Yıllarca bana dayatılan tüm kadınlık rollerini sorgusuz sualsiz üstlendikten sonra kişisel direnişimi başlattım. Farkına bile varmadan çıktığım yolculuğa hayatımdaki kadınları ve erkekleri sorgulayarak başladım. Sonra kadınlık hallerine ardından da erkeklik hallerine geldi sıra.
Sadık bir okuru olduğum bianet'e yazdım: "Kadınlık hallerimizi paylaşsak?"Düşündük, yazıştık, erkeklik hallerini bilmeden bir şeyler yarım kalır dedik... Toplumsal cinsiyet rollerinin gündelik hayattaki yansımalarına içbükey ve dışbükey aynalar tutsak, kadınlık ve erkeklik hallerini deşifre etmenin bir yolunu bulsak... Bu köşe işte böyle doğdu... Editörlüğünü de bendeniz üstlendim...
Ben Diren Dayanan... Bu adı kendime, yine ben koydum... Yıllar, yıllar süren bekleyişin ardından, uzun, sancılı bir süreçle kendi kendimi bir kez daha dünyaya getirdikten sonra...
Yıllarca annemin, kardeşimin, komşumun, evladımın, kocamın, kayınvalidemin, görümcemin, iş arkadaşlarımın, patronlarımın, otobüsteki adamın, vapurdaki kadının, bakkalın, manavın, tanıdığım ve tanımadığım daha da kim varsa, her birinin ayrı ayrı onayını almak için uğraştıktan sonra...
Herkesin mutluluğu için bin bir şekle girmekten omzum, sırtım, belim tutulurken, hep başım ağrırken, geceleri bir türlü uyuyamaz, sabahları yataktan çıkacak gücü bulamazken, yüzümde canlı bir gülümsemenin nasıl göründüğünü hatırlamak için eski fotoğraflarıma bakarken, beceriksiz, uyumsuz, nankör, bencil ve daha bir sürü şey olduğumu sanırken...
İçimde yükselen mutsuzluğun "çevremden" değil "benden" kaynaklandığını düşündüm yıllarca... İşte böylece hep "dayandım", hep "direndim" kulağıma mutsuzluğumu fısıldayan sese...
Direnişim kendimeydi, dayandığım, beni kocama devrettiği bir eşya gibi görüp "ayıplı" her davranışımdan sorumlu sayılacağını düşünen babam...
Sorumluluğumu kocama devrettikten sonra biraz rahatlasalar da her hareketimi denetleme huylarından bir türlü vazgeçemeyen ağabeylerim...
Babamdan ve ağabeyimden devraldığı sorumluluğu büyük bir şevkle üstlenen ve davranışlarımla "erkekliğine" söz getirmemden hep korkan kocam...
Uzun birlikteliğimiz süresince kimi kez çalışmamı, kimi kez çalışmayıp çocuklarıma bakmamı dayatan, evi geçindirmenin güçlüklerinden bahsederken kazandığım paradan kendim için tek kuruş harcama iştahını bile bırakmayan kocam...
Beni çok sevdiği için çok kıskanan (!?) kocam...
Ev işlerinde bana nasıl da "yardım ettiğini" gördüklerinde arkadaşlarımın "ne anlayışlı kocan var" diye imrendiği, yalnız kaldığımızda "yardımları" için "minnet duyulmayı" hak ettiğini düşünen adam.
Babama ve ağabeylerime başkaldırma cesaretini bulmaya çalıştığım yıllarda yanımda durduğunu sandığım, ancak ailemin erkeklerinden kurtarmaya çalıştığım bedenimi ve hayatımı sorgusuz sualsiz teslim aldığını yıllar sonra fark ettiğim insan...
Başka bir dünyayı yaratabileceğimize şüphe duymadığımız yıllarda bile, bu başka dünyada da erkeklik ayrıcalıklarını sürdürmeye nasıl da niyetli olduğunu aslında hep bildiğim ama gözümün önünde duran bu gerçeği ancak yıllar sonra kabullenebildiğim...
20'li yaşların canlılığı, enerjisi vücudumuzu terk etmemişti henüz. Yüzümüzdeki çizgiler kalınlaşmamıştı... Evimizden arkadaşlarımız, zihnimizden hayallerimiz eksik olmazdı...
Kocam erkek arkadaşlarıyla kültür, sanat, siyaset konuşurken biz kadınlar nedense sırtımızı koltuğa yaslayıp sohbete bir türlü dahil olamazdık. Hayır, hayır ev işlerinden söz etmiyorum bile... Benim sözünü ettiğim daha ziyade bir kadın konuşmaya başladığında, erkeklerin yüzünde beliren o ifade...
