Evet, yaşadığımız ülke bugün demokrasi ile yönetilmiyor.
Ülkemiz Türkiye; hangi sıfatla tanımlarsanız tanımlayın, güçsüz yetersiz, az ve zayıf demokrasiden, güçsüz, kifayetsiz, zayıf bir otoriter sisteme geçmiş durumdadır. Lami cimi yok, böyle devam ederse diktatörlük kapıdadır.
Zayıf otoriterlik diyorum, çünkü toplumun nerdeyse yüzde 55-60’ını karşısına alan otoriter bir sistem, esas itibarıyla güçsüzdür, kifayetsizdir.
Bu yazı, adına ne derseniz deyin, ister otoriterlik, ister diktatörlük ya da faşizm, kurulmak istenen yapının neden güçsüz doğacağını tartışmaya çalışmaktadır.
Başlığı tekrar edelim; bir diktatörlükte olması gereken unsurlar nelerdir? Bu unsurlar karşı karşıya olduğumuz diktatörlük hamlesinde bulunmakta mıdır? Soralım, cevaplayalım.
1- Güçlü ideolojiye sahip mi?
Diktatörlüğün en önemli unsurların başında, geniş toplumsal kesimleri etkisi altına alan güçlü bir ideolojiye sahip olmak gelmektedir. Bugün otoriter rejim isteyen sarayın güçlü bir ideolojisi var mı? Hatırlayın milli görüş gömleğini çıkartıp, iktidar olduklarından kısa bir süre sonra kendilerini “muhafazakar demokrat” olarak tanımlamaya başlamışlardı.
Muhafazakar demokratlığın ne olduğuna dair kamuoyuna sunulan ilk doküman, şu an Erdoğan’ın çelik çekirdeğinde yer alan Yalçın Akdoğan imzasıyla 11 Ekim 2003 tarihinde yapılan 1. AKP Kongresinde, (önsözü Recep Tayip Erdoğan tarafından yazılmak suretiyle) yayımlanmıştır. Ne kadar sahiplenildiği tartışma götürse de, bildiğimiz kadarıyla en temel ideolojik kaynak budur. AKP’nin ilk dönemlerinde gösterilebilecek diğer ideolojik-politik kaynakları AB uyum reformları, demokrat ve liberal çevrelerin katkısı olarak saymak mümkündür.
Bir dönem dillerine doladıkları ‘muhafazakar demokratlıktan’ bugün eser var mı? Esamisi okunmuyor, dolayısıyla bugün Erdoğan ve partisinin sahip olduğu güçlü bir ideolojiden söz etmemiz pek mümkün değil.
Ahlak ve vicdanları yozlaşmışların, yolsuzluğa boğazına kadar batanların İslami ideolojiden, dinden medet ummaları gittikçe imkansızlaşıyor. Bugün Erdoğan ve partisinin dindarlığı, kendilerini destekleyenlerin gittikçe azalan bir bölümünü teşkil ediyor. Sonuç olarak, Erdoğan ve AKP kitleleri güçlü bir ideoloji ile etkileyemiyor.
2- Güçlü Ekonomiye sahip mi?
Ülke güçlü ekonomiye sahip mi? Bağımlı olmayan finansal kaynaklara ve sanayiye sahiplik söz konusu mu? Tek kelime ile hayır diyoruz.
Tasarruf oranları düşük düzeyde, borçları döndürmek ve iktisadi büyüme sağlayabilmek için uluslararası mali kaynaklara bağımlı bir ülke Türkiye. Cari açık, düşük büyüme döngüsüne mahkum bir ülke, dış kaynak girişi ile ayakta kalabilen bir ekonomiyiz.
Türkiye yüksek teknoloji geliştiremiyor. Eğitim sistemi sönük bir vaziyette ışıksız. İstihdam-işsizlik problemleri devasa boyutlarda yaşanıyor. Kadınlar istihdama etkin katılamıyor.
