Fotoğraf: Evrim Kepenek/bianet
“Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” der Ludwig Wittgenstein. Düşüncenin oluşmasının kaynağı dildir. Buna bağlı olarak kültürü dilden bağımsız düşünmek olanaklı değildir. Aynı bağlamda her toplumun dilinin, o toplumun tarihinin bir özeti olduğu söylenebilir. Bu nedenle bir toplumun düşünsel sınırları aynı zamanda dilinin gelişimiyle bağlantılıdır.
Kültür, egemen kesimin görüşüne hizmet ederek sınıf farklılıklarını, cinsiyet eşitsizliklerini normalleştirir. Toplumsal cinsiyet noktasında dile baktığımızda tarih, bize dil üretiminin egemen cinsin değerlerine göre biçimlendiğini gösterir.
Dil, en etkili meşrulaştırma araçlarından biridir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini kurup sürekli yeniden üretir ve bu eşitsizliği görünür kılıp normalleştirerek meşrulaştırır.
İlk ataerkil evlilikler: Sığır evliliği
Kültürü oluşturması bağlamında tarihsel olarak dile baktığımızda, arasında bağ kuramadığımız olgular bile birbiriyle ilişkili. Örneğin evlilik ve para arasındaki bağ...
Uzmanlar, ilk ataerkil evlilik diyebileceğimiz evlilik şeklinin “sığır evliliği” olduğunu söylüyor ki bu evlilik biçimi, sığır alma karşılığında kadının bir erkeğe satılmasını içeriyor.
Buradan yola çıktığımızda bazı dillerde para sözcüğüyle sığır sözcüğü arasında tarihsel-dilsel bir bağ var. Latince para anlamına gelen “pecunia” büyük baş hayvan anlamındaki “pecus” sözcüğünden türetilmiş.
Sanksritçe’deki para anlamına gelen “rupee” kelimesi de yine büyük baş hayvan anlamına gelen “ru pa” sözcüğünden türetilmiş.
Ataerkil dil, anaerkil dönemde olumlu anlamlar içeren kavramları da olumsuzlaştırır. Örneğin ataerkinden önce bir çok toplumda kurt motifi Ana Tanrıça ile ilişkilendirilir.
Roma’nın kurucuları Romus ve Romulus’u dişi bir kurt emzirmiştir. Bütün Tanrı kralları bir dişi kurt doğurur ya da emzirir. Dolayısıyla Tanrıçayla bağ kurmak istenir.
Latince’deki dişi kurt anlamına gelen “lupa” sözcüğü Hıristiyanlık’tan sonra “fahişe” anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Yine aynı şekilde, dişi köpek anlamına gelen “bicce” sözcüğü Hıristiyanlık yaygınlaştıktan sonra anlam değişimi geçirerek “fahişe” yerine kullanılmaya başlanmıştır.
Bugün Yunanca da fahişe anlamında kullanılan “putana” veya Fransızca’da kullanılan “putain” sözcüklerinin köklerinin Ana Tanrıça ile bağlantılı “Pythia” da denilen bilici, kahin kadın niteliğindeki “Sibylle”dan geldiği söyleniyor.
Dolayısıyla bu olumsuz dönüşüm, ataerkil kilisenin Ana Tanrıça inancına ve onu değerlerine karşı savaşından başka bir şey değil. Dilimizdeki dişi köpek anlamına gelen “kancık” da kadınla ilişkilendirilerek “güvenilmez, dönek” anlamında kullanılıyor.
Erkeklik, kadınlık
Ataerkil dil, olumlu değer ifade ettiği düşünülen her şeye doğrudan ya da dolaylı olarak erkeğin cinsiyetini vermek istemiştir. Erkeklik/erillik sürekli yüceltilip olumlanırken kadınlık/dişillik olumsuzlanıp dışlanmış, ötekileştirilmiştir.
