Hrant Dink'in öldürülüşünün ardından katillerinin yargılanması sürecinde mahkemenin takındığı rahatsız edici tutum ve sonunda çıkan kendilerini bile tatmin etmeyen karar, cinayetin yıldönümünde büyük kalabalıkları yeniden sokağa döktü. Dink'in cenazesinde olduğu gibi beş yıl sonra bile adalet talebiyle atılan sloganlar özellikle de "Hepimiz Hrant'ız, hepimiz Ermeniyiz" sloganı tartışma konusu olmayı sürdürüyor.
Birileri bu cinayetin vahametiyle ortaya çıkan dayanışma çabasını yansıtan bu sloganı bile sorgulayacak kadar kör bir aşkla bağlı "Türklüğüne".
Bu yetmezmiş gibi son dönemde Hrant Dink cinayeti ve diğer nefret suçlarını gündeme getiren ve çoğunlukla sivil toplum kuruluşlarının önayak olduğu medya izleme raporları tartışılmaya başlandı.
Dink'in kendi deyimiyle "hedef seçildiği" 6 Şubat 2004 tarihinde Agos'ta yayımlanan Sabiha Gökçen'in Ermeni asıllı olduğuna ilişkin haberden öldürülmesine kadar geçen süreçte medyanın takındığı tutuma yönelik eleştiriler hatta daha da somut olarak medyanın Dink'e yönelik nefret söylemi "eleştiri", "fikir açıklama", "polemik" (Ertuğrul Özkök, Hürriyet 31.01.2012) ya da medyadaki ideolojik ayrımın bir sonucu (Ayşenur Arslan, CNN Türk Medya Mahallesi, 31.01.2012) gibi gösterilmeye başlandı.
Öncelikle şunu açıklığa kavuşturalım Hrant Dink yalnızca iyi bir gazeteci ya da devletin resmi görüşüne aykırı birtakım düşüncelerini açıklayan yazar olduğu için değil devletin resmi görüşüne aykırı olan birtakım düşüncelerini açıklayan Ermeni bir gazeteci olduğu için öldürüldü.
Tıpkı Trabzon'daki Rahip Santoro'nun ve Zirve Yayınevi sahiplerinin Hıristiyan olduğu için, Emrah Gezer'in Kürtçe şakı söylediği için, Maraş'ta yaşayan insanların Alevi oldukları için, Ahmet Yıldız'ın eşcinsel olduğu için öldürülmesi gibi...
Bu durum Dink'i basın tarihimizde vahim sebeplerle öldürülmüş nice değerli gazeteci arasında daha az ya da daha önemli bir yere koymuyor elbette.
Ancak etnik kökeni nedeniyle öldürüldüğünün unutulmaması önemli. Çünkü medyanın kendisinin keşfettiği Ersin Kalkan'ın gayet nötr bir dille Hürriyet gazetesine taşıdığı Sabiha Gökçen'in Ermeni asıllı olduğuna ilişkin haberden cinayet gününe ve sonrasına dek neredeyse her söylemde Dink'in Ermeni oluşuna vurgu var.
Bu vurgunun sebebi Dink'in soykırım tartışmalarındaki tutumundan ya da Türkiye, Ermenistan veya diaspora Ermenilerini konu edinen yazılar yazmasından kaynaklanmıyor.
Vurgunun sebebi Dink'e görüşlerini açıklarken bir Ermeni olduğunun, Türk olmadığının, yabancı, hatta öteki olduğunun sürekli hatırlatılmak istenmesi. Analizlerde görüleceği üzere en bariz, en korkunç nefret söylemi örnekleri, Dink'in kendisine, gazetesine, tüm Ermenilere hakareti geçip küfre varacak söylemler en milliyetçi, en muhafazakar gazetelerde kendine yer buluyor, hadi adını da verelim Önce Vatan, Yeni Çağ, Ortadoğu, (V)Akit gazeteleri bu konuda ciddi bir bayrak yarışında.