Sorulara devam edelim; bir ayağı çukurda ekonomiye sahip bir ülkede kalıcı diktatörlük olur mu? İmalat sanayinin büyümeye katkısının azaldığı, sanayisizleşmenin yaşandığı bir ülkede kalıcı diktatörlük olur mu? Orta gelir tuzağında bir ülkede kalıcı diktatörlük olur mu?
3- Enerji bağımlılığı var mı?
Ülkemiz Türkiye, enerji ham maddelerine ve madenlere sahip mi? Ne gezer, fazla söze gerek yok, doğal gaz ve petrol bağımlılığı ortada. Diktatörlüğü ayakta tutacak doğal kaynaklara sahip değiliz. Peki; Türkiye’nin etrafındaki ülkeleri işgal ederek güçlü enerji kaynaklarına dolayısıyla güçlü ekonomiye sahip olması mümkün mü?
Dünya enerji kaynaklarının üçte ikisi Türkiye’nin çevresinde yer alıyor ama bu çevreleri bırakın işgal etmeyi nüfuz bile edemiyor. Arap baharına önderlik etmek, Müslüman ülkelere rol model olmak hayalleri geride kaldı. Kibirli hayaller, anılar deposunda özensiz bir şekilde yerini aldı. Şam’da namaz kılma isteğinden, yeni Osmanlılıktan nerelere geldiğimiz ortada, enerji deposu dolmadı, bunu da geçiniz.
4- Kapitalistler ne diyor?
Ülkede, tutkularını ve açgözlülüklerini doyurmak için yanıp kavrulan, daha fazla sömürmek için diktatörlük isteyen kapitalistlerin varlığı söz konusu mu? Soruyu başka biçimle düzenleyelim; diktatörlük Türkiye’nin büyük kapitalistlerinin işlerine geliyor mu? Kapitalistler demokrasiden kurtulmayı istiyorlar mı?
Günümüz Türkiye kapitalizmini TÜSİAD-TOBB (İlk ikiye geçmişte askeri cuntaları desteklediklerini unutmadığımızı hatırlatarak) HAVUZ olarak gruplandırdıklarında, ortak kasa havuz-akraba kapitalizmi dışında diktatörlük isteyen gözükmüyor.
Otoriterlik isteyen saldırgan bir Türkiye kapitalizmi olduğunu söylemek yanlış olur. İktidarın baskısıyla geleneksel büyük sermayeye tahakküm yapılan bir ülkeyiz.
Otoriterliği ve diktatörlüğü destekleyenler “ortak kasa yolsuzluğu” ayyuka çıkmış havuz sermayesi. Ancak, havuz kapitalizminin inşaattan gayrı, ileri teknolojiye dayalı bir gücü yok.
Dolayısıyla olsa olsa bu diktatörlük, inşaat diktatörlüğü olur. İnşaata ve ithalata bağımlı bir ekonomik güce dayanan iktidarların diktatörlük kurma isteği olabilir. Dünya tarihinde inşaat sektörüne dayalı bir diktatörlük olduğunu sanmıyorum.
5-Dış destek var mı?
Diktatörlüğü gerçekleştirme ve sürdürebilme imkânı dış destek olmadan pek mümkün değildir.
Türkiye’nin komşuları, içinde yer aldığı uluslararası kuruluşlar (AB-NATO-G20) askeri ve ticari partnerleri, oyun kurucu ülkeler (ABD-Rusya, G7) Türkiye’nin diktatörlük tarafından yönetilmesine taraftar mı?
Ülkemiz dış ilişkilerde ve politikada hastalıklı feci bir dönmeden geçiyor. Türkiye hangi ülke ve kuruluşla sorunsuz diye soru sormak, cevap için yeterli oluyor. Müslüman dünyası dahil “değerli bir yalnızlık” içindeyiz.
6- Güçlü ordu ve silah sanayi var mı?