Hem erkekte hem de kadında kullanılması durumunda bile aynı sözcüğün içerdiği anlam farklılık gösterebilir. Aynı eylemi gerçekleştirdikleri halde kadının olumsuzlanıp erkeğin bu olumsuzlamanın dışında bırakılması birçok kez karşımıza çıkar.
Türkçe’de “fahişe” ya da “orospu” sözcükleri kadının olumsuzlandığı ama aynı eylemi erkek gerçekleştirdiğinde bu olumsuzlamanın kıyısına bile yaklaşılmadığı bir durumu ifade eder.
Orospu: “1. Erkeklerden para almak karşılığında onların cinsel zevklerine hizmet eden, bu işi meslek edinen kadın. 2. Para karşılığı olsun olmasın birçok erkekle düşüp kalkan, kolay elde edilen, kötüahlaklı kadın. 3. Kalleş kimse” olarak tanımlanır.
Birinci tanımdaki, erkeklerin cinsel zevklerine “hizmet eden” ifadesi, kadının aşağı olarak kurgulandığını gösterir.
İkinci tanımda kadın, kendi bedeni üzerinde bir erkeğin tahakkümüne izin vermeyip kendi isteğiyle hareket edip kendi hoşlandığı erkeklerle birliktelik gerçekleştirdiği için -seks işçiliği yapmadığı halde- “orospu” olarak anılır.
Oysa bir erkeğin dilediği kadar kadınla birlikte olmasında bir sakınca yoktur. Hatta ataerkil dil kurgusu öyledir ki bunu “erkekliğin şanından” olarak bize sunar.
Orospuluğun “kalleşlik” olarak belirtilen üçüncü tanımı ise kadının dalavereci, kötü, güvenilmezliği kurgusuna göndermede bulunur.
Orospu ile aynı anlama sahip Arapça kökenli “fahişe” sözcüğü ile “ölçüyü aşan, çok aşırı, çok fazla” anlamlarına gelen “fahiş” sözcüğü arasında da bir bağ vardır. Bir çok erkekle birlikte olan fahişe, üstelik bunu bir meslek haline getirerek, kadınlık dışına çıkmış ve ölçüyü kaçırmıştır.
Aynı edim, farklı anlamlar
Bir erkek, seks işçisi ise genellikle fahişe olarak adlandırılmaz. Dilimizde erkeğin bu durumunu karşılayan bir sözcük yok. İstisnai olarak karşımıza çıkan “erkek fahişe” ifadesi hemen hiç kullanılmaz. “jigolo” sözcüğü ise yaşlı kadınlara para karşılığı sevgililik yapan erkek olarak tanımlanır.
Aslında kadın da erkek de “seks işçiliği” yapmasına karşın kadın seks işçisi, “fahişe” kavramıyla aşağılanmaya çalışılır; erkek seks işçisinin ise “jigolo” gibi bir kavramla yaptığı iş “sevgili” lik olarak nitelenerek para karşılığı cinsel ilişkide bulunmasının üstü örtülmek istenir. Erkeğe olumsuz hiçbir tavır, durum yakıştırılmak istenmez.
Erkek, biriyle cinsel ilişkide bulunduğunda erkekliği artmış, yücelmiş olur; “uçkuruna sahip çıkamamış”tır, “gönlünü eğlendiriyor”dur ama kadın, bir erkekle evlilik dışı bir cinsel ilişkide bulunduğunda değersizleşir; “ortalığa düşmüş”, “ortamalı” olmuş olur. “Adı çıkar” kadının.
Aslında “genelev” sözcüğü de kamusalı ifade etmesi bakımından ilginçtir. “ev” sözcüğü bir “ailenin” yaşayacağı alanı ifade ederek aile kavramına vurgusundan dolayı özel alana ve kadının “mülkiyet” olarak kurgulanmasına hizmet eder.
