Büyük bir masa etrafında oturmuş bir aile, bir akşam yemeği. Anne, baba, büyük oğul Daniel, kız Ruth, küçük oğul Billy. Anlıyoruz ki çocuklar önce evden ayrılmış, sonra geri dönmüşler.
"Entelektüel" bir aile
Daniel akademisyen olmak istiyor, dil üzerine tez yazıyor. Ruth opera şarkıcısı olmak istiyor. Anne ve baba kitap yazıyorlar. İlk yarım saatte ne kadar entelektüel bir aile diye düşünüyoruz. Herkes yaratıcılığını ortaya koyuyor, herkes “kendi sesini” bulmaya çalışıyor. Ancak bu sadece ilk izlenimdir. Bu süre boyunca konuşmayan tek kişi Billy’dir, daha sonra anlarız ki Billy doğuştan sağırdır. Çok iyi dudak okur, zaman zaman tam anlaşılmasa da konuşabilir. Aile Billy’i duyan biri gibi büyütmüştür. Kendini azınlık sağır grubu içinde hissetmesin, kendini sağırlığı üzerinden tanımlamasın diye.
Billy, bu oldukça gürültülü, kavgacı ve kendini ifade etme sorunu yaşamayan(!) ama aslında iletişim de kuramayan ailenin en sevileni ve en sessizidir. Baba sürekli diğer çocuklarına ne zaman evden gideceklerinin kaba bir biçimde sorarken Billy bu durumdan muaftır. Anne üzerine titrer, ağabey ve ablası birbirlerine göstermedikleri toleransı ona gösterirler.
Sylvia’nın gelişi
Bir gün Billy bir kızla tanıştığını söyler: Sylvia. Sylvia’nın anne ve babası sağırdır. Ağabeyi de sonradan sağır olmuştur. Sylvia şu an duyuyorsa da işitme yetisi gittikçe azalmaktadır. Zamanla tamamen sağırlaşacaktır. Billy ondan çok hoşlanmaktadır, Sylvia’dan Billy’e işaret dilini öğrenmeye başlamıştır. Bu baba ve ağabey için kabul edilebilecek bir durum değildir. Baba zaten sekter bir şekilde “sağırlar cemaatine” de karşıdır.
Sylvia’nın akşam yemeğine misafirliğe geldiği ilk akşam onun bir sağırlar derneğinde çalıştığını da öğrendiklerinde gerilim iyice artar.
Sylvia’nın hayatına girmesi ile Billy’nin hem hayatı, hem de ailesine bakışı değişir. Sadece aşk yüzünden değildir bu, “duyulmak”, dinleniyor olmak kendisi gibilerle olmak ona hayatındaki eksiklikleri fark ettirir.
Duymak için sağır olmamak yetmez
“Kabileler” entelektüel gibi görünen ama aslında öyle olmak isteyen hatta buna öykünen, gürültücü, kavgacı bir ailenin dışardan gelen biri ile sarsılan hayatlarını anlatıyor.
Bir taraftan “dar sağırlar cemaatine” sıkışmasın, kendini farklı hissetmesin diye “duyar” gibi büyütülen Billy’nin Sylvia ile tanıştıktan sonra ailesine karşı “ben sağırım, bunu kabul edin”, “beni hep dışarda tuttunuz, dinlemediniz, anlatmadınız, benimle konuşmadınız, benim için işaret dili öğrenmediniz” isyanı ve sonrasında işaret dili öğrenmeden sizinle konuşmayacağım tavrı.
Diğer yandan sağır bir aile ile büyüyen, işaret dilini çok iyi kullanan, sağır arkadaşları olan Sylvia’nın sağırlığı arttıkça bu “sağırlar dünyasına” dâhil olmaktan doğan rahatsızlıkları, dışına çıkma isteği, o dünyanın “hiyerarşisinden” kurtulma çabası.
Hangisi doğru? Hangisi haklı? Sırf sağırlığı engel olarak görmeden büyüsün diye sağırlardan uzak tutularak büyütülmek mi? Yoksa “sağırlar cemiyeti” parçası olmak, sadece seni anlayanlarla birlikte olmak, dışarıya kapalı olmak mı? Doğru hangisi olursa olsun, gerçek şu ki herkes başka bir hayatı arar.
Duymak ile dinlemek arasındaki fark “Kabileler”de neredeyse duymak ve “duymak” farkına dönüyor. Duymayanların daha fazla dinlediği karakterleriyle çok da uzak olmayan aile yapısına kuşbakışı bakmamızı sağlıyor.
Her aile bir kabile, bir cemaattir
Her aile bir kabiledir ve oyundaki baba Christopher ne kadar nefret de etse aslında her aile küçük birer cemaattir. Kendi içi hiyerarşileri, hukukları, kuralları vardır. Her cemaatte olduğu gibi dışarda kalana karşı şüpheci, hatta suçlayıcılardır. “Kabileler”de de tam böyle bir aileyi izleriz. Kendi içi düzenleri, kavgaları içinde yuvarlanıp giderlerken, dışardan gelenin kuralları değiştirmesi kendi iç dengelerini, iç huzurlarını bozar. Ahlaki değer yargılarına kadar uzanan bu çatlamayı durdurmak ya da engellemek çok da kolay değildir.
“Kabileler” son sezonunu oynadı, ben de son oyununu izleyebildim. Son oyunla olsa da yakalayabildiğim için memnunum. Zira oyun ekibini önümüzdeki sezonlarda takip etmek için bu önemliydi. Özellikle Billy’de Barış Gönenen’i bu kadar zor bir rolde bu kadar iyi bir performansla izlemek seyirciler için olduğu gibi benim için büyük keyifti. Aynı şekilde Tuğçe Altın da önce biraz duyar, sonra gittikçe sağırlaşan Sylvia’da çok etkileyiciydi. İkisinin işaret dilini öğrenip seri olarak işaret dili ile konuşabilmesi muhteşem. Oyunun özellikle ikisinin birlikte oynadıkları sahnelerinde ritim inanılmaz yükseliyordu. Bu yıl takip etme listeme eklenenlerden oldular.
Künye Yazan: Nina Raine Çeviren: Haydar Köyel Yöneten: Sami Berat Marçalı Proje Asistanları: Hünkar Nihal Konar, Ferhat Aktaş, İpek İlbeyli Dekor ve Işık Tasarım: Eyüp Emre Uçaray Kostüm Tasarım: Dilek Tora Fotoğraf ve Afiş: Mehmet Nevzat Erdoğan Oynayanlar: Tuğçe Altuğ, Ayşe Lebriz Berkem, Barış Gönenen, İbrahim Halaçoğlu, Haydar Köyel, Gözde Kocaoğlu ÖdüllerAfife Tiyatro Ödülleri 2016 Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu- Tuğçe Altuğ Direklerarası Tiyatro Ödülleri 2016 Küçük Salon Erkek Oyuncusu- Barış Gönenen Ekin Yazın Dostları Tiyatro Ödülleri 2016 Küçük Salon Erkek Oyuncu- Barış Gönenen Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri 2016 Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu- Tuğçe Altuğ AdaylıklarAfife Tiyatro Ödülleri 2016 "Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu Adayı- İbrahim Halaçoğlu Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri 2016 "Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu" - Barış Gönenen |
(BY/EA)