Acaba eşekler rüya görür mü?"
Bizdekilerin kâbus görüyor olma ihtimali daha yüksek! (MT/EKN)