Erkek kendisi için “namus” olarak gördüğü karısını özel alanda “özel ev”de konumlandırır. Bu “genelev” tanımlaması ise herkesin kullanımına açık olmayı ifade eder.
Yani buradaki kadınlar genelin, tüm erkeklerin malıdır. Ortalık malı da aynı anlamı içerir. Kadın herkesin kullanımına açık bir mal statüsünde kurgulanır.
Bu nedenle erkekler hem kendilerinin hem de oğullarının bu herkesin ortak malı olarak kurguladığı kadından yararlanmasında bir beis görmezler.
Başını bağlamak
Ataerkil dilin kurgusuna göre kadının “başı bağlanarak” kamusaldan uzak tutulması, özel alana hapsedilmesi, “koca”sına tabi olması gerekir. Kocasına tabi olması bağlamında “kadının evli olduğu erkek” anlamına gelen “koca” sözcüğüyle eş sesli “büyük, geniş” ve “ulu, yüce” anlamındaki koca sözcükleri arasında da bir bağ kurulabilir.
Ataerkil dil kurgusunda “Koca” sözcüğü erkeği büyütür, kadını kapsayıcı bir anlam kazanmasına neden olur.
Erkek, koca, kocaman olduğu için zayıf, itaatkar, boyun eğen olarak kurgulanan kadını kapsayıp kendine mal eder. Bu nedenle olmalıdır ki evli olduğu erkekten ayrılan kadın “başı bozulmuş” “başıboş” kalmış kabul edilir. “Boş olmak” ifadesi bile erkeğin koca olarak kadını kapsayıcı vurgusuyla bağlantılandırılabilir.
“Boş ol”, “boş düş” gibi ifadeler kocanın kapsayıcılığından yoksun bırakarak kadını donanımsız bırakmaya göndermede bulunur. Yani ataerkil dil kurgusuna göre kadın evliyken donanımlıdır, doludur ama erkeğin onu terk etmesiyle boş düşer, boşalır, eksilir.
Kaos kaynağı kadın
Kadın ataerkil dilde kaos yaratıcı, işe yaramaz, hayırsız, ahlaksız olarak kurgulanır. Kadınların kaos yaratıcılığına göndermede bulunan “kadınlar hamamına dönmek”, yine kaos yaratıcılıkla bağlantılı “kocakarıfırtınası”, sözünü esirgemeyen, itiraz eden kadınlara itaatkar olmadığı için bir eleştiri niteliğindeki “mahalle karısı” , “cadı”, “cazı”, kadının hayırsızlığına göndermede bulunan “oğlan mısın kız mısın” hep kadını dışlayan, olumsuzlayıp ötekileştiren ifadelerdir.
Nitekim gelen haberin iyi mi kötü mü olduğuyla ilgili “oğlan mısın kız mısın” deyimindeki oğlan iyi habere, kız kötü habere işaret eder. Aynı şekilde bir sohbet ortamında ani bir sessizliğin gerçekleşmesiyle dile getirilen “kız doğdu” ifadesi de kadının hayırsızlığını vurgular.
“Kadın kadıncık”, “hanım hanımcık” “melek gibi”, “yumuşak başlı” kadın olmak övgüye değer bulunarak kadınların itaatkar, boyun eğen varlıklar olmaları özendirilir.
Kadınlar, düşünen, sorgulayan, itiraz eden varlıklar olmamalıdır kurgusu sürekli vurgulanır. Bu nedenle olmalıdır ki Seneca: “Bir kadın düşünüyorsa kesinlikle kötülük düşünüyordur”der.
Kadın sadece “ana” olarak yüceltilir. Buna karşın yine de “baba belinden inmek” gibi deyimler sıklıkla kullanılarak çocuğun dünyaya gelmesinde en büyük pay babaya verilir.
Türkçede anayla ilgili sözcük, deyim ya da atasözleri hemen hep olumludur ama analığın ve babalığın tanımını karşılaştırdığımızda da ortaya bir üstünlük, ikincillik durumu çıkar.
