Ortaklığın baş ortağı, biletleri kesen, "hem para koyuyorum, hem de kendimi" diyordu. Bu patronların patronu edalı zengin, yarısı son anda Kongre'de krediye çevrilen 20 milyar doları büyük işe yatıran ABD'ydi. Epeyce kırıktı. Her şeyden önce, savunma bakan yardımcısı Wolfowitz'in işgal öncesi dile getirdiği, "Irak petrolünden iki yıl içinde 50 ilâ 100 milyar dolar gelir elde etme" hayalleri kayaya çarpmıştı. Petrol boru hatlarına yönelik sistematik sabotajlar, güvenliğin Bağdat'ın düşmesinden altı ay sonra bile tesis edilememiş olması, petrol şirketlerinin işe başlamasının gecikmesi, ekstra "dış kaynak" bulmayı zorunlu hale getirmişti. Yatırımların ve gelirlerin daha önce hesapta olmayan oranlarda paylaşılmasına razı olunacaktı.
Irak'a yatırım, 2. Dünya Savaşı'nda yerle bir olmuş ülkelerin "yeniden yapılandırılması" için yapılan muazzam yatırımlardan beri, yakın tarihin en büyük yatırım fırsatı (tahmini 100 milyar dolar) olmaya adaydı. İşin büyüklüğü Campo de las Naciones'e gelenlerden belliydi. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, ABD Hazine Bakanı John Snow, "Koalisyon"un bir numaralı adamı Paul Bremer, Dünya Bankası Başkanı James Wolfensohn, İspanya, İtalya ve Japonya dışişleri bakanları oradaydı.
Fondaki 4 milyar dolar nerede?
İşgal sonrası altı ayda bir de şu yaşanmıştı: İlk etapta Birleşmiş Milletler'in "besin için petrol" programından elde edilen 1 milyar dolar "Irak Gelişme Fonu"na (DFI) aktarılmış, ama bu fonun oluşturulmasını sağlayan BM Güvenlik Konseyi kararının bir parçası olan, fonun "Uluslararası Danışma ve İzleme Kurulu" (IAMB) tarafından denetlenmesi, ABD'nin olumsuz yaklaşımı nedeniyle mümkün olmamıştı. Son olarak İngiltere Merkezli "Christian Aid" örgütü, ilk 1 milyar dolara ek olarak fona aktarılmış olması gereken 4 milyar doların (2 milyar dolar petrol geliri, 1.7 milyar dolar el koyulan Irak parası) ortada olmadığını açıklayarak durumu ABD açısından daha da zorlaştırmıştı.
Kısacası, "Madrid ortaklık zirvesi", ABD açısından "yeterince güçlü bir inisiyatif ve tek başlılık"in sağlanamadığı koşullarda toplanmıştı. Sonuçta Irak yatırımcıları için üç ayrı fon oluşturuluyordu: ABD'nin denetimindeki fon, BM denetimindeki fon ve Dünya Bankası denetimindeki üçüncü bir fon.
Madrid ortaklık zirvesinde, büyük bir bölümü bağış değil kredi olmak üzere 33 milyar dolar toplandı. Bağışların toplamı 13 milyar dolar civarındaydı. Oysa daha önce uluslararası kuruluşlar tarafından "ilk aşama için gerekli" görülen paranın 56 milyar dolar olduğu açıklanmıştı.
"Avrupa Ordusu tehlikesi"
Japonya, 1.5 milyar dolar bağış ve 3.5 milyar dolar krediyle ABD harici ortaklar arasında başı çekiyordu. İngiltere, "Ben zaten kendimi koymuştum biliyorsunuz" dedi ve havuza 800 küsur milyon dolar atmakla yetindi. Suudi Arabistan 1 milyar dolar koyup, "Irak'ın bana olan 24 milyar dolar borcuna da bakarız. Belki bir kısmı için bir kolaylık yaparım" dedi. Kuveyt yarım milyar dolar, İspanya yaklaşık 300 milyon dolar, İran 300 milyon dolar ile elektrik ve gaz sağlama taahhüdü, İtalya 200 milyon dolar verdi. Türkiye 50 milyon dolar verdi. Avrupa Birliği 200 milyon dolar, Almanya ise yarısı AB'nin kattığına mahsuben 100 milyon dolar koydu. Fransa ve Rusya tek kuruş vermedi. Çin 20 küsur milyon dolar verdi.
