Laf arasında eski Ankara sinemalarıyla ilgili bir çalışmaya başladığımı, belge konusunda zorlandığımı söyleyince “Aaaa, ben gittiğim bütün filmlerin biletlerini biriktiririm. Üzerine tarih atar, kiminle gittiğimi, film ve oyuncuların adını yazar, kutuya koyarım.“ diyen Dilbahar ardından ekledi:
“Tiyatro, opera, bale biletlerim, programlar, Ankara Sanat Rehberi, hatta izlediğim katıldığım tüm bu etkinliklerle ilgili gazete kupürleri bile var bende.”
“Aaaa ne güzel! Onları görebilir miyim? İnanıyorum ki; işime yarayacak şeyler vardır” dediğimde yanıt yerine yüzü gölgelenince Mehlika konuyu değiştiriverdi.
Dilbahar’dan ayrılıp, kalktığımızda Mehlika’yla birlikte Ankara akşamlarına has limonata kokusunu içimize çeke çeke yürümeye başladık.
“Dilbahar’a aldırma. Sen onu yeni tanıdığın için bilmezsin. O biriktirme takıntısı olan biri. Bu özelliğini hiç ifade etmez. Heyecanlanıp ağzından kaçırdı sonra da korktu; elinden gidecek –sanki- onlar diye. Keşke sadece bilet biriktirse… Artık evinde kendine bile yatacak yer yok neredeyse. Evine bir-iki kişi dışında kimse gidemez. O pis kokan çöp evde gazete yığıntısı üzerinde oturmamak için artık ben de gitmiyorum. Kağıt olan her şeyi biriktiriyor. İlkokul defterleri, kitapları duruyor. Aklın alır mı? İlkokul müsameremizde oynadığımız piyesin tekstini bile saklıyor. Yılların elektrik- su- telefon faturaları, doktor reçeteleri, tahlil sonuçları, maaş bordroları… Hani fiş-fatura biriktirip, yıl sonunda vergi iadesi alırdık ya. O fişlerden ayrılamayacağı için vermezdi. “
“İyi de bu bir hastalık: Saplantı-zorlantı bozukluğu(**). Kimi saatlerce el yıkar, kimi sürekli banyo yapar, ev temizler. Kimi aşırı tertip, kimi de kontrol takıntılı. O da biriktiriyor işte. “
“Evet, evet… Peçetelere, karton torba-kutulara resmen aşık kadın. Küçük tuvalet tavana kadar şişeyle dolu ama; ‘birini ver; yağ şişesi yapayım’ desen vermez. Sana da film biletlerini vermeyeceği gibi. Nasıl bir istifleme yeteneğiyse evin her tarafı tavana kadar eşyayla dolu. Ve tozlanmasın diye üstlerini de naylonla kaplıyor. Son zamanlarda yoğurt kapları hariç tüm plastik-pet şişe ve kapları, içi gitse de, atıyor artık.”
“Televizyonda yayımlanır ya… Beş odalı evinde, kedi-köpekleriyle yaşayan filancanın evinden dört kamyon çöp çıktı, belediye evi temizleyip, ilaçladı diye. Evi boşaltılan –genellikle yaşlı ve kadın - insanın bağırışları ve atılanlara bakarkenki acı dolu yüz ifadesi beni çok etkiler mesela. “
“Yaa; bu işin açıklaması yok vallahi. Gübre olsun diye sebze kabuklarını bahçeye atıyor. Asıl amaç kabuklardan ayrılmamak. Giyim eşyalarını vakumlayarak saklamağa başladı. Sokakta bulduğu şeyleri de eve getirdiğinden bavul gibi çantalarla gezer. Yanında değişik ebatlı naylon torbalar taşır. En komiği de; otuz yıllık bir memur olarak karalamasını yaptığı tüm yazı ve raporları saklaması. Bizimkinin arşiv miadı ölene kadar.”
“Koku filan… Apartmanda sorun çıkmıyor mu?”
“Evin koktuğunu kabul etmiyor. Müdahale edilmesinden nefret ediyor. Bazen çok kırıcı ve bencil olabiliyor. Batıkent’te evi bağımsız iki katlı bir ev. Oraya taşınırlarken abisi kafayı yiyecekti. Ablası hamallara çöp taşıtıyor diye.
“Kardeşiyle birlikte mi yaşıyor?”
“Tekin annesine ve ablasına katlanamayıp evi terk etti. O tam tersi; para ve kendisi dahil her şeyi dağıtık vaziyette. Tepki olsa gerek. Nasılsa Dilbahar’ın biriktirdiği paralar ona, evdeki eşyalar da Mamak çöplüğüne miras kalacak.”
“Paraları da mı evde tutuyor?”
“Bankada; biliyorum.”
“Tedavi?”