Sözlükte ananın: “1. Çocuğu olan kadın, anne; 2. Yavrusu olan dişihayvan; 3. Bir şeyin temeli olan; 4. Kaynak, çıkış yeri kök vb.”gibi tanımlamaları yapılmıştır.
Buna karşın baba sözcüğü: “1. Çocuğu olmuş erkek; 2. Bir çocuğa göre kendisinin doğal oluşumunda etken olan erkek; 3. Bir şeyin temelini atan, yaratıcı, kurucu vb.”i fadelerle tanımlanmıştır.
Burada erkek, “çocuğun oluşumunda etken” olarak birincil, üstün tanımlanmasına karşın kadının tanımında çocuğun oluşumundaki biyolojik rolüne ilişkin hiçbir ifade yer almayarak ikincilleştirilmiştir. Aslında bu “tohum-toprak” metaforuna da üstü örtülü bir göndermedir. Baba, tohum gibi dölleyici, anne ise toprak gibi barındırıcı kurgulanmıştır.
Üstün erkek
Dil kadına bunca olumsuz değer yüklerken erkeğe yüklediği değerler, onun akıllılığına, iyiliğine, yüceliğine işaret eder. Erkek ve erkeklik değerlerini ulular. Erkekle aynı bağımsızlığa sahip kadına bile “erkekgibikadın” der.
Örneğin Anadolu’da sözü geçen, saygı duyulan kadınlara “hükümet gibikadın”,“Osmanlıkadın”,“kostaklıkadın” denerek erkek gücü ve iktidarına göndermede bulunulur.
Kadın “saçı uzun aklı kısa” olarak kurgulandığı için düşünme yetisinden yoksundur, erk sahibi olamaz. Buna karşılık “adamakıllı” deyimi erkeğin zekasına göndermede bulunarak onun erk sahibi omasını da onar.
Kadının kaos yaratıcılığına, ahlaksızlığına karşılık erkek dürüst, güvenilir kurgulanır. Sözünün arkasında duran, verdiği sözü yerine getiren kişi için “sözünün eri” deyimi kullanılır ki bu da alt metinde yine sadece erkeklerin sözlerinde durduğuna, dürüstlüğüne vurgu yapan bir deyimdir.
“Adam gibi adam”, “delikanlı” gibi deyimler erkeğin dürüstlüğüne, değerliliğine işaret eder. “Adam evladı”, “adam içine çıkmak”, “adam olmak”, “adam yerine koymak” gibi deyimler alt metinde erkeğin değerliliğine işaret eder.
Eşitlikçi dil mümkün
Dil bu örneklerle o kadar dolu ki yazımızın sınırlılığı çerçevesinde bunlara yer vermek olanaklı değil. Öte yandan ataerkil dili öyle bir içselleştirmiş durumdayız ki günlük yaşamda kullandığımız sözcüklerin, deyimlerin asıl içeriklerinin, gizlediği anlamların farkına bile varmıyoruz.
Çünkü ataerkil iktidarlar her zaman dili diledikleri gibi kurgulama tekeline de sahiptir ve ataerkinin devamı için bilinçli olarak eril bir dil tercih edilir.
Oysa toplumsal cinsiyet eşitsizliğini görünür kılarak daha da besleyen, sağlamlaştıran eril dili daha dişil, eşitlikçi bir dile dönüştürmek mümkün.
Dildeki cinsiyetçi kalıplar temizlenip medyada, tüm kurumlarda daha eşitlikçi bir dil kullanıldıkça bu günlük yaşamımıza da girecek ve kadın üzerinden yürütülen siyaset ve tüm olumsuzlamalar da ortadan kalkacaktır.
Dilde eşitlikçi bir dönüşüm sağlandıkça toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, acıların, savaşların olmadığı; kendiyle ve evrenle barışık ve özgür bir toplum da var olacaktır. /AK/APK)