Madrid ortaklık zirvesinde çeklere yazılan rakamlar elbette anlamlıydı. En azından bütün diplomatik söylemlerden daha anlamlıydı. Göstermelik 100 milyon dolar bir yana, Almanya, Fransa ve Rusya, bu kritik aşamada da ABD ile "ortak" olmamış, dışarıda kalmıştı.
Nerdeyse iki yıldır herkesin gözü önünde cereyan eden "katır diplomasisi" ya da olağanüstü gerilimli dünya halinin nedenleri belli. Ortadoğu ve Orta Asya - Kafkasya enerji kaynakları ile gelişen pazarların paylaşımında ABD ile Avrupa bir orta yol bulamıyor. Bugünlerde daha da kritik bir sürece girildiği de söylenebilir. Gündemde bir AB Anayasası var. Bu belgenin oluşturulması için koyulan zaman sınırı 2003 sonu. Anayasa taslağının maddelerinden birini oluşturan "Avrupa'nın askeri birliği" meselesi, geçenlerde ciddi bir depreme neden oldu ama evlerde pek fazla hissedilmedi. Deprem, ABD'nin NATO büyükelçisi Nick Burns'ün "AB Ordusu" çalışmalarını "ABD ile Avrupa arasındaki ilişkiler açısından en büyük tehlike" ve "NATO'nun varlığına tehdit" olarak nitelendirmesiyle yaşandı. Sonra toplantılar yapıldı, yumuşak ifadelere dönüldü, "sorun çözümlendi" havası yaratıldı; ama sorunun, İngiltere'nin bir AB Ordusu'na giderek sıcak bakması ile daha da derinleştiği ortadaydı.
Aynı günlerde NATO'da bir "acil müdahale gücü" oluşturulduğu açıklanmıştı. 2006 yılına kadar 21,000 askere ulaşacak bu gücün ilk tatbikatının 2003'ün kasım ayında Türkiye'de yapılacağı bildiriliyordu. Genel komutası İngiliz general Jack Deverell'a verilen gücün kara kuvvetleri ise Türkiye'nin komutasına veriliyordu.
"Komutanlar dedi ki.."
Ne zamandır dünyada çok fazla kritik gelişme çok kısa sürede yaşanıyor. Rusya Federasyonu'nun Orta Asya açısından son derece stratejik bir askeri üssü Kırgızistan'da açtığı günlerde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da "resmi bir ziyaret" için Kırgızistan'a uçuyordu. Uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, Kıbrıs meselesiyle ilgili olarak, "Sayın Denktaş Annan planını ciddiye almalıdır. Sürekli Annan planını reddetmekle olmaz" diyordu.
O sıralarda KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş da Türkiye'den, Harp Akademileri'ndeki konferansından dönmekteydi "Annan Planı Rum ve Yunan ikilisi açısından ne anlama gelmektedir" konulu konferans sırasında Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'le "yarım saat başbaşa görüşme imkânı bulduğunu" da söyleyen Denktaş, "emekli genelkurmay başkanları ve Kıbıs'ta görev yapmış komutanlar da oradaydı" diyerek mutluluğunu vurguluyor, komutanların "Biz Kıbrıs Türklerini biliyoruz. Onlar yanlış yapmaz" dediklerini söylüyordu.
Bölgede "piyasaların serbestleşmesi" ve "petrolün özgürleşmesi" açısından domino etkisi yaratacağı düşünülen Irak işgalinin sivil ve askerlerini çelişkiler içinde bıraktığı Türkiye, Kıbrıs konusunda da benzer çelişkiler yaşıyordu. Özgürleşecek petrolün ve piyasaların pay edilmesi sürecinde yaşanan çelişkilerin çok daha büyük, tam anlamıyla "küresel" olması ise Türkiye'ye özgü "yerel" çelişkileri gölgede bırakıyordu.