Fazla bir şey söylemek, savunma harcamalardan söz etmek istemiyorum. Çünkü her şey ortada. Sözde NATO’nun ikinci büyük ordusuyuz ama silahlarımızı ve uçaklarımızın kilit unsurlarının neredeyse tamamını dışarıdan sağlıyoruz. Sınırlarımızı bile koruyamıyoruz.
Uçaklarınızı düşürüyorlar, “angajman angajman” diye sayıklamaktan başka bir şey yapamıyoruz.
Sadece, ülke içindeki belli bir bölgeyi sürekli bombalamakla meşgulüz. Çözüm üretme aczi içinde olup da 80 yıldır kendi vatandaşlarını ve topraklarını bizden başka, bu kadar bombalayan bir ülke var mı? Bilen varsa açıklasın.
7- Kritik soru Ordu diktatörlüğü destekliyor mu?
İşte, özenti diktatörün de cevaplayamadığı bir soru; ne dersiniz ordu diktatörün yanında mı? “Cemaat beni kandırdı, Ergenekon yok, 2002’den itibaren darbe ile beni iktidardan düşürmeyi hiç düşünmediniz, beni eski ortağım cemaat kandırdı, herkes dışarıya… Gelin PKK’yı HDP’yi birlikte ezelim.” Bunlar tamam da, bunlara rağmen ordu diktatörün yanında mı?
Cumhuriyet tarihi boyunca ordu, böyle bir figürün ve partinin destekçisi olarak diktatörlük istemedi. Ya kendisi oldu, ya da sahne gerisinden yönetti.
AKP içinde biriken grizu patlayabilir mi?
Yukarıda saydığım diktatörlük unsurlarına başkalarını da eklemek mümkün; ancak saydığımız hususlar kurulmak istenen diktatörlüğün ne kadar zayıf olduğunu göstermesi için sanırım yeterlidir.
Aslına bakarsanız, Aksaray diktatörlük tasarımı, 21. yüzyıl otoriterliklerine benzerlikten çok, karikatürü olabilecek niteliktedir.
Peki, güçsüz demokrasiden güçsüz otoriterliğe nasıl savrulduk? Cevap: En önemli unsurların başında güçsüz muhalefet geliyor.
Peki; çağdaş ve liberal ekonomik, hukuk, yargı ve medya kurumlarının olmadığı bir sistem ne kadar yürüyebilir?
Güçsüz otoriterlik demokrasiye nasıl evirilebilir? Cevap: Güçlü, bir muhalefetle.
Seçim bunun için önemli. 7 Haziran'ın tekrarı olsa da, benzer sonuçlarla karşılaşılsa da, diktatörlük ve başkanlık hayallerinin akamete uğraması için önemli.
Ancak seçim sonuçları bunalımın bittiği anlamına gelmeyecek.
7 Haziran’dan bugüne yaşanan çatışmalarda ve katliamlarda 2 binin üzerinde Türk-Kürt, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hayatını kaybetti.
Türkiye içeride ve dışarıda kendini kaybeden bir ülke durumunda, kendini toparlaması ve demokrasiyi yeniden oluşturması için tüm demokrasiden yana muhalefetin daha güçlü ve daha akılcı daha yaratıcı mücadele etmesi gerekiyor. Daha güçlü bir toplumsal muhalefet sergilenmeli, bunda tüm muhalefete ve özellikle ana muhalefete çok iş düşüyor.
Ayrıca, saraya ve otoriter rejimine karşı muhafazakar kesimin seçimlerde ve sonrasında göstereceği tavır ve AKP içindeki gelişmeler ülkenin ve demokrasinin rotasını değiştirecek en önemli husus olarak karşımıza çıkıyor.
Ne dersiniz, seçimlerden sonra muhafazakar blok ve AKP içinde biriken grizu patlayabilir mi? Yeter artık diyebilir mi? (AB/EKN)