“İnsanın bir şey(ler) biriktirmesinin sorun ya da hastalık olabileceğini kabul etmiyor. Bizim zorumuzla iki defa psikiatriste gitti ama sonunu getirmedi. Dilbahar yüzünden bu konu ilgi alanım oldu. Mesela ABD'de artık biriktirici insanların evlerinin tahliye edilmesi sıkça intiharlara neden oluyor diye zorla evboşalttırmaktan vazgeçmişler. Sağlık ekipleri gelip hastayı uyarıyor ve bir yıl kadar tedavi süresi tanıyormuş. Reddederse tedaviye zorluyormuş. Evi boşaltmak istediğinde de yardım ediyormuş.”
“Her insanın kolleksiyon anlamı dışında biriktirdiği bir şeyler var. Ben de kırtasiye malzemesine, kağıt ve kalemlere bayılıyorum. Sahip olmak çok hoşuma gidiyor ancak gerektiğinde paylaşabiliyorum. Ve kullanabiliyorum.”
“On yıl önce ölen annesi Kamiyap Teyzenin eşyaları aynen duruyor. ‘Atamam; eğer giysilerini dağıtırsam annemi sokağa atmış gibi olurum.’ diyor. ‘Kızım anneni toprağın altına yatırdın da; giysilerini niye?’ demek geçiyor insanın içinden ama söyleyemiyorsun işte. Biliyorum ki; mümkün olsa annesini evde saklar, biriktirirdi. Babası öldüğünde Tekin ‘ben giyerim’ deyip tüm giysileri almış ve çöpe atmış. Kaç yıl konuşmadılar ana-kız Tekin’le. “
“Yaşlılar ilaç kutuları dahil hiçbir şeyi atmazlar ya. Benim nenem öyleydi: ‘bir gün lazım olur’ der der attırmazdı. Onların devri ‘kırk yama’ devri. Bizimki ’kullan at’ devri. Ben saklamayı sevmeyip işim bitince atıyorum. İnadına sanki attığım şey hemen ertesi gün lazım olduğunda da ifrit oluyorum. Ben bu hastalığın yoksullukla, yoksunlukla bağlantılı olduğunu düşünüyorum.”
“Uzmanlar bu hastalığın belli bir nedeni yok diyor. Yas sendromu, uzatılmış yas filan… Dilbahar’ın çocukluğunda biriktirdiği ciklet kartları, çikolata kağıtları, kibrit kutuları belki ilk belirtilerdi. Eee, anne etkeni de var. Gittiğimiz ilk psikiatrist; tam evlenmek üzere iken nişanlısı tarafından terk edildiğinde girdiği ve uzun süreli depresyonun da payı olabileceğini söylemişti."
“Anne etkeni dedin?”
“Rahmetli Kamiyap Teyze Selanik göçmeni. Bütün variyetlerini bırakıp, üstündeki giysilerle üç-beş çuvalla gelmişler Drama’dan. Sekiz yaşında filanmış. O kadar çok sıkıntı ve yoksulluk çekmişler ki… Zeytinyağına toz biber-nane koyup, ekmek banarak yediklerinden hep barsakları bozulurmuş çocukken. Buldukları her otu yemişler. Tarhana çorbası ve tava lokumu yemekten ikrah gelirmiş. Gaz tenekesinden yapılma sobada yakacak tezek bile bulamazlarmış. O yoksulluğu yaşayanın bolluk olduğunda ihtiyaç fazlasını saklaması doğal ama.”
“Genetik mi acaba?”
“Bilemeyeceğim. Biriktiren anneyi kızı, biriktiren kızı annesi tedaviye yönlendirmesi gerekirken ikisi de biriktirip, rahatsız olan biri olmayınca…”
“Sen yapma-etme dediğinde sana kızıyor mu?”
“Evet; çünkü o zaten biriktirmenin saçma olduğunun bilincinde. Ama sizde sevdiğiniz birinin pisliğin mikrobun içinde yatmasını kabullenmekte zorlandığınızda isyan ediyorsunuz. Hastalık da, tedavisi de zor anlayacağın”
“Dilbahar’ın hastalığı dışarıdan anlaşılmıyor.”
“Evine gitmediğin sürece anlayamazsın zaten. Evine de kimseyi davet etmediğine göre… Yoksa çok girişken, sanat etkinliklerine düşkün sosyal bir insan gördüğün gibi.”
“Sahip olmak istediği şey(ler) aslında çok farklı da, acaba çer-çöp biriktirerek kendine kalkan mı oluşturuyor ki?“
“Olabilir. Bana ‘Ya bi daha bulamazsam; o zaman n’aparım?’ dediğinde verecek yanıt bulamamıştım.”
Mehlika’dan ayrılıp evin merdivenlerini çıkarken “Şado; Sen de aklını başına topla! Beynini Dilbahar’ın çöp evine çevirmekten vazgeç!” derken yakaladım kendimi.
* Şadiye Dönümcü, Sosyal Hizmet Uzmanı.
** Obsesif-kompulsif bozukluk= OKB