Bu arada, bir yandan "ABD'nin en candan müttefikliği"ni kimseciklere kaptırmayan, bir yandan da "AB ile bütünleşme aşığı" olduğunu durmadan ilan eden yöneticiler, Kıbrıs konusunda ticareti savaşa tercih edenlerin tepesinde "vatan hainliği"ni Demokles'in kılıcı gibi sallandırmaya devam ediyordu.
Kaderin işine bak. Şimdi KKTC seçimleri ve AB Anayasası, aynı zaman çerçevesine sıkışmış durumda. Olası bir yeni KKTC hükümetinin ("izolasyonist" olmayan") ilk icraatları ile AB Anayasası altında AB Ordusu kararının aynı günlerde, zaten giderek ısınan havayı daha da ısıttığını görmemiz şaşırtıcı olmayacak. Belki kaderde, "küresel" çelişkileri bizim "yerel" çelişkilerin daha da derinleştirmesine tanık olmak da var.
New York Times saniyede ağız değiştirdi
24 Ekim Cuma gecesi New York Times'ın manşeti şöyleydi: "ABD Irak için 13 milyar dolar kazandı. Dışişleri Bakanı, toplanan paranın Bush'un öngördüğünden daha yüksek olduğunu belirtti. "
Bu manşet ve hemen altındaki "Irak'ta bugün üç Amerikan askeri öldürüldü" haberi, aşırı zorlanmadan dolayı tıknefes olan bilgisayarın kapatılıp açılması aralığında değişiyor, manşet "Irak'ın imarı için 13 milyar dolar bağışlandı" olarak değişiyordu. Öldürülen Amerikan askerlerinin haberi ise bu arada yok olmuş, onun yerini, "Irak'ta Ramazan'da gece sokağa çıkma yasağı kalkıyor" almıştı.
(Şaşkınlık içinde ekrana bakarken aklıma bir gün önce akşam haberlerinde sunucunun -güzel bir kadın- gözleri mutluluktan parlayarak verdiği haber geldi: "Bu yıl güzellik yarışmasına Afganistan da katılıyor!")
"Teröre karşı savaş" retoriğinin "petrol ve pazarlar için savaş" gerçeğinin altında haşat olduğu bir dünyada "teröre karşı savaş" için kurulan NATO acil müdahale gücü, politik rakiplerine "komutanlar benden yana" mesajı çeken ve elinden gelse seçimde sadece "komutanlar"a oy hakkı tanıyacak Denktaş, 10'unu kendi devleti verdiği halde "13 milyar dolar kazandık" diye sevinç naraları atıp 30 saniye sonra "Irak'ın imarı için.." diye ağız değiştiriveren New York Times editörü arasında nasıl bir ilişki, nasıl bir benzerlik var? Bir tür "ikiyüzlülük"ten başka ne?
Bu yazının ister istemez devrildiği cumartesi öğle saatlerinde televizyon kanallarında "laiklik yürüyüşü"nün görüntüleri ekrana geliyordu. Her türlü otoriteye karşı özgür düşünme adına dimdik durmayı daima başarmış, bilimi daima sponsor şirketlerin yeşil dolarlarının üzerinde tutmuş öğretim üyeleri, "evrensel bilim kostümleri"nin içinde, vakur, kameranın önünden geçiyorlardı. *
Bu aralarda dünya ve belki dünyada en fazla da Türkiye, diplomasi ile ikiyüzlülük arasındaki ince ayrımı öğreniyor. Madrid'de ortak olanların nereye kadar, hangi koşullara rağmen ortaklığı sürdüreceklerini ise sadece zaman gösterecek. (ŞA/EK)
* Geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, yanlış anlaşılmaları önleme amacıyla zorunlu bir açıklama: Bu cümle "ironik"tir.