Bir arkadaşım, küçükken, kendi döneminin en iyi okullarında eğitim görmüş, üniversitede sonraki yıllarda siyaset ve sanat dünyasında ismini duyuracak nice erkeğe hocalık yapmış annesi konuşmaya başladığında babasının ve ortamdaki erkeklerin yüzünde beliren küçümseme yüzünden yıllarca kalabalık ortamlarda konuşmaktan çekindiğini anlatmıştı. Bu duygunun hiç de yabancısı olmadığımı fark etmiştim o zaman...
Kendinden çok büyük bir erkekle evlenen bir başka arkadaşım da hatırlayıvermişti hemen:
"Ben çocuğumuzun bakımıyla ilgilenir, yemek yapar, evi toparlar, gündelik hayatın organizasyonuyla ilgilenirken o çalışma odasında Türkiye ve dünya basınını izler, okur, yazar, sonra da yanıma gelip büyük laflar ederken onu onaylamamı beklerdi.
Evlenmeden önce uzun süre birlikte olmuştuk. O zaman benim 'diğer kadınlardan farklı olduğumu' düşündüğünü bilir, 'akıllı, birikimli, donanımlı' bir kadınla birlikte olduğu için nasıl gurur duyduğunu görür ben de kendimle gururlanırdım.
Evlenince değişti her şey. Ben o yıllarda tek ayrıcalığımın pek çok hemcinsime göre şanslı bir hayat sürmem olduğu gerçeğiyle yüzleştim. O ise hayatımızın sorumluluğunu benimle paylaşmayarak benden geriye kalanla yetinmek zorunda kaldı.
Ta ki ben kendime güvenmem için onun benimle gurur duymasına ihtiyacım olmadığını anlayana kadar. Sonrası kolay ve güzel oldu..."
Her neyse... Dediğim gibi, yıllar boyunca direnişim yeniliğeydi, dayandığım, benden hep onları mutlu etmemi, korumamı, isteklerini ve beklentilerini karşılamamı bekleyen oğullarım... Öylesine çeşitliydi ki bu istekler...
Gurur duyacakları bir iş sahibi olmam öte yandan onlara yeterince vakit ayırmam, bakımlı olmam ama çok dikkat çekici olmamam, onlara karışmamam ama bana karışmalarına göz yummam... Onları korumak için dünyaya kafa tutsam da onların, çevrelerindeki kadınlara yönelik hoyratlıklarına ses çıkarmamam...
Direnişim daha fazlasını hak ettiğim düşüncesineydi, dayandığım, hem iyi bir anne olmak için yıllarca kendinden veren, benden de çok sevdiği torunlarına karşı kendisi kadar "iyi" ve "fedakâr" anne olmamı bekleyen, iyi anneliğin tarifini de reçete yazar gibi yazıp önüme koyan annem... Annem ve ailemin kadınları... Onların o "kadınlık" halleri...
Direnişim kulağıma "hayattan zevk almalısın" diyen seseydi, dayandığım, çalıştığım devlet dairesinde benden "çizilmiş sınırların dışına çıkmamamı" bekleyen iş arkadaşlarım; kıdemlerimiz aynı olduğu halde sırf erkek olduğu için meslektaşımı amirim olarak atayan müdürüm, minibüste eteğimin boyunu, gömleğimin dekoltesini süzen adamlar, eve giriş çıkış saatlerimi kontrol eden komşular, "Çocuğa iki gündür sebze pişirmedin abla" diyen manav, bakkal ve daha niceleri...
Direnişim bilinmezlerle dolu geleceğiydi, dayandığım güvenli, sıkıcı ve boğucu hayatım...
İşte böyle... Mutsuzluğumu fısıldayan sese direndim uzun süre... Sonra bir gün öylesine yorgun düştüm ki, ne direnecek ne dayanacak gücüm kaldı... O günlerde direnişin tek anlamı, hayatta kalmaktı... Sonra bir şeyler değişmeye başladı... Direndiğimin de dayandığımın da bana dayatılan "kadınlık rolleri" ile ilgisini fark ettiğimde...
Mutsuzluğumu fısıldayan sesi duymamak imkânsız hale gelince bir başka fısıltıyla daha tanıştım... Hep onay bekleyen ince bir ses... Kimsenin onayı olmadan bir iş yapmaya karar vermek öylesine zordu ki... Hatta belki de en zoru buydu... Üstelik insan öyle ha deyince değiştiremiyor ne kendini ne de hayatını...