Bu gazeteler yalnızca Ermeniler'e yönelik değil, Yahudilere, Hıristiyanlara, Rumlara, eşcinsellere yönelik nefret söylemlerinde de açık ara öndeler ve sürdürdükleri tutumla ilgili gazetecilik açısından neler yapılması gerektiği ayrı bir tartışma konusu.
Ancak Dink konusunda anaakım diye nitelendirilebilecek gazetelerin karnesi de "polemik", "eleştiri" olarak geçiştirilebilecek kadar parlak değil.
Gündem belirleme gücüne sahip anaakım Dink'i yalnızca ötekileştirdiği için değil, yalnız bıraktığı, mahkeme heyeti de dahil herkesin bildiği "örgüt" planlarını tıkır tıkır işletirken bu çarka su taşıdığı için de sorumlu.
Sabiha Gökçen'in kökeni konusundaki habere Genel Kurmay Başkanlığı tarafından verilen tepkiye sesini çıkarmayan, 13 Şubat 2004 tarihli "Ermeni kimliği üzerine" başlıklı yazısında Ermeni diasporasının ruh halini tasvir etmek üzere kullandığı ve daha sonra 301. Maddeden yargılanmasına neden olacak ifadesinde kastettiğini anlatabilmek için gösterdiği çabayı görmezden gelen buna karşın Agos'un önünde Dink'i tehdit edenleri "protestocular" olarak adlandırılan anaakım ile Hrant Dink ve Ermenilere hakaretlerle dolu bir haberi yayınlayan gazeteyi Dink'in başvurusu üzerine ancak "oyçokluğu" ile uyaran, o dönem Hürriyet gazetesi başyazarı Oktay Ekşi'nin başında bulunduğu Basın Konseyi, bu cinayetten ders çıkartmak zorunda.
Amiral gemisinden en marjinaline kadar medyanın büyük kısmı özeleştiri yerine hala kendisini tepede konumlandırarak hedef göstermekle eleştirmek arasındaki sınırları bulandırmakla meşgul.
Bu tartışmalar vesilesiyle etnik, ulusal ve dini kimlik, cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğini hedef alan nefret suçlarının önlenmesi için Nefret Suçları Yasa Platformu'nun hazırlamaya çalıştığı Nefret Suçları Yasası'na destek verilmesinin çok önemli olduğunu hatırlatmakta yarar var.
Medya da gerek bu yasaya destek vererek gerekse sivil toplum kuruluşlarının medya gözlem raporlarındaki nefret suçlarını tetikleyen nefret söylemi tespitlerini dikkate alarak dönüşümü başlatabilir.
* Dr. Ceren Sözeri, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi, Uluslararası Hrant Dink Vakfı tarafından yürütülen "Ulusal Medyada Nefret Söylemi Raporu"nun analizlerini yürüttü. Dink cinayetinde medyanın sorumluluğunu tartışan Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu ile birlikte "Nefret Suçlarında Medyanın Sorumluluğu : "Ya sev ya terk et ya da..." başlıklı makaleyi kaleme aldı.
Notlar:
* "Hrant Dink'in basında hedef haline gelen siyasi bir figüre dönüştürülmesi" süreci Gazeteci Kemal Göktaş'ın "Hrant Dink Cinayeti - Medya, Yargı, Devlet" kitabında detaylı olarak okunabilir.
* Yasemin İnceoğlu tarafından derlenen "Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları" adlı kitap (Ayrıntı Yayınları, 2012) toplumda nefret söylemine maruz kalmış pek çok topluluğun yaşadıklarını ve bu alanda yapılan çalışmaları içeriyor.
* Medyadaki nefret söylemlerine ilişkin analizler için:
Eser Köker ve Ülkü Doğanay, "Irkçı değilim ama: Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler" İnsan Hakları Ortak Platformu
Uluslararası Hrant Dink Vakfı, "Ulusal Basında Nefret Söylemi Araştırması"
Sosyal Değişim Derneği, "Ulusal Basında Nefret Suçları: 10 Yıl, 10 Örnek"