1 mayıs günü polisin attığı gaz bombasının hayati tehlike yaratacak şekilde yaraladığı 17 yaşındaki; geçerli olan ulusal ve uluslararası mevzuata göre bir “çocuk olan” dilan alp’in bir özel hastanede başına gelenlerden hekimlerin ne kadarının haberi var ya da farkında?
haberdar olmayanlara ya da ayrıntısını bilmeyenlere, istanbul tabip odası’nın konuyla ilgili basın duyurusunda belirtildiği şekliyle anımsatayım:
dilan alp yaralandıktan sonra taksim ilkyardım hastanesi’ndeki ilk müdahale sonrasında yoğun bakım yatağı bulunabilen bahçelievler özel medikal park hastanesi’ne gönderildi. burada yoğun bakım servisine yatırıldı ve gereksinimi olan hizmetler sunuldu. ardından dilan’ın yakınlarına kritik dönemin atlatıldığı ve servise alınacağı söylendi. hemen sonrasında ise hastane yönetimi kararını değiştirdi ve tarafından babasına, bir önceki bilgilendirmeden farklı olarak, dilan’ın servise alınmayacağı ve doğrudan taburcu işleminin yapıldığı belirtildi.
babanın bu konuda bu sırada yeterli bir aydınlatma yapılmadığını ve “tedavi programını verdik, ister eve ister bir başka sağlık kurumuna götürün” denildiğini ifade ediyor.
olayın arka planıyla ilgili bu sırada medyaya yansıyanları da hepimiz biliyoruz:
* “dilan alp nerede öğrenim görüyor?”
* “‘terörist’ mi, değil mi?”
* “elinde bulunan şişede ki sirke mi, yoksa bir “molotof kokteyli” mi?”
ne yazık ki bu tartışmanın tarafları arasında üst düzey idareciler ve güvenlik sorumluları da bulunmaktaydı. kuşkusuz amaç 1 mayıs’ta uygulanan “polis şiddeti”ni makûl ve mazur göstermekten başka bir şey değildi.
zorla tıbbi işlem yapılıyor mu?
tabip odasının duyurusundaki “bilimsel ve etik yaklaşım hasta odaklı ve hastanın maksimum yararının gözetilmesini zorunlu kılar. burada işletmenin çıkarı, işletmenin ‘marka kaygısı’ gibi kriterler söz konusu olamaz. hasta karşısında hayati tehlikeyi atlatmış olsa bile ‘bir an önce taburcu’ etme kaygısıyla davranılması sorunludur ve kabul edilemez” saptamalarının başta sağlık alanının yetkilileri olmak üzere herkesçe kabul ve onayı gerekir.
konuyu daha genel bir sorun olarak görünüyor. bu nedenle mesleğini aktif olarak sürdüren hekimlerle, sağlık kurum yöneticilerine şu iki soru sorulmalı ve yanıtları alınmalı:
1. mesleki faaliyetiniz sırasında, tıbbın ve meslek etiğinin ilkeleriyle, hastalarınızın gereksinimleri dışında, herhangi bir engelleme, etki, baskı, zorlama ya da dayatmayla yapmanız gereken bir uygulamayı yapmaktan vazgeçiyor, ya da yapmamanız gereken bir işlemi yapmak zorunda kalıyor musunuz?”
2. bu tür ‘engelleme, etki, baskı, zorlama ya da dayatma’larla karşılaştığınızda bunu en yakınınızdaki meslektaşınıza, meslek odanıza ya da eğer üyesiyseniz, özlük haklarla ilgili örgütünüze, sendikanıza, birliğinize, gönüllü ya da zorunlu üyesi olduğunuz uzmanlık derneğine bildiriyor, en azından haberleri olması için bir işlemde bulunuyor musunuz?”
bu soruları yalnız hekimlerin değil “sağlık hakkı, hasta hakları” ve “insan hakları”yla ilgilenen ve önemseyen herkesin sorması gerekli.
çünkü varlığından kuşkulanılan ve açıkça ifade edilen bu durum ve sonuçları çok önemli ve yaşamsal!
savcılık soruşturma açmalı
istanbul tabip odası bu iddialardan yola çıkarak konunun muhatabı hekimlerin de görüşlerini alarak değerlendirme yapacağını ve etik değerleri zedeleyici tutumlar saptandığı takdirde gerekli işlemlere başlanacağını belirtiyor.
ancak sorun tabip odasının kendi iç soruşturma ve araştırmasından çok daha önemli.
çünkü burada yürürlükteki adli ve idari mevzuata göre “suç oluşturan” bir durum söz konusu.
hukukun üstünlüğünün söz konusu olduğu ve adaletin gerçekten bulunduğu ülkelerde, suçlu olma olasılığı olsun olmasın, her insanın, özellikle de her çocuğun temel haklarından yararlanmasının zorunluluktur.
dilan alp’in bir “suçlu” olduğunu söyleyen idarecilere karşın, sağlık idarecileri ve yetkililerinin görevi, bu konuda en küçük bir ihtimâl ve ihmâl varsa bunun üzerine giderek bir adli ve idari soruşturma açmaktır. işlemin sonucunda bir olumsuzluğun olup olmamasının da hiçbir önemi yoktur: yürürlükte olan mevzuata göre yukarıda belirttiğim soruların soruluyor olması, yasaya aykırı bir işlemin var olup olmadığı kuşkusunun varlığını gösterir ve bu öncelikle adli merciler tarafından araştırılması gereken bir durumdur.
hem hastanın, hem hekimin hakkı
bir kez daha anımsatmakta yarar var: tıbbi uygulamalar sırasında “mesleğinin gereklerini ve tıbbi bilgi ve deneyimini bağımsız ve özgürce uygulayabilen bir hekimden hizmet almak” yalnız hekimin bir hakkı değil, hasta haklarının ilk ve en temel hükmü, ayrıca hekimin ödevidir.
hekim bağımsızlığını ortadan kaldıran, hekimin hastanın tedavi süreci üzerindeki karar verme hak ve yetkisini ortadan kaldıran ya da sınırlayan “piyasacı bir sağlık ortamı”nın varlığı dahil, her türlü engelleme, etki, baskı, zorlama ve dayatma yalnızca “etik ve ahlâk dışı” değil, aynı zamanda da “hukuk ve yasa dışı”dır.
yasaları uygulamak ve gereğini yapmak herkesin, ama en başta da devlet adına işlem yapanlarla, “bağımsız yargı”nın görevidir. bunu herkesin bilmesi, yeri geldiğinde anımsatması ve talep etmesi gerekir.
bu bakımdan söz konusu araştırmayı yapacağını belirten odanın da, eğer şu ana kadar yapılmamışsa, eş zamanlı olarak savcılığı resmi olarak bilgilendirerek, hukuki süreçleri başlatma görevi de vardır. (ms/hk)