CNN International, geçtiğimiz hafta IŞİD'in bölgedeki ilerleyişini haberleştirirken bir harita kullandı. Bu haritada, İran, Irak ve Suriye topraklarının yanısıra, Türkiye'nin doğusunun bir bölümü için de "Kurdistan Region" (Kürdistan Bölgesi) tanımı kullanıldı.
Buna tepki gösteren, Anadolu Ajansı'nın "Türk toplumu" diye adlandırdığı bir grup, CNN'e şikayette bulundu. CNN International da bu şikayetlere, haritada bir sorun olmadığı yönünde yanıt gönderdi. Yanıtta, söz konusu haritayla bölgedeki Kürt varlığının ifade edildiği belirtildi.
CNN'in hatasını kabul etmeyerek "basın ilkelerine uymadığını" iddia eden Başbakanlık Yurtdışı Türkler Başkanlığı Danışma Kurulu üyelerinden Ali Çınar, özür yazısı beklerken böyle bir yanıt verilmesi karşısında hayrete düştüklerini söyledi. "Ne diyeydi, Mahmut mu diyeydi" diye cevap veresi gelmiyor değil insanın.
Ali Çınar, cevaba ilişkin yaptığı açıklamalarda bir de karşılaştırmada bulunarak, "Amerika'nın Teksas ve Florida eyaletinde Latin asıllıların oranının yüzde 90'ın üzerinde olduğu gerçeği var diye haritada bu bölgeyi Meksika diye belirtebilir miyiz? CNN özür dileyene kadar mücadelemiz devam edecek" dedi. Biz bırakalım, sayın Çınar CNN'e karşı mücadelesini sürdürsün.
Bu vaka, Türk kamuoyunun Kürt meselesine bakışını ortaya koyması açısından güncel bir örnek. Hafta içinde Avrupa'da mürekkep yalamış gazetecilerin ilginç tepkilerinden milletvekili sıfatı taşıyanların insanlıkdışı kelamlarına kadar sosyal medyada birçok paylaşıma maruz kaldık.
Bunca yıl Kürt meselesini kavrayamamış insanlardan Kobane protestolarını anlamalarını beklemek oldukça naif bir arzu. Tek mücadelesi bir televizyon kanalının kendilerinden özür dilemesi olanlardan, cellada karşı canını kurtarmaya çalışanlara destek vermesini beklemek de zor.
Ancak asla imkansız olmamalı. "Yeni Başlayanlar İçin Kürt Meselesi" başlıklı bir yazı oldukça uzun olur ama dilimiz döndüğünce karalayalım:
Şair boşuna, "Doğada ilk kirlenmedir/Ülkelere bölünmesi yeryüzünün" dememiş. Buradan hareketle en mülevves coğrafyanın Ortadoğu olduğunu hiç tereddütsüz söyleyebiliriz.
Bugün bazıları için "sınırın karşı tarafı" olarak görülen ve değişik isimlerle adlandırılan kentler, kimilerine hiç de yabancı değil. Bilakis bu kentler, bahçe tarafına bakan oturma odaları gibi. Tel örgülerin ardındaki evlerde, bazılarımızın akrabaları var. Bu nedenledir ki Erbil'e düşen ateş, Diyarbakır'ı da yakar. Kobane'deki katliam, Suruç'u ayağa kaldırır. Bir "görünmez el" gerek değil tüm bunlar için. Yalnızca alelade çizilmiş, "görünmez" sınırlar var.
Tüm bunların yanında bir de, yangına körükle gitme hali var. Türkiye dış politikasındaki tezahürü ayan beyan ortada. "Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir" misali, Ortadoğu politikasının stratejik derinliği ile övünenlerin, Suriye'deki savaşı iç mesele olarak addedenlerin bugünleri tahayyül etmemiş olması anca kötü bir şaka olabilir. Hal böyleyken, evlerinin damından kardeşlerinin boğazlandığını izleyenlere nasıl bir açıklama yapılabilir?
Tankları sokağa sürenler, yeraltında pusuya yatmışları uyandıranlar, OHAL'e özlem duyanlar...
Bugün ne umuda ne de oyalanmaya, sadece icraate ihtiyacımız var.
Güllerin bedenlerinden dikenleri teker teker koparanlar, sevinmesin. Dikenleri kopardığınız yerleri bahar filan sanarsanız, şimdi olduğu gibi başta Kürdistan ve bütün bölge kanar.
Diyarbakır Cezaevi'ndeki işkencelerden lanet ederek bahsetmekle gelmeyecek bahar. "Kürt kardeşim" sözü, barışmamızı kolaylaştıracak değil. "Hiç bölgeye gittin mi hayatında" cümlesi de bizi kurtarmayacak.
Önemli olan bakmak değil, görmek çünkü. Bakıp da görmeyenler de bu saatten sonra işimize yaramayacak. Görmek, anlamak, idrak etmek zamanı şimdi. Göz göre göre içine çekildiğimiz bataklıktan paçayı kurtarmamızın başka türlü mümkünü yok
Eğer istiyorsak tabii...(BK/NV)