İlk kez tek başıma sinemaya gitmek istediğimde kocamın yüzünde beliren şaşkın ifade beni eğlendirmiş miydi, şimdi hatırlamıyorum... Ya da oğullarımın babalarıyla sorunlarını çözmelerine aracı olmadığımda gösterdikleri tepki neydi, artık bilemiyorum... Ama her şey işte böyle başladı... Direnişin anlamı değişmişti...
Önce kocamın, oğullarımın, ailemin, arkadaşlarımın karşısında durdum... Ben onların şaşkınlıklarını anlıyordum da onların bendeki değişimin nedenlerini anlaması uzun sürdü... Sonra sırada meslektaşlarım, iş arkadaşlarım, komşularım vardı...
Hepsini tek tek anlatmak çok zor ama ben yılların ardından bugün, "Derdim, kadınlık ve erkeklik hallerinin bize dayattığı hayatla imiş" diyebilirim belki...
Bugünden bakınca zorlu bir yol olduğunu söyleyebilirim... Ne insanlarla mücadele etmek kolaydı ne de örneğin, bir kadının yalnız yaşamasına yetecek bir maaş sahibi olmasının önemini anlayamayan zihniyete kafa tutmak...
Evlenip çocuk sahibi olacağınızı düşünerek size yatırım yapmayan patronlarınıza "Bu haksızlık" demek kolay değil, biliyorum... Yan yana masalarda oturup aynı işi yaptığınız erkek meslektaşınızın terfi almasına sinirlenmenizi "ayıp" bulan müdürünüze karşı durmak da öyle...
Dünyaya gelmesine birlikte karar verdiğiniz çocuklarınızın bakımı için hayatını değiştirmeyen kocanıza ayak diremeniz, maaşınız eşit değilken imkânsız gibi...
İşinizde ne kadar iyi olursanız olun bir oda dolusu erkeğin karşısına geçip sözünüzü dinletmeye çalışmanın, onlar birlikte sosyalleşirken sırf kadın olduğunuz için dışarıda kalmanın, cinsiyetçi esprileri karşısında "cazgır" sayılmayı göze alıp kafa tutmanın zorlukları da ortada...
Kreşlerin yokluğundan, sendikalarda kadın olarak sorunlarınızı duymazdan gelen erkek arkadaşlarınızdan, eğitim haklarından mahrum kalışınızdan ayrı ayrı söz etmek bile istemiyorum...
Dayatılan tüm güzellik kalıplarına sırt çevirip yılların bedeninizde bıraktığı izlerle barışmak, başınıza bir şey gelirse hakkınızda kimin ne düşüneceğini umursamadan gecenin bir vakti sokağa çıkmak, sırf canınız öyle istediği için yan gelip yatmak, kahkaha atmak ya da ağlamak, dır dır etme ya da susma hakkınızdan sonuna kadar yararlanmak, saçınızı günlerce taramamak ya da ne bileyim kırmızıya, mora, yeşile boyamak, çalışmak ya da evde oturmak, doğurmak ya da doğurmamak... İmkansız mı? Öyle mi gerçekten?
Her şeyi birden değiştirmek mümkün mü? Bilmiyorum... Ama belki de en önemlisi değiştirmek için mücadele etmek. Mücadele ise ancak farkında olmakla mümkün... Ben bir kadın olarak hayatımdaki kadınları ve erkekleri sorgulayarak çıktım yola...
Yaşadıklarımın erkeklerden ve kadınlardan ziyade hepimizin kimliklerini ve hayatlarını belirleyen "erkeklik" ve "kadınlık" hallerinden kaynaklandığını anlayınca da bu konuları daha fazla konuşalım istedim. Deneyimlerimize, tanıklıklarımıza, sorularımıza ve sorunlarımıza bir mercek tutalım...
Düşündüm, taşındım adımı Diren Dayanan koydum. Kendime rağmen direnmekten vazgeçip direnişimin oklarını bizlere dayatılan tüm cinsiyet rollerine yönelttiğim için... Yıllarca göğüs gerdiğim tüm güçlüklere sırt çevirip istediğim yolda yürürken karşıma çıkan güçlüklere dayanma gücü bulmak için...
Bu çağrı hepimize, kadınlara ve erkeklere... Kadınlık ve erkeklik hallerine bir mercekle bakarsak görmek, tanımak ve anlamak kolaylaşır diye... Bundan sonra bianet'te bir köşemiz var. İster uzun, ister kısa, ister kişisel ister kurgusal... Erkeklik ve kadınlık hallerine ilişkin yazılarınızı bizimle paylaşmanız dileğiyle... (